Yüreğin kadar insansın
Kimi insanların yüzüne baktığınızda gözünüz gönlünüz canlanır.
Bir anda hafifler üzerinizdeki sis perdesinin dağıldığını fark edersiniz.
Belki onların gözlerinden size doğru akıp gelen sevgi pınarını göremezsiniz ama kalbinizin ısındığını hissedersiniz.
Baharda doğanın canlandığı gibi, o samimi sıcak bakışlar da sizin gönlünüzü yeşertir.
Fiziken canlanırken ruhen de güçlenirsiniz.
Onlar, kalbimize dokunanlar, onlar “iyi ki varsın” dediklerimiz.
Başınız dara düşse, bazen siz bile daha anlamadan koşup gelirler yanıbaşınıza.
Yüzümüzdeki tebessümün sebebi olurlar.
Hayat enerjimiz azaldığında varlıklarıyla bize güç verirler.
Bu hep böyledir;
Kalbindeki duygularını koruyabilen insanın iyiliği yüzüne de yansır.
Herhalde bu yüzden “Kalbinin güzelliği yüzüne yansımış” denilir.
Ve yine kimi insanların gözlerine baktığınızda üzerinize gelen buhrani ağırlığı hissedersiniz.
Sis perdesi sarar etrafı net göremezsiniz.
Ve soğukta titrerken bulursunuz kendinizi, yüreğiniz ürperir.
Sanki yağmur sonrası akan çamurlu sel suları gibidir… Bakışlarından etrafa yayılan negatif enerjileri sizinde ruhunuzu kirletip geçer.
Üzerinize çöken ağırlığın sebebi muhatap olduğunuz kalbin kirden çamurdan olması ve dokunduğu her yeri kirletmesidir.
Yüreği taşlaşmış insanlar vardır, sokakların asfaltı gibi kalpleri de katılaşmış taşlaşmıştır.
Kurak toprakların zamanla kuruyup katılaşması gibi, kurak ve verimsiz… Sert kaya parçaları gibi, acımasızca kesip geçer…
Desem ki bana öyle geliyor, hayır.
Son zamanlardaki genelde sohbet konusu bu.
Zamanla insanların negatif değişimi, öfke şiddet hasetlik vefasızlığın etkileri.
Nasıl ki sokaklar asfalt, etraf beton yığınına dönüştü insanların kalpleri de taşa döndü.
Her yer beton yığını.
Tıpkı her yere yayılan sevgisizlik samimiyetsizlik gibi…
Şöyle kıyıdan köşeden boy vermeye yeşermeye çalışan güzellikler de acımasızca katlediliyor.
O soğuk ortam, negatiflik kendi insanlıkları gibi gelişmeye çalışan ne varsa beraberinde yok ediyor.
Yeşermesini gelişmesini engelliyor.
Acımasızca katlediyor.
Hangi ara ve neden hayatın renklerini grileştirdik?
Ne oldu da insanlar doğasına zıt karektere dönüştü?
Hangi sebep insanları bu değişime yönlendirdi?
Hayat şartları mı?
Ne?
Eskiden yollar topraktandı.
Toprağa düşen yağmuru ağaçların kökleri çekiyordu.
Havayı insana huzur veren toprak kokusu sarıyordu.
Arada seller olsa da yağmur düştüğü toprağa bereketiyle dönüyordu.
Asfalt döşenmiş yollarda yağmur felaket olarak dönüyor.
Döner tabii, yağmurun üzerine düşeceği tutunacağı toprak kalmadı ki…
Tıpkı yüreğine düşecek sevgi, saygı, dostluk, fedakarlık, yardımlaşma gibi değerlerinin olacağı insanların kalmadığı gibi.
Kaldıysa da pek fazla ortalarda görülmüyorlar… Gözlemlediğim çoğu insan ilişkilerinde modernize olma adına tamamen farklı yöne gelişiyor.
Sevgisizlik, güvensizlik, egoistlik, paylaşmama insanları olabildiğine yalnızlaşmaya itiyor. Tek kişilik hayatlar sürülüyor, kimse kimsenin ne yaşadığını bilmek istemiyor.
Güzel bir söz geldi aklıma, ne demişlerdi?
“Süte su karıştı, sonra söze yalan, mideye haram.
İşte insan burada bozulmaya başladı.”
Nasıl ki biz bir insanız, madem ki biz kainatın aynasıyız.
O zaman Hak’kın varlık deryası olalım.
İnsanı Hak’ta, Hak’kı insanda arayalım…
Her şey bizim elimizde, iyilikte kötülükte.
Eğer görmek istediğin güzellikse, gözlerin güzel bakar yüreğin güzel görür.
İşin aslı da bu…
Gülseren Kaya