Tamamlanmamış bir dava ve de gayya kuyusu gibi derinleşen bir adalet boşluğu*
Türkiye Madımak katliamıyla yüzleşmedi.
Sadece Madımak katliamı mı?
Öncesinde Osmanlı’yı geçelim, Türkiye; Dersim, Maraş, Çorum katliamlarıyla da yüzleşmedi.
Öte yandan toplumsal adaletsizlikleri gözden kaçırmanın, katliamları unutturmanın sınırları da var.
Gerçeğin ve adaletin sesi, maşeri vicdanı hep çağırır.
Koşullar vicdanlara çağrıları çoğaltarak toplumsallaştırırken, tekil bireylerden bağımsız olarak bilinç ortaklaşır, vicdan ortaklaşır.
Gün gelir yaşayan, toplumsallaşan bireylerin şahsında “hortlakların” “gerçek, adalet, vicdan” yürüyüşü başlar.
Geçmiş gerçeğin hatırlanması ve geçmiş gerçekle yüzleşmektir bu!
Katliamlarla, katillerle ve maktullerle ilgili çeşitli soruları getirir güncel toplumun önüne koyar.
Tarih unutmaz.
Pir Sultan Abdal Şenliği köyden şehre
Pir Sultan Abdal Şenliği öncesinde Sivas’ta hiç de olağan olmayan bir hava vardı.
Pir Sultan Abdal Şenlikleri 1993 yılından önce Sivas’ın Banaz köyünde 28-29 yıl süresince yapılmış ve bir gün süren şenliklerde hiçbir olay çıkmamış.
Vali Ahmet Karabilgin geldikten sonra şenliği şehir içine almak ve bir şenlikten çok, üç gün sürecek bilgi şöleni biçimi altında düzenlemek istiyor.
Şenliği organize eden Sivas İl Kültür Müdürlüğü, Pir Sultan Abdal Derneği ile beraber hareket ediyor.
Dönemin Kültür Bakanı da Fikri Sağlar.
Aslında o zamana kadar şenlikleri genellikle belediye yaparmış. Vali şenlikle ilgili “ben yaparım” deyince Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu ısrar etmiyor, ona bırakıyor.
Vali belki olayları ve en azından kazanabileceği boyutları göremiyor, Belediye Başkanı ise o boyutta olmasa bile gelişmelerin ayırdında, en azından sorumluluk altına girmek istemiyor ki Vali’nin isteğini rahat kabul ediyor.
Hâlbuki Banaz’da defalarca düzenlenen şenliklerde hiç olay olmamış.
Banaz’da düzenlenseydi belki yine olay olmayacaktı veya olsaydı bile muhtemelen bu kadar vahim sonuçlar doğmayacaktı.
Hicret Koşusu, masum Hicret Koşusu mu?
Hicret Koşusu hadisesi var. Spor İl Genel Müdürlüğü düzenlemiş. Olayların gerçekleşeceği tarihe denk düşüyor. Manidar…
1978 Maraş katliamı arifesinde Maraş’ı Milli Piyango satanlar doldurmuştu, sonra bunların Maraş katliamında oynadığı rol çok anlatıldı.
Hicret Koşusu vesilesiyle de koşucuların Sivas’ı doldurduğu, o sıralar Sivas’ın olağanüstü kalabalıklaştığı ve bütün bunların katliamla muhtemel ilişkisi anlatılıyor.
Öyle ki Madımak katliamından iki gün önce Aczmendiler ortaya çıkıyor.
Hangi Sivas?
Ali Baba Mahallesi’nin tutumu açıklanması gereken tuhaflıklar barındırıyor.
Ali Baba Mahallesi’nde sol kesim yaygın. Bu mahallenin bu işe hiç müdahil olmaması gerçekten tuhaf…
Pir Sultan Abdal Derneği’nin kimi bilenleri, “Öyle bir kuşatıcı güvenlik ortamı yaratılmıştı ki evimizden çıkamadık, çıksak da olayın olduğu bölgeye gitme cesaretini kendimizde bulamadık. Sokaklar tutulmuştu…” diyorlar.
Belediye Başkanı, Ali Baba Mahallesi’nin yakılanları kurtarmaya gelmemesi ile ilgili olarak dayanışmaya gelmeme tutumunu açıklarken, ‘Ali Baba’yı güvenlik çemberine alacak güç yoktu zaten, gelebilirlerdi’ demiş.
Saldırganların şehre olacakları hissettirmemesi nedeniyle Ali Baba Mahallesi yurttaşlarının kendi kaygıları dışında gelmelerinin önünde bir engel de yokmuş aslında…
O zaman da Sivas‘ta gerçek bir güvenlik boşluğu varmış… Bunda bir tuhaflığın olduğu aşikâr ama üzerine gidilmediği de aşikâr.
‘Olaylara neden müdahale edemedikleri ve katliamı neden engelleyemediklerine ilişkin’ Sivas Emniyet İstihbarat Müdürü’nün gelip Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu’na anlattıkları ise gerçekten tuhaf:
Bundan 15 gün önce Divriği’de birtakım terör hadiseleri oldu. Biz Çevik Kuvvet’in üçte birini Divriği’ye gönderdik. Bir hafta önce de Hafik’te birtakım hadiseler oldu; bu sefer Çevik Kuvvet’in diğer bir üçte birini de Hafik’e gönderdik. Çevik Kuvvet’ten 350 kişi bile yok, zayıf düştük. Bir hadise çıkarsa önleyemeyiz endişesiyle, Emniyet Müdürü’ne, Vali Beye söyledim… ‘Ya endişe etme hiçbir şey olmaz!’ dediler. Hatta ben endişe ettiğim için bu durumu İçişleri Bakanı ve Başbakan’a telgraf ile ilettim. Emniyet Genel Müdürlüğü’ne de ilettim. Yani Sivas’ta bir hadise meydana geldiği takdirde bizim müdahale gücümüz azaldı, kalmadı gibi.
Madımak öncesi gerginliği ‘sağır sultan’ duymuştu, ancak Emniyet İstihbarat Müdürü duymamış ki Belediye Başkanı’na şunları söylerken ne kadar da inandırıcı; “Bizim bir hadise olacağına dair hiçbir istihbarı bilgimiz yoktu” (!)
Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun tugaydan kimsenin gelmemesi ile ilgili Komutanı’nın suçlanmasına karşı söyledikleri ise şunlar;
Efendim tugaydan kimse gelmedi diye. Ya o gün erlerin yemin töreni var. Programın arkasından herkes izne bırakılmış, çünkü kimse bir hadise çıkacak diye bir şey beklemiyor ki aileleriyle beraber gelenler lokantaya gidiyor, aileleri zaten otelde kalıyor… Tugayda dışarıya gönderecek kimse kalmamış.
Sivas’ta olaylardan en az 3-4 gün önce propaganda amaçlı da olsa olabileceklerin haberini de veren bir bildiri dağıtılıyor, aynı şekilde Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun ifadesiyle; olabilecekleri “kısmen yazan yerel basınıyla, kalabalığıyla bir Sivas var” ama Emniyet İstihbarat Müdürü’nün ve Tugay Komutanı’nın, Çevik Kuvvet’iyle, tugayı ile denebilir ki bütün güvenlik kuvvetleriyle en yumuşak ifadeyle uyduruk görevler üzerinden uykuya yatırıldığı şuursuz bir Sivas da var.
Olmayan Pir Sultan Abdal’ın Sivas’ı (mı?)
Vali Ahmet Karabilgin anlatıyor
İlk andan itibaren olayları yakından izlediğini, hatta Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş’in kendisini arayarak, ‘Orada 6 bin mevcudum var, hepsi emrinde’ dediğini… Güreş Paşa’ya, ‘Paşam bunları bana söylemeyin. Yanımda Tugay Komutanı var. Telefonu ona vereyim. Ona söyleyin, talimatınızı ona verin’ dedim. Tugay Komutanı telefonu aldı, ‘Baş üstüne komutanım’ dedi ve gitti. Ancak beklenen askeri kuvvet bir türlü gelmedi.
Vali Ahmet Karabilgin, “asker yetişti” sandıklarında yaşanan hayal kırıklığını ise şöyle anlatıyor:
Sonunda 20-30 asker geldi, Hükümet Meydanı’na… Ama orduevini koruyacak şekilde mevzi aldılar. Bunları maalesef ben yaşadım, gördüm. Hâlbuki benim güvenliğimle ilgili bir sorun yok. Madımak ‘ta sıkıntımız var, oraya yoğunlaşılması gerekiyor. Ama askeri birlikten parça parça gelen bu gruplar olay yerinden çok, ana caddedeki mağazaların, kuyumcuların, askeri risk altına atmayacak bölgelerin etrafında güvenlik önlemi aldılar.
“Yangından hemen önce Komutan’ın küçük bir askeri birlikle Madımak Oteli’nin bulunduğu meydana giriyor, O birliğinde ‘Asker Bosna’ya”, “En büyük asker bizim asker” gibi sloganlarla etkisizleştiriliyor…
Kahramanmaraş, Çorum, Sivas olayları masaya yatırılsa görülecektir ki, hepsinde asker olay bittikten sonra devreye girmiştir.
Burada dikkat ederseniz, “yangından hemen önce Komutan’ın küçük bir askeri birlikle Madımak otelinin bulunduğu meydana girdiğini… ve etkisizleştirildiğini” ifade ediyor Vali Karabilgin…
Vali Ahmet Karabilgin anlatıyor;
Saldırganların sayısı 15 bini buldu… 5 saat, polis ve jandarma Madımak’a saldırganların girişini engelledi. Yerine göre havaya ateş açtı, yerine göre cop kullandı, yerine göre kenetlendi, yerine göre de belki birilerinin sırtını sıvazladı.
Bunlar da oldu, olmadı demiyorum. O noktada tıkandık artık. Polis panzeri yok ki, topluluğu nasıl dağıtacaksınız. Emniyet Müdürü itfaiyeye ‘Tazyikli su sıktırıp dağıtalım’ dedi. Ancak Belediye Başkanı, ‘Su sıkıldığı zaman halk birbirini ezer’ gibi olumsuz tavır aldı. Bir süre sonra itfaiyeyi Hükümet Konağı’nın önüne getirebildik, ama ileriye adım atamadı.
Hep kafamda bunları düşünüyorum, acaba otelin yanacağını birileri biliyor muydu da o rahat durumda itfaiye gelmedi diye… Oysa araçlar yanarken bir tek itfaiyeyi otelin önüne ulaştırabilmiş olsaydık, kesinlikle oteli yaktırmazdık. İtfaiye buna istekli miydi? Hayır, itfaiye de isteksizdi…
Saklı tarihten bir tanıklık
Bu noktada o sırada içeride bulunan ve katliamdan sağ kurtulan önemli bir kaynağın tanıklığına göre;
Yangından 3-4 dakika önce içeri biri giriyor. Elektrik kesik, ortalık karanlık, içeri giren şahıs ortalığı görmek için çakmağını yakınca kıyafetinden polis olduğu anlaşılıyor. Soruyor; ‘İçiniz de polis var mı?’… ‘Yok’ cevabını alınca gidiyor. Çok sürmüyor, birkaç dakika sonra bir başka şahıs daha içeri giriyor; Onun da asker olduğu anlaşılıyor, soruyor ‘İçinizde asker var mı?’… ‘Yok’ cevabını alınca o da gidiyor…
Temel Karamollaoğlu: Polisin, askerin gidip bu meselede o şekilde var mı yok mu diye sorduğunda ve yok denildiğinde sanki bu hadise planlanmış; bu planın içinde askerin de polisin de payı varmış gibi bir sonuç çıkıyor. Yani bu iddia bir itham manası da taşıyabilir. Bilmem, bilemediğim bir konuda da konuşmak istemem. Ben bunun bu kadar ileri gidebileceğini düşünemiyorum. Ben bir yorum yapıyorum. Yani bu noktalarda eğer bizim askerimiz, polisimiz bu komploları yapacak noktalara geldiyse vay halimize… Bu kadar derim, olmaz da diyemem…
Celalettin Can: Evet, bu bir iddia ama aynı zamanda yananların içinden doğru canlı kanlı bir tanıklı. Yüzleşme, gerçeği arama ve adalet süreçlerinin önemi burada… Olana bitene ayna tutulması…
Sözün özü
Tamamlanmamış bir dava
Bu olayın arkasındaki örgütlerin bulunmamış olması ve hiçbir zanlı hakkında gerekli aramanın yapılmamış oluşu bizi sadece olaydan sonra yakalanan insanlarla sınırlı bir davanın peşinde bıraktı. Bugün bu olayı yaratan örgütler bulunabilmiş değildir. Bu olayı yönlendirenler, tahrik edenler bulunmuş değildir. Bu nedenle tamamlanmamış bir dava ile karşı karşıyayız.
Şenal Sarıhan (Dava avukatı)
*Bu çalışma dönemin gazete, dergi ve ilgili yayınları bir yana, 2 Temmuz 2019 tarihinde “Madımak’ta gerçekten ne oldu?” başlığıyla, Independent Türkçe‘de yayımlanan makalemin özüyle bütünlük içinde tamamlayıcı bir perspektifle düzenlenip, yazıldı…