Sayın Tayyip Erdoğan’a kamuoyu önünde açık mektup
Sayın Cumhurbaşkanı,
9 Temmuz 2021’de ve son olarak gelmek isteyip de herhalde Bartın-Amasra ilçesinde Kömür Madeni faciası nedeniyle gelemediğiniz, Diyarbakır ziyareti öncesinde yaptığınız açıklamada özetle ‘Diyarbakır Cezaevi’ni boşaltıyor, Kültür Merkezi yapıyoruz. Böylece kötü bir anıyı ortadan kaldırmış oluyoruz’ dediniz.
Emin olunuz ki doğru yapmıyorsunuz, Sayın Cumhurbaşkanı, doğru yapmıyorsunuz.
Türkiye, cumhuriyet tarihinin belki de en kritik bir seçimine gidiyor.
Seçimler üzerinden demokrasi yolculuğuna çıkarken, toplumun tüm kesimlerine saçılmış camdan kırıklar, sizin bu kararınızla maalesef Kürtlerin kapanmayan yaralarını deşiyor ve kanatıyor.
Biliyorsunuz ki Diyarbakır Cezaevi, Kürtlerin toplumsal hafızasında yoğun acı yüklü sembolik bir yere sahiptir.
Kürtlerin uğradığı katmerli haksızlığın, adaletsizliğin ama her şeye rağmen bir halkı halk yapan direniş ruhunun da cisimleşmiş ifadesidir Diyarbakır Cezaevi.
Türkiye’nin batısında yaşayan halk için ise Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlar ve bunların sonuçları, gözden ırak olduğu içindir ki, yeterince bilinmez.
Böylesine halkın içini acıtan bir görüş ortaya attığınıza göre Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi sizden de ırak olmalı…
– “Olmalı” çünkü çözüm sürecinde Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlara ilişkin görüşlerinizi ifade ederken,
– Uygulanan vahşetin sorumluları hakkında Diyarbakır Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu’nun çalışması ile ilgili bilgi sahibi olduğunuz halde,
– Bu Cezaevi çıkışlı 1500 eski siyasi tutsağın suç duyurularını alışılmışın ötesinde ciddi bularak soruşturma başlatan Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı’nın bitmek üzere olan çalışmasının durdurularak başka bir şehre tayin edilişi,
– Prof. Turgut Tarhanlı, İstanbul Barosu’ndan Av. Fikret İlkiz, Diyarbakır Barosu avukatlarından Tahir Elçi ve Ahmet Özmen, İnsan Hakları Aktivisti Nimet Tanrıkulu ve ben Celalettin Can yeni Cumhuriyet Savcısı’nı tanımak ve dosyanın geldiği aşamayı takip etmek için kendisini ziyaret ettiğimizde soruşturma dosyasının önce adeta yok sayılması, belgelerle ve yeni kayıtlarla ısrarımız karşısında, ‘bakacağız, kaygınız olmasın…’ türünden bir tutumla ‘dosyayı toparlamak için zaman istenmesi’…
Ancak… TCK’nin ‘İnsanlık suçunda zaman aşımı olmaz’ diyen 77’nci maddesine rağmen, tarihe havale edilmesi düşündürücü değil mi?
Hatırlayacağınız kanaatindeyim. Akil İnsanlar Heyeti toplantısı bitiminde katılımcıları uğurlarken, ‘Diyarbakır Cezaevi ile ilgili, Diyarbakır Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve adalet Komisyonu Heyetinin size brifing vermesi’ üst üste ‘talep edildiğinde’ rahatlatıcı ve sahip çıkıcı bir üslupla aynı şekilde üst üste ‘bilgim var, konuya hakimim’ biçimindeki yapıcı tutumunuz, Diyarbakır Cezaevi çıkışlı eski siyasi tutsaklara anlatıldığında, bu onlara ne kadar da iyi gelmişti.
Şimdi açıkladığınız ‘Kötü bir anıyı ortadan kaldırmış oluyoruz’ tutumunuz olsun,
Belediye başkanının partinizden olduğu bir İstanbul semtine dikilen devlet kahramanları anıtının başına, bahsettiğiniz ‘kötü anının’ uygulayıcısı Oktay Esat Yıldıran adının yazılmasının olsun, hakka ve adalete uygun bir izahının yapılması gerekmez mi?
Sayın Cumhurbaşkanı,
Diyarbakır Cezaevi’ni ‘Kültür Merkezi’ne dönüştürmek, oldu bitti, ‘unutalım’ demek mümkün değildir.
Yaşanmış, hakkında yüzlerce kitap, binlerce makale yazılmış, mahkeme kayıtlarına geçmiş, yaşananlar nesilden nesile anlatılarak bugünlere kadar gelmiş, somut işlenmiş insanlık suçları yok sayılamaz, önemsizleştirilemez.
Yaşanmış hakikatlerle yüzleşme ihtiyacı orta yerde dururken, içi boş Kültür Merkezi ve benzeri cilalı imajlarla toplumun ilerici güçleri tarafından aydınlatılmaya çalışılan toplumsal hafızanın karanlıkta kalması dayatılamaz.
Hakikatlerimizle yüzleşme konusunda Diyarbakır Cezaevi’nin özel ve kritik bir önemi vardır.
Türkiye’de toplumsal barış ve adalet isteniyorsa, yakın tarihin böylesi karanlık sayfalarının bütün ayrıntıları resmi Gerçek Komisyonları ile ortaya serilmeli, sorumluları tespit edilmeli, bu bilgi toplumsallaştırmalı, mağdurlardan resmen özür dilenmeli ve ‘bir daha asla’ diyebilmek için kötülüğün sembolü haline gelmiş olan bu tip yerler “İnsan Hakları Müzesi” yapımı üzerinden korunarak iyiliğin sembolü haline dönüştürülmelidir.
Sayın Cumhurbaşkanı,
Biliniz ki Türkler ve Kürtler olarak, birbirimizi anlamanın yolu Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan insanlık dışı vahşete varan uygulamaları sorgulamaktan ve bu uygulamalarla yüzleşmekten geçiyor.
Diyarbakır Cezaevi vahşetinin sorumlularını toplum vicdanında ve insanlığın ortak değeri hukukta yargılanmasını sağlayarak toplumsal yaraları adalet duygusuyla sarmaktan geçiyor.
Adalet ve toplumsal barış için bu ülkenin tüm demokrasi güçlerini yok edici karanlıkları var edenleri ve bu karanlıklarda var olanları, insan kişiliğini ve onurunu yok edenleri, insanlık suçu işleyenleri, demokrasinin aydınlığına, gün ışığına çıkarmaktan geçiyor.
Diyarbakır Cezaevi’ni İnsan Hakları Müzesi yapmaktan geçiyor.
Diyarbakır Cezaevi karanlık sayfasını kapatmanın yolu budur ve yapıcı bir barışa giden yol da budur!
Eminiz ki hatırlıyorsunuzdur; bir zamanlar Diyarbakır Cezaevi’nin “Duvarlarının dili olsa da konuşsa” dediğinizde de, mazlum Kürt halkı acılarının kalbine dokunmak istediğinize ne kadar da inanmak istemişti.
Ama şimdi o duvarları yıkıyorsunuz, halkın acılarından öğrenmesini, mazisini, yaşadığı zulmü ve her şeye rağmen ayakta kalmanın direniş ruhunu canlı tutmasını yerle bir etmek istiyorsunuz.
Vicdan hakikat yoluna ışık tutmalı ki, insanlarımız aşağı değerlerden arınsın, çoktandır yitirdiği adaletle huzur bulsun, büyük İnsanlığın yüce değerleri bu topraklarda gelişsin, kök salsın…
Sözün özü:
Yaşamış, düşüp kalktıklarının öğrencisi bir fani olarak şehadet ederim ki, “Adalet bir gün herkese lazım olur.”
Size de Sayın Cumhurbaşkanı…