Latin Amerika’da başaramadılar, sıra Türkiye’de…
11 Eylül 1973 yılında tanklar başkanlık sarayını kuşatırken radyoda konuşan Allende, tarih önünde cuntaya, oligarşiye ve emperyalizme şu sözleriyle meydan okuyordu:
Binlerce Şililinin değerli bilincine ektiğimiz tohumun köklerinin sökülemeyeceğinden kesinlikle eminim… Ellerinde güç var: bizi ele geçirebilirler, fakat ne suç işleyerek ne de zor kullanarak toplumsal gelişmeleri durdurabilirler. Tarih bizimdir ve onu halk meydana getirecektir.
Toplumsal gelişme Allende ile hatta Şili ile sınırlı değildi…
‘Ekilen tohum’ bölgede yaygınlaşmış ve toplumun derinliklerine kök salmıştı.
Operasyonun başında bulunan ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, neoliberal karşı devrimin babası Milton Friedman gibi derin emperyalist unsurlara, ITT gibi çok uluslu Amerikan şirketlerine, cunta şefi Pinochet ve cuntacı askeri komutanlara göre, Şili’de neoliberal karşı devrimin başarıya ulaşması için Allende’nin son sözlerinde ifade ettiği, halkın bilincine ekilen tohumların kesinlikle kökünden sökülüp atılması gerekiyordu.
Nitekim darbeden hemen sonra Pinochet cuntası yayımladığı Temel İlkeler Bildirgesi‘nde misyonunu “Şili’nin zihniyetini değiştirmek, uzun süreli ve derin bir operasyon” olarak açıklıyordu.
Hedefleri, “toplumun ve insanın formasyonunu değiştirmekti”
Sorun bunun nasıl yapılacağında düğümleniyordu.
Allende’nin bahsettiği “tohum” bir toplumsal sınıf katmanı veya onlarca parti, sendika, dernekten öte bir şeydi çünkü.
Toplumsal tarihin o döneminde Latin Amerika ülkelerinin toplumsal süreçlerinin doğal mecrasına sol/sosyalist düşünce ve kültür hakimdi.
Pablo Neruda’nın şiiri, Victor Jara ve Mercedes Sosa’nın müziği, Üçüncü Dünya rahiplerinin kurtuluş teolojisi, Augusto Boal’ın özgürleştirici tiyatrosu, Paulo Freire’nin radikal pedagojisi, Eduardo Galeano’nun devrimci gazeteciliği ve Rodolfo Walsh’ın kendisi. Onlar efsanevi kahramanlardı ve Jose Gervasio Artigas’tan Simon Bolivar’a, Che Guevara’ya kadar geçmişin ve günümüzün şehitleriydiler.
Şili’den Arjantin’e, Uruguay’dan, Peru’dan Brezilya’ya kadar cuntalar, Che’nin ve Allende’nin devrimci mirasını karşılıksız bırakmak, sosyalizm düşüncesini halkların zihniyet ve anlam dünyasından söküp atmak için olağanüstü bir yola girdiler.
Bütün bir kültüre ve insanlığın geleceğine açılmış vahşi ve bir o kadar da şeytani bir savaştı bu!
Şili, Arjantin, Uruguay başta olmak üzere askeri cuntalar, Latin Amerika’da kapsamlı ideolojik, politik, kültürel ve ekonomik temizlik operasyonları başlattılar ve belirli bir sistemlilik içinde sürdürdüler.
Devrimci hareketlere, işçilere, köylülere, emekçilere ve aydınlara yöneldiler; faili meçhuller, yargısız infazlar, tutuklamalar, işkenceler, ağır ve uzun cezaevi koşulları uygulandı.
Sadece Arjantin‘de 30 bin muhalif uçaktan denize atıldı. Şili’de İktisat Fakültesi girişinde, diğer öğrencilere ‘ibret olsun’ diye alenen 6 öğrenci katledildi.
Arjantin’de Güney Üniversitesi/ İktisat Bölümü’nde ‘yıkıcı eğitim veriyorlar’ diye askerler üniversiteye girdi ve 17 akademisyen hapishaneye atıldı. 8 bin solcu eğitimci temizlik operasyonlarının bir sonucu olarak “temizlendi”.
Liselerde ‘kolektif ruhu canlı tutuyor’ gerekçesiyle grup temsilleri yasaklandı.
Şili’de kadınsanız pantolon giymek, erkekseniz uzun saçlı olmanız tutuklanmanıza yetti.
Arjantin cuntası mensubu bir general basın toplantısında bütün bunları, “Yıkıcı, suç işleyenleri besleyen, yaratan, fikir aşılayan kaynakların kurutulması” olarak açıklıyordu.
Sadece bir siyasi düşüncenin, bir kültürün yok edilmesi değildi mesele
O siyasi düşünceye ve kültüre hayat veren iklimin değiştirilmesi, bu havayı soluyan toplum ve halk kesimlerinin yok edilmesi, ilerici insanlığın kazanılmış bütün değerlerinin yok edilmesiydi mesele.
Yerine neoliberal kapitalizme uygun, sonuna kadar beyazlaştırılmış, anti sol, hatta antisosyal, bencil bir kültüre dayalı bir toplumun yaratılmasıydı mesele.
Karşı devrimin derin oligarşik muktedirlerine göre, yeni toplumun kurulması için eski toplumun bütün değerleriyle birlikte silinmesi zorunluluktu.
Öte yandan yaşayanlara bazen hiç bitmeyecekmiş gibi gelen sonsuz şiddetin insanlık değerleri karşısında sınırları vardı.
Latin Amerika’da başaramadılar.
Cuntacılar yargılandı.
Sol-sosyalist güçler iş birliği içinde yerel yönetimler üzerinden “tohumu” yeşertiyor ve demokrasiyi yeniden kazanıyor…
İşte Allende’nin katledilmesinden 49yıl sonra sosyalistler iktidar oldu. Allende’ni torunu da Allende’ye darbe yapan ordunun Savunma Bakanı oldu. Tarihin ironisi işte!…
Şili ve Latin Amerika temizleniyor, sıra Türkiye’de
Amerikan derin güçleri, Şili’den başlayıp, Arjantin, Uruguay ve diğer Latin Amerika ülkelerinde tezgahladığı askeri darbeler ve neoliberal politikaları 12 Eylül‘cü “çocukları” üzerinden Türkiye’de tezgahlarken, Türkiye’ye, çökertmeyi planladığı Sovyet Rusya’ya karşı cephe ülkesi olma rolü düşecekti.
Amerika ve işbirlikçileri Başta Latin Amerika olmak üzere dünyanın “şer” devletlerini çizgiye getirmek ya da yıkmak için operasyon üzerine operasyon yaparken nispi istikrarın ve jeopolitik konumunun takviye ettiği Türkiye sona kalmıştı…
Amerika MHP ve Milliyetçi Cephe siyasetiyle, Türkiye’yi istikrarsızlaştırma ve darbeyi hazırlama seçeneğiyle Türkiye’ye müdahale edecek, 1 Mayıs 1977, İstanbul Üniversitesi, Ankara Balgat, Bahçelievler, Piyangotepe, Maraş, Çorum katliamları birbirini takip edecek, can ve mal güvenliği için 12 Eylül darbesi halka ehven-i şer “geçici” bir çıkış yolu gibi görünecekti…
Diyarbakır 5 No’lu, Metris, Mamak cezaevlerinde, günümüzde Sur’da, Cizre’de, Silvan’da tanık olduğumuz “şok” edici işkence ve askeri güç gösterileri revaçtaydı.
Amerikancı 12 Eylül cuntacıları Latin Amerika cuntalarının siyasetini kopyalıyorlardı. Tarihten güncele gelen Türk devlet geleneği de buna uygundu.
Tasarlanan planın çerçevesi en genel çerçevesi
Önce toplumsal muhalefet tasfiye edilecek, sonra demokrasiye geçiş manevrası altında, toplumun ve insanların formasyonunu değiştirme derin operasyonu bunu takip edecekti.
Yıkıcı, suç işleyenleri besleyen, yaratan, fikir aşılayan kaynaklar kurutulacaktı.
Sadece bir siyasi düşünceyi ve bir kültürü değil, o siyasi düşünceye ve kültüre hayat veren iklimi, o havayı soluyan toplumun ve halk kesimlerinin formasyonunu değiştirici, ilerici insanlığın kazanılmış bütün değerlerini yok ederek yerine bencil, bireyci, ‘benden sonra tufan’ diyen toplum kurgulanacaktı.
Bu temelden doğru 24 Ocak Kararları adı altında neoliberal kapitalizme tekabül eden sınıfsal ve siyasal politikaları zorun yarattığı rıza üzerinden dayatılacaktı.
Bu hainane plan da Türkiye devrimci demokratik hareketinin payına, yoğun gözaltı ve işkence, cezaevlerinde işkence, tecrit ve ağır baskı politikalarıyla yaratılan irade kırılması üzerinden ‘makul’ solculuğa ‘ikna etme’ politikaları düşecekti.
Kürtlere ise içerisi ve dışarısı ile her yer Diyarbakır 5 No’lu Askeri Cezaevi olacaktı…
Kürtler kendilerini Kürt yapan insani değerlerin yok edilmesine karşı, devrimcisiyle, yurtseveriyle, hatta sıradan halkıyla ısrar edeceklerdi.
Yıllar ve yıllarca Cizre’de, Sur’da, Nusaybin’de, Botan’da, Dersim’de… eksilmeyen ‘karlı boranlı’ havalara rağmen büyüyen ‘tohum’ bunca zulme rağmen Türkiye halkından kopmama, Türkiye halkıyla sorunları etrafında ortaklaşma ve bütün bir coğrafyada barışı, demokrasiyi ve özgürlüğü kazanma mücadelesi sürüyor.
Bunca acının, kan ve gözyaşının, direnişin ve toprağa düşenlerin toprağın üstünde bir karşılığı olmalı…
Hayatta her şeyin bir karşılığı var!