Aktüel Yorum

GİTMEK…

Bazen herkes bir yerlere gitmek ister; sıkılınca, yenilince, terk edilince, bıkkınca, yeni bir şey görmek isteyince…

Herkesin bir gitme hikayesi ve nedeni vardır. Biri, arabesk bir aşkın pençesinde, işkenceye dönüşen yaşamından kurtulmak için alıp başını gitmek ister. Biri, ekonomik nedende çaresizleşir, biri yaşama karşı aciz kalır, her şeyi bırakıp gitmek ister…

Gitmek isteyen herkes, geriden her şeyi bırakmak, bütün sıkıntılarında kurtulacağını düşünür.

Hamburg’a usul usul yağmur yağıyordu. Ne parlayan bir yıldız, ne de mehtap vardı. Sanki Gece Karası gözlerin düşmüştü şehrin üstüne, her yer her şey kapkaraydı.

Sen yoktun…

Çekip gitmiştin anlamsız bir zamanda, vakitsiz bir ecel gibi.

Gidişin, yüreğime sığmayan bir sancıydı şimdi. Ellerindeki keskin aşk bıçağı ile durmadan, ince ince yüreğimi kanatıyordun. Çaresizlikten, yüreğim göğüs kafesimi bir zıpkın gibi yaralıyordu.

Kulaklarımda, Yaprak dökümünün “Yoksun” şarkısı, bozuk bir plak gibi durmadan tekrarlanıyordu. Tek armağan gibiydi senden kalan…

Artan bir acı ile Gri Yaşama hüznüm düşüyordu. Islak kirpiklerim arasında görebildiği kadarı ile baktığım her yere düşen siluetinle birlikte, kaldırım taşlarında yürüyordum.

Yaşam, devrilen bir enkaz gibiydi yokluğunda…

Ve gitmek istiyordum, terk etmek her şeyi, her şeyi geriden bırakarak. Biliyordum parçalanan beni toplamak, toparlamak çok kolay olmayacaktı. Her semtte, her Barda, her caddede bir parçam geride kalıyordu. Her yudum alkolde, Gece Karası gözlerin biraz daha üstüme düşüyordu…

Ellerim bir fazlalık gibi etrafımdan, boşluğa düşen bir cisim gibi dolaşıp duruyordu. Sonra sığınacak bir yeri vardı, usulca girdiler. Adımlarım ise nereye götürebilceğinin bilinmezliği ile şaşkındılar.

Zaman mı durmuştu yoksa gecemi daha karanlık olmuştu bilmiyorum ama Elbe nehrin sert rüzgarının yüzüme değmesi ile parlayan aydınlatma ışıklarının yanında olduğumu fark ettim. Sonra, suyun derinliklerine düşen düşlerimi aramaya başladım, yoktun…

“Sular birbirlerine ulaşırlarmış” diyorlar, bilmiyorum ne kadar gerçek ama ellerimi suyun içine daldırdım, hani belki bir gün sende bir su kenarına gider, aklına düşerim de, ellerini suya sokarsın diye, hiç olmasa aynı suya değmiş olacaktı ellerimiz…

Sonra usulca göğsümü zıpkın gibi yaran yüreğimi suya bırakıp gerisin geri geldim.

Sokaklarda, semtlerde, Barlarda bıraktığım parçalarımı tek tek toplamak istedim.

Hani giderken, bana ait olan hiç bir şeyin geride kalmasın istedim. Topladığım her parçam yerine yenisini bırakarak gittim.

Giderken en iyisi mi her şeyi bırakmaktı!

Şehirleri, semtleri, caddeleri, Barları, aşkları, sevgilileri, dostları, arkadaşları…

Nereye mi gidecektim, bilmiyorum…

Belki Singapur’da balıkların ağızlarında getirdikleri aşk tutkusunda seni arayacaktım, belki Saygon’da bir şişe pirinç rakısına kendini satan “fahişelere” hıncımda küfür edecektim, belki Beyrut’ta, sana gelmek için uçak kaçıracaktım, belki aşklar şehri Paris’te, kırmızı şaraba düşen gülüşlerini içecektim, belki kristal şehir Prag’ta yüzüne koşacaktım, belki Karaca dağ serinliğine hasretimi bırakacaktım, belki de bir kaç gece içmez parmağına bir yüzük alırdım…

Bilmiyordum!

Yalnızca bazen gitmek gerektiğini biliyordum ve şimdi zaman tam da o vakitte vuruyor.

En kötüsü neydi biliyor musun, sen yoktun ve ben beni alarak gidecektim. Yani bu demekti ki her şeyi yanıma alıyor olacaktım.

Bir yanıt yazın

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Reklamı engelleyerek iyi yapmışın, yazıya odaklanmakta fayda var.