Aktüel Yorum

ABD-Çin itişmesi

Post-modern karakterli yeniden paylaşım savaşının eskisine nazaran çok daha hassaslaştığı bir sürece girdik. Buna yol açan bir çok faktör var ancak asıl belirleyici öğe savaş derinleştikçe savaşın yürütücüsü temel aktörlerin güç oyunlarını kurgulamak ve hayata geçirmekte zorlanmaları. Elbette vicdanın itirazı, barış arayışı da bu çatlaklarda giderek isyana dönüşüyor…

Öncelikle 3. Dünya Savaşı’nı yürüten ana aktörlerin pozisyonlarını kısaca özetlemeye çalışacağım. ABD, savaşta yürüttüğü ana stratejisi Çin’i kuşatma, kısıtlama ve zamanla çatışmaya sürükleme diye özetleyebileceğimiz yöneliminde ısrarlı. Ancak hali hazırda devam eden Ukrayna savaşını ve İsrail’in katliamcı politikalarını beslemek kaçınılmaz olarak öncelikleri arasında. Geçen hafta ABD yönetimince onaylanan “yardım paketi” de bu “aciliyetler”i yansıtır nitelikte. 95 milyar dolarlık pakette, 61 milyar dolar Ukrayna’ya askeri destek, 26 milyar dolar İsrail’e askeri destek, 8,1 milyar dolar da Hint-Pasifik bölgesine (Tayvan) destek amacıyla ayrılıyor.

Uzak Doğu’da ise Çin’e karşı ittifaklar yenileniyor, bölgeye daha fazla asker kaydırılıyor, kaynak ayrılıyor, askeri tatbikatlar yapılıyor. Ayrıca bölge ülkelerine silah satışları yapılıyor. Çin’e dönük Trump döneminden başlayan ambargolarınsa kısmen sonuç verdiği görülüyor. Bazı yabancı ve Çinli sermayedarların mesela Meksika gibi daha rahat üretim yapabilecek ve pazarlara ulaşabilecek coğrafyalara taşındığı görülüyor.

Ayrıca ABD şimdilik Çin’le diplomatik temaslar aracılığıyla ilişkileri bir dengede tutarak Pekin’in Moskova’ya yakınlaşmasını engellemeye ve Ukrayna savaşında Rusya’yı besleyen bir kanal olmaktan çıkarmaya çalışıyor. ABD Dışişleri Bakanı Blinken’in geçen haftaki Çin ziyaretinde “Çin bu sorunu (transatlantik güvenliği yani Rusya’ya çift kullanımlı mal satışı) çözmezse biz çözeceğiz” türünden yaptığı mahiyeti  belirsiz tehditvari açıklamaların Çin yönetimi nezdinde bir geri adıma yol açacağını beklemek yanılgı olur. Pekin yönetimi ABD’ye dönük rekabet yerine ortaklık, karşılıklı saygı, ilişkilerde istikrar gibi sözcükler eşliğinde temkinli ancak kendi hegemonik pozisyonunu koruma ve geliştirmekte ısrarlı bir politika izliyor.

Ayrıca son dönemde savaşta ittifaklar daha belirgin bir tarzda şekillenmeye başladı. Artık Rusya, İran, Çin ve Kuzey Kore daha açıktan birlikte hareket ediyor. Yine Blinken’ın ziyaretinde Çin’den İran’ın üstündeki nüfuzunu kullanarak savaşın Orta Doğu’da yayılmasını engellemeye dönük çaba içine girmesini istemesi ise Amerikan stratejinin boşluklarına işaret ediyor.

Nitekim Blinken ziyaretinin hemen ertesinde Çin bu açığı değerlendirmek için yeni bir adım attı. Pekin yönetimi Filistin için birlik görüşmelerinde Hamas ve El Fetih’e ev sahipliği yapacağını açıkladı. El Fetih ve Hamas’tan yetkililerin Pekin’de bu hafta sonu bir araya gelmesi bekleniyor. Çin eğer Filistinli gruplar arasında uzlaşma sağlayıp “ulusal birlik”i ilerletebilirse ABD karşısında Orta Doğu’da el artırmış olacak. Özellikle İsrail’i bu zeminden hareketle uzlaşmaya zorlayabilirse hem Netanyahu rejimini yıpratabilir hem de Biden yönetimi ya da herhangi bir başka gücün (mesela TC) yapamadığını yapmış olarak bölgede nüfuzunu büyütecektir.

Tabii henüz olmuş bitmiş bir şey yok. Ancak Çin’in Filistin’in BM’ye tam üyeliğinde ısrar etmesi (Geçtiğimiz günlerde BM Güvenlik Konseyi Cezayir’in önerisiyle bu başlıkta toplandı ancak tasarı ABD’nin karşı çıkması nedeniyle reddedildi) İsrail’i uluslararası kurumlar nezdinde işgalci olarak nitelemesi, İsrail-Filistin barış konferansı toplanmasını istemesi, iki devletli bir çözümün uygulanmasına zorlaması gibi politikalar özellikle Orta Doğu’da Çin’in kaçınılmaz olarak etkisini artıracaktır.

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Reklamı engelleyerek iyi yapmışın, yazıya odaklanmakta fayda var.