Aktüel Yorum

Bir savaş daha kapıyı tıklarken

Duvar

Türk askeri konvoylarını sınır ötelerinde toz kaldırırken görmek bazı kesimleri sarhoş ediyor, hamaset deryasında tatlı rüyalarda yüzdürüyor. Bu baskın ruh hali, ‘milli çıkar’ manipülasyonu altında muktedirin kişisel hırs, kin ve husumetlerinin yön verdiği dipsiz maceralar karşısında itirazı olanları da sözsüz bırakıyor.

Birbirinden dehşetli onlarca örgütün elinde küredeki en büyük ‘cihadistan’a dönüşen İdlib’e son 8 ayda 10 bin 615 askeri araç sokan Türkiye’nin hedefi işgal değilse fiiliyatta olan ya da olacak olan belli: Kaçınılmaz bir savaşın önünde caydırıcı bir güç olmak ya da büyük bir savaşa hazırlanmak. Her ikisinin net sonucu Türk Silahlı Kuvvetleri’ni (TSK) cihatçı yığınların koruyucu ve kollayıcısı durumuna getirmektir. Bir dönem sonra Türk ordusundaki dönüşümü de bir ‘geçmiş olsun’ metni olarak okuyor olacağız.

AKP yönetimi, Suriye’nin vekâlet savaşlarına ve dış müdahalelere maruz kaldığı sürecin ana sorumlularından birisi. Şimdi bu kötülüğü kendi ‘özel gündemi’ eşliğinde tehlikeli miraslar bırakma pahasına sürdürüyor.
“Ruslarla rekabet” denilerek cazipleştirilen husumetler sayfasına bir de Kafkasya eklendikten sonra Suriye’de Türk askerinin bulunduğu hatlar hareketlendi. Kürtlerle temas hatlarındaki düşmanlık zaten molasız. Bugünlerde Ayn İsa etrafında yoğunlaşan saldırılar için özel bir neden aramaya gerek yok. Strateji belli; Kürtsüz kuşak için ateşe ara verilmeyecek; boşluklar doldurulacak; ola ki ABD ve Rusya’dan yeşil ya da sarı ışık gelirse Fırat-Dicle arası kesintisiz tampona çevrilecek. Afrin’de yağma düzeni zeytin mevsimi gelince yine kendini hatırlattı. Bir istismarın tarihi yazılıyor orada.

Gündemin zıpladığı asıl yer İdlib. Malum 16 Eylül’de Ankara’da Ruslarla askeri teknik toplantıda M-5 otoyolunun el değiştirdiği sırada Suriye ordusunun kontrol ettiği bölgelerde kalan Türk askeri gözlem noktalarının tahliye edilmesi talebi reddedilmişti. Şubattan beri Şeyh Akil, Anadan, Raşidin, El Eys, Tel Tukan, Surman, Arima ve Morek’teki askeri gözlem noktaları adeta ‘yem olsunlar’ diye korunuyordu. İlaveten M-5 güzergâhında Ruslarla mutabakatsız kurulmuş 9 askeri nokta da kuşatma altında.

15 Ekim’de hükümet ani bir kararla Morek’teki üssü boşalttırdı. Morek’ten çıkan askeri konvoy Zaviye Dağı bölgesine kaydırıldı. Yani sıcak çatışma hattına. Nasıl olsa Rus güvencesi var. Ama o güvence Türk tarafının uygun adımlarına bağlı.
Morek’teki çekilme diğer üsleri de kapsayacak şekilde devam ederse Türkiye’nin M-4 otoyolunu geçilmez bir kaleye çevirmekte kararlı olduğu, bunun için de savaşı göze aldığı, hatta savaşa hazırlandığı sonucu çıkar. Tabii ‘sahada ölecek askerimiz olsun ki masada bilek bükelim’ anlayışının şümulü sınırsız. Belli ki askeri varlık artık çok amaçlı kozlara dönüştürülüyor.

Türkiye, Suriye’nin iki atar damarı M-5 ve M-4 otoyollarının açılması konusunda 17 Eylül 2018’de Soçi’de bir mutabakatla taahhüt altına girmişti. Bu söz tutulmayınca Suriye ordusu Mayıs 2019-Şubat 2020’de M-5’i savaşarak geri aldı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Suriye ordusu şubat sonuna kadar çekilmezse gerekenin yapılacağı ihtarında bulunmuştu. Nihayetinde Erdoğan M-5’teki yeni durumu içine sindirip 5 Mart’ta Moskova’ya gitti. Bu kez M-4’ün açılması, yolun iki tarafında 6’şar km derinliğinde güvenli şerit oluşturulması ve terör örgütlerinin elimine edilmesi vaadiyle yeni bir mutabakat imzaladı. Mutabakata göre düzenlenen M-4’deki devriyeler tam bir oyalama mekanizmasına dönüştü. Yani bu mutabakat da kağıtta kaldı. Bir süredir Ruslar bastırıyor. Ve şimdi savaş geliyor.
Binlerce Türk askerini Suriye topraklarında sağa sola koşturmanın ilintili olduğu hedefler hâlâ bir gerekçe olarak pek çok kesimi tatmin ediyor. “Ya sonra” sorusuna asla yanıt vermeyen bir güvenli kemer oluşturma emeli 2015’teki Fırat Kalkanı’ndan beri var. Suriye ordusunu ne pahasına olursa olsun Suriye’nin sınırlarından 40 km uzakta tutmak bu stratejinin ana çerçevesi. Sahi sonra ne olacak? Diyecekler ki “Ya nasip…” Üç noktaya neler sığmıyor ki!

***

İdlib’de şubattan beri 140’ın üzerinde askeri nokta oluştu. Hepsi açık hedef. Güya caydırmak için. Bu tahkimatın kime nasıl yaradığı işin en umursanmayan çıktısı. Eski IŞİD’çı, IŞİD artığı, eski Kaideci, makyajlı Kaideci, hâlâ Kaideci, uzlaşmaz cihatçı, fırsatçı cihatçı diye renk diziniyle sıralayabileceğimiz kümelerle ortaklık nereye kadar sürecek? Ve bu sahne nasıl kapanacak? Bunlar hasbelkader sınırda bir toprak parçasını çevirip kendi düzenlerini kurmadı. Her şey Türkiye ve ortaklarının izlediği ‘yıkım’ siyasetinin sonucu. Üstelik yığınlarca milis dış politikanın müdahale araçlarından birine de dönüştü. “Bu örgütlerle daha çok işimiz var” havasındalar.

Aylardır MİT, IŞİD’in Suriye’deki ilk ve orijinal şubesi Heyet Tahrir el Şam’ın (HŞT) baskın olduğu İdlib’de örgütleri yoğurmaya çalışıyor. Amaç El Kaide’ye biatlı örgütlerin dışında kalıp Ankara’nın gündemine uygun davrananları ortak askeri konsey altında toplamak. Bir tarafta da savaşa hazırlık var: “Suriye Milli Ordusu” ve Ulusal Kurtuluş Cephesi çatısındaki gruplar şubattan beri en az 140 kampta eğitimden geçirildi. HTŞ de kendi taburlarını düzenli orduya dönüştürmekle meşgul. Bütün bunlar Türkiye’nin koruyucu kanatları altında oluyor.
Fakat her şeye rağmen üzerinde çalıştıkları hamur maya tutmuyor. İdeolojileri bir kenara cihatçı havuzu, bir ittifak kurup üç bölünen bir husumetler keşmekeşi. Son olarak Türkiye’nin gözde örgütü Ahrar el Şam karıştı.
Türkiye ile uyumlu giden Ahrar el Şam lideri Cabir Ali Paşa ile HTŞ’ye yakın duran askeri kanatlar arasındaki kavga örgütü bölünmenin eşiğine getirdi. Ali Paşa askeri kanat sorumlusu Ebu el Munzir ile birlikte 6 önemli komutanı görevden aldı. Yerine başkalarını atadı. Açığa alınanlar Ali Paşa’ya meydan okuyor. Hepsi sadık askerlere sahip. Eski lider Hasan Sufan da ‘asi’ komutanlarla birlikte. Bazı önemli komutanlar ise Ali Paşa’ya biat tazeledi. Sufan’ın son iki yıldır HTŞ lideri Ebu Muhammed el Colani’ye yakınlaştığı biliniyor. Bir spekülasyona göre HTŞ içinde Ali Paşa’ya darbe yapıp Ahrar’ın başına Sufan’ı geçirme planı tartışılıyordu. Kriz bu yüzden patlak verdi. Dün akşam Ebu el Munzir’in HTŞ’nin yardımıyla Eriha ve Fua’da Ahrar’ın merkezlerini bastığı haberleri geldi. Darbe girişimi senaryosu böylece gerçeğe dönüştü.

HTŞ de kendi içinde Türkiye’yle uyumlu giden liderlik kadrosu ile radikal kanatları arasında ayrılıklar yaşıyor. Bunun yanı sıra HTŞ ‘radikal’ bir alternatif olarak ortaya çıkan Hurras el Din, Ensar el Din, Tensikiyat el Cihad, Ensar el İslam ve Mukatilin el Ensar gibi örgütleri elimine etmeye çalışıyor. Bu hamleleriyle Türkiye’ye de “Bana dokunma, ben senin işini yapıyorum, bir muhatap olacaksa o da benim” mesajı veriyor. HTŞ’nin onlarca kişiyi Türkiye’nin talebi üzerine alıkoyduğu da konuşuluyor. Fakat HTŞ’nin bu şekilde Türkiye ile paslaşan çizgisi selefi cihatçı kesimlerin tepkisini çekiyor. Cihatçı alemin önde gelen ideoloğu Ebu Muhammed el Makdisi 19 Ekim tarihli fetvasında HTŞ’yi (Nusra) Türk istihbaratının kuyruğu olarak niteleyip bu örgüte katılmanın ve iş birliği yapmanın caiz olmadığını buyurdu!

Türk istihbaratı geçen haftalarda ortak askeri konsey için bazı toplantılar yapmıştı. Ama muhatapları Osmanlı padişahlarının adlarıyla çağrılan Türkmen tugayları gibi kolayca emirle sıralanan örgütler değil. HTŞ bir konsey kurulacaksa bunun diğer örgütleri kendi kontrolü altına alacak bir mekanizma olmasını istiyor. Diğerleri ise HTŞ’nin kendini feshedeceği, bu olmazsa en azından isim değiştireceği, böylece terör damgasından kurtulacağı bir seçeneğe bakıyor.

Şeri ahkâmların birbirini kovaladığı İdlib cehenneminden bir konsey çıkar mı? Çıkarsa konsey sayesinde terörist damgasından kurtulabilirler mi? Elbette ABD terör örgütleri konusunda pek seçici. Mesela El Kaide çizgisindeki örgütleri SİHA’larla vururken HTŞ’ye dokunmuyor. Seçici son saldırı 22 Ekim’de Salkin’e bağlı Cakara köyünde gerçekleşti. 11’i komutan, beşi yabancı toplam 17 kişi son akşam yemeğindeydi. HTŞ, ABD sayesinde hasımlarından kurtuldu!

Açıkçası Türkiye’nin himayesinde bu örgütlerin korunması Amerikalıların da işine geliyor. Nusra ve devamında HTŞ’yi terör örgütü listesine almaları pratikte bir önleme dönüşmedi. ABD’nin Aralık 2012’de Nusra’yı terör örgütleri listesine almasına çok içerleyen Ankara o gün bugündür bu örgütleri ılımlılık makyajıyla makbul hale getirmenin gayretinde. Ama 7 yılda isimler değişti, çatılar kuruldu yine de yoğurdukları o hamur bir şeye benzemedi. Benzemez de.
Bu tablo karşısında dehşete kapılması gerekenler aldatıcı bir erdemle sükûneti temin ediyor. Gökten nasipmiş gibi felâket!

Fehim Taştekin

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te muhabir olarak başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Bir dönem Ajans Kafkas’ın kurucu editörü olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya dek İMC TV’de dış politika programları yaptı. Gazete Duvar ve Al Monitor’da köşe yazılarına devam ediyor. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.
Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Reklamı engelleyerek iyi yapmışın, yazıya odaklanmakta fayda var.