TC emperyalizmi ve “muhalefet”
İçinde bulunduğumuz post-modern karakterli yeniden paylaşım savaşının ayırt edici özelliklerinden biri de herkesin herkesle “dost” ya da “düşman” olma potansiyelini barındırıyor oluşu. Bu durum biraz 1. Dünya Savaşı ve hemen ertesinde Kafkasya’yla Orta Doğu’daki çekişmeleri hatırlatıyor. Ekim Devrimi bu zemini şekillendiren önemli dinamikler arasındaydı.
CIA ve MI6 başkanları Financial Times’a yazdıkları ortak makalede bu “belirsizlik” haliyle ilgili serzenişte bulunuyorlar. Artık güvendiğimiz veya saygı duyulan müttefiklerimiz yok, diyorlar. Özellikle yeni teknolojiler ve yapay zeka üzerinde durarak kendilerini bu yeni sürece adapte etmenin yollarını arıyorlar.
Türkiye’deki hakim rejim de kendi planları ve gücü oranında politikalarını uyumlulaştırma arayışında. Kuşkusuz Mısır’la yakınlaşma bu durumun bir uzantısı. TC emperyalizmi son yıllarda Afrika genelinde çeşitli biçimlerde etkinliğini artırıyor. Örneğin Etiyopya ve Sahel ülkelerine dron satarken Somali askerlerini eğitmek bahanesiyle bu ülkeye TC’nin yurt dışındaki en büyük askeri üssünü kurdu. Somali’de üç bölgede petrol ve gaz arama imtiyazını da elde etti. Kısaca derdi bu coğrafyayı -tıpkı Osmanlı’nın yaptığı gibi-sömürgeye dönüştürmek. Ancak kimin ne yapacağının yarın dahi belli olmadığı bir zaman diliminde bu tür süreçlerin rakipsiz ve sorunsuz yürümesi beklenemez.
Rusya ve Çin’in bölgedeki emperyalist etkinlikleri bu yazının konusu değil, ancak Mısır’ı konuşabiliriz. Uzun zamandır Mısır Nil’in suları üzerine kurulan Rönesans Barajı ile ilgili Etiyopya ile problemli. Bir de buna Etiyopya’nın Kızıldeniz’e erişim için uluslararası anlamda tanınmayan Somaliland ile anlaşma imzalaması eklendi. Bu olay 80’li yıllarda bir bağımsızlık savaşıyla Somali’den ayrılan Somaliland’in varlığına karşı olan Mogadişu yönetimiyle yakınlaşmak için Kahire yönetimine bir fırsat verdi. Sisi’nin Türkiye ziyareti sırasında Mısır Somali’ye 10 bin asker gönderme kararı aldı. Askerler daha çok Etiyopya sınırında konuşlanacak. Mısır bölgede nüfuzunu artırırken aynı zamanda Etiyopya’nın tek taraflı olarak baraj dolumunu engellemeyi hedefliyor.
Somali ile Etiyopya arasında da gerilim var. Addis Ababa ordusuyla ülkenin en kalabalık etnik gruplarından Amharalar (Toplam nüfus içinde yüzde 27 ile yaklaşık 20 milyon nüfusa sahip ağırlığı Ortodoks Hristiyan olan bir grup) arasında çatışma var. Bu Somali sınırında gerilimlere ve çatışmalara yol açıyor. Aynı zamanda Etiyopya tarafında kamplarda yaşayan Somalili mülteciler süreçten olumsuz şekillerde etkileniyor. Son olarak geçen hafta Somali aradaki El Galabat sınır kapısını kapattı.
Türkiye emperyalizminin Afrika Boynuzu’nda nüfuz artırma arayışları bu süreçten etkileniyor. Zira hem Somali hem Mısır hem de Etiyopya ile ilişkilerini (TC 2020-22 arası Tigray halkına dönük yapılan soykırımı Addis Ababa yönetimine dron satarak destekledi, satışı sürdürüyor, şimdi de Mısır’a satıyorlar) koruma derdinde. Bu yüzden Somaliland, Somali ve Etiyopya arasında arabuluculuk yapmanın yollarını arıyorlar. Mısır’la da arayı bozmamaya kuşkusuz özen göstereceklerdir. Aynı zamanda ABD’nin de bu bölgede daha önce “terörle mücadele” bahanesi üzerinden deklare edilen desteğinden de mahrum kalmak istemeyeceklerdir..
Erdoğan-Sisi yakınlaşmanın asıl belirleyeni ise Türkiye dahil bölgedeki sermayenin üretim için belli kolaylıklar nedeniyle Mısır’a yönelmesi. Ancak TC’nin doğal gaz başlığında Rusya’ya bağımlılığı azaltmak için Mısır’ın kaynaklarına ihtiyaç duyması; aynı zamanda Libya’nın paylaşım sürecinde TC’nin pay kapmak için Kahire ile paralellik yakalama ihtiyacı gibi başlıklar da buna eklenebilir. Doğal olarak Rejim bütün bunları “bölgesel istikrarın korunması ve enerji güvenliğinin sağlanması” diye satıyor.
Bir diğer önemli mesele ise İsrail’in Filistin halkına dönük geliştirdiği soykırım sürecinden her iki devletin de kârlı çıkma arayışıdır. Şunun altını bir kere daha çizmekte yarar var; her iki ülkedeki rejimin de Filistin halkının geleceği ile ilgili en ufak bir kaygısı olduğuna dair somut işaret yok.
Bir diğer başlıksa Esad-Erdoğan yakınlaşmasında zemini yumuşatma işine Sisi soyunmuş gözüküyor. Zira Kahire yönetiminin önerisi ve Esad’ın olur vermesiyle TC 13 yıl aradan sonra Arap Birliği Dışişleri Bakanları Konseyi toplantısına davet edildi.
Bütün bunlar olurken Türkiye’deki muhalefet rejimin emperyalist arayışlarının karşısına çıkmak yerine “Erdoğan hezimete uğradı, geçmişte şöyle yapmıştı şimdi tükürdüğünü yaladı”yla sınırlı kalan gerçek anlamda hiçbir politik karşılığı olmayan kendi kendini avutma halinde. Aslında sorun rejimin yürüttüğü emperyalist politikaları psiko-ideolojik olarak benimsemeleri. Başka halkları ve toprakları köleleştirmek, yakıp yıkmak ve nihayetinde yok etmeyi hakları olarak görüyorlar. Bütün bunlar sadece rejimin manipülatif gücünden kaynaklı değil, TC’nin kuruluş değerleriyle ilgili. Bu TC’nin varoluşuna içkin bir durum. Hasır altı edilmeye çalışılsa da orada bolca kan var. Rojava’ya Başûr’a yapılan işgal saldırılarına ses çıkarmamaları da bundan.
“Sol”dan eleştirinin bir nüansı daha var. “TC’nin o kadar gücü yok…” Burada aslında görülen temelde rejimin yaptığına yani başka halkları köleleştirmesine bir karşı çıkış değil, sadece 70’li yıllardan kalmış bir inanç durumu.
Neye, nasıl karşı çıkacağımızı bilirsek ve buna uygun davranırsak pekala bütün bunlar değişebilir…