Aktüel Yorum

Hayret, ne kadar çok benziyor O’na

Kapitalizm/Emperyalizm, 21. yüzyılın başında neo-liberal aşamada kaçınılmaz kriz ve çıkmazlara girdiğinde bugün peydah olan sağcı popülist ideoloji ile (Trump, Putin, Erdoğan, Duterte, Orban, Bolsonaro…vs…)  ayakta kalmaya çalışıyor. Irkçılık, ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, hukuksuzluk yükseliyor. Dünyanın çeşitli bölgelerinde savaşlar da devam ediyor.

İlginçtir son dönemlerde Batı’da, hem medya hem de akademik alanlarda, 2. Dünya Savaşı öncesindeki durum ve Hitler ile kıyaslamalar arttı. Totalitarizm tartışılıyor. Hannah Arendt yeniden gündemde. Fransız medya eleştirmeni Daniel Schneidermann, ”Berlin 1933” başlıklı incelemesinde, Trump’ın iktidara gelişini çözebilmek için, Hitler döneminin Berlin’ini ve o dönem başkentte görev yapan yabancı gazetecilerin yayınlarını, çalışmalarını inceleyen bir kitap yayınladı.

Yeni bir siyasal/toplumsal/kültürel olayı, gelişmeyi kavramaya çalışırken, biraz da kaçınılmaz olarak, eskiden bildiğimiz olay ve gelişmelerle kıyaslamalar yapıyoruz. Benzerlikler ortaya çıkıyor. Normal. Ne var ki faşizm 20. yüzyılın ideolojisi. Ve bugün her istibdat rejimine ”Faşist” damgasını yapıştırmak sanki işin kolayına kaçmak oluyor. Halbuki 21. yüzyılın ikinci on yılında ortaya çıkan rejimlerin, ülkeden ülkeye değişse de, tabii ki faşizmle ortak yanları var ama ayrıca kendine has, güncel, yeni nitelikleri mevcut. Tarih tekerrürden ibarettir, sözü doğru değil. Çünkü bazı şeyler tekrar etse de, hiçbir şey aynen tekrar etmiyor. Tekrarın tekrarı da mümkün değil.

Alman siyaseti ve Nazi rejimi uzmanı iki Fransız tarihçi, J.Chapoutot  ve C. İngrao’nun yeni çıkan ”Hitler” biyografisinde (PUF, 212s. Ekim 2018) , Führer’in kişiliği, özel hayatı ile Almanya’nın siyasal ve toplumsal yaşamı paralel bir şekilde değerlendiriliyor.

Alman tarihi ve Hitler konusunda çok fazla bilgim yok. Keza Nazizmin oluşması, gelişmesi ve yenilgisi konularına da pek yakın sayılmam. Ne var ki kitabı okurken, kafamda otomatik olarak Türkçe’ye değil Türkiye’ye çevirdim metni. Tabii ki hiçbir şey mekanik, otomatik değil: 1889-1945 Almanya’sı 1954-2018’in Türkiye’si değil. O da Hitler’in çağdaş ikiz kardeşi değil. İki yaşam öyküsünü, iki toplumu yan yana koyduğumuzda ince eleyip sıkı dokursan çok sayıda farklılıklar görebiliriz. Yine de beni şaşkınlığa uğratan bir sürü benzerlik hatta özdeşlik buldum.

İkisi de mesela babalarını pek sevmiyor, onlardan sözetmiyor, ama iki şahıs da annelerine pek düşkün. İki şahıs da doğru dürüst eğitim alamamış. Birisinin diploması tartışmalı, öteki Güzel Sanatlar Fakültesi giriş sınavlarında iki kez başarısız olmuş. İkisi de iktidara gelmeden önce hapis yatmış. Üstelik hapis koşulları neredeyse aynı: Her gün istediği kadar ziyaretçiyi açık görüşte ağırlayabilmişler, rahat bir hapishane hayatı geçirmişler. İkisi de iktidara gelirken, rakipleri ve kamuoyu tarafından önemsenmemiş, hatta iktidara gelmeleri bile öngörülmemiş.  İkisi de koltuğa oturduktan sonra geçmişlerini yadsıyıp, değiştiklerini iddia etmişler. Hitler, bizzat çavuş olarak katıldığı 1.Dünya Savaşı’ndaki yenilgi nedeniyle ağır travmalar geçiriyor. Öteki ise Osmanlı’nın yıkılışını henüz tam olarak hazmedememiş. İkisinin de taraftarları ve yakınları nezdinde karizmatik özellikleri var. Ama ikisi de diyalog düşmanı. Ve monologçu adamlar. İkisi de hiç kimseye güvenmiyor. Kurmaylarını, danışmanlarını pek dinlemiyorlar. Bütün dünyada sadece kendileri yaşıyor gibi davranıyor. Aslında bir ortak yanları da patolojik olarak benmerkezci olmaları. İkisi de propagandaya özel önem veriyor. Yalanın egemenliğini sağlamak için benzer yöntemler kullanmışlar. Birisi askerlikten hiç anlamadığı halde ordunun başında özellikle sonlara doğru milyonlarca vatandaşının ölümüne neden oluyor. Ötekisi hiçbir şeyden anlamadığı için her alanda fiyaskoyla sonuçlanan girişimlere imza atıyor. Hitler de benzeri de, hem bizzat kendileri hem de çevreleri, aslında bu iki adamda hiç olmayan bir takım nitelikler atfediyor: Dahi, Dünya Lideri, Usta filan gibi… İkisi de kabul etmek lazım, aslında iyi örgütçü. Ne var ki ikisi de örgütlenmeyi belirli bir siyaset ya da ideoloji temelinde değil, esas olarak şahsi yani kendine bağlılık, biat üzerinden sağlıyor. İkisi de iyi hatip. Alman olanı aslında tembel bir adam, ötekinin çalışkan olduğu söylenir. Hitler de öteki de, esas olarak kriz üzerinden güç topluyor. Her sıkıştığında kriz çıkartmada çok mahirler. İkisi de milli ve yerli sınırları yetersiz bulup, sınırötesi saldırılar planlıyor ve gerçekleştiriyor. İkisi de menfi bir şekilde nostaljik. Çok ilginç, ikisi de demokrasiyi ve parlamentoyu iktidarı ele geçirip diktatörlüklerini kurmak için bir araç olarak kullanmış. Bunu da açıkça söyleyip yazmışlar. İkisi de,  doğrudan siyasi olmayan mesela spor gibi bir alanı, kendi siyasi amaçları için değerlendirmiş/sömürmüş. İkisi de rasyonaliteden çok uzak, tutkuları yönlendiriyor düşünce ve eylemlerini. Yahudi ve Bolşevik düşmanlığı bir başka ortak yanları. Başkaları da ikiliye benzer şekilde yaklaşmış: Hitler’e 1938 Münih yatıştırması, ötekine de Avrupa’nın farklı başkentlerinden Münih selamı veriliyor. Beyefendiler farklılıktan, çoğulculuktan hiç hoşlanmıyor. Her ikisi de koyu tekçi zihniyetin temsilcileri. İkisi de ”Ya Hep Ya Hiç”  düsturunu benimsemiş. Esneklik yok yani. Sert adamlar vesselam!

Başka ortak yanlar ve benzerlikler de var.

Gelelim farklılıklarına: Adolf’un parlak olmasa da ressamlığı var. Ötekinin yok. Nazi, biliyorsunuz, Nasyonal Sosyalist’in kısaltılmışı. Dolayısıyla başlangıçta parti içinde işçilerin haklarını savunan sosyalist bir kanat, sosyalist bir eğilim mevcut. Ötekinde bu hiçbir zaman olmadı. Hitler, gerek partisinin başına geçtiğinde gerekse iktidara yürürken yanına, aslında küçümsenmeyecek sayıda bilgili, kültürlü, asilzade falan insanları çekebilmiş. Diğer örnekte, belki sadece ilk başta kısa bir süre için geçerli bu uygulama. Adolf, öyle sıkı bir dindar değil, esas olarak ırkçı. Benzerinde ise durum tersi: Kendisini sıkı bir dindar gibi göstermeye çalışıyor, ayrıca da ırkçı.

Kitabı bitirdiğim gün, Türkiye’yi iyi bilen Alman bir meslekdaşla konuşuyorduk: ”Bak bu benzerlikleri düşünmemiştim ben. Senin Öteki, acaba  ‘Mein Kampf’ı mı hatmetmiş ve uyguluyor?” diye sordu. ”O pek kitap okumaz. Yalnız bir keresinde Başkanlık Sistemi’ni överken isim vererek Hitler’den sözetmişti” dedim.

Faşist olmak için Mein Kampf’ı okumak şart değil. Faşizm, toplumsal, ekonomik, siyasi, kültürel koşulların oluşturduğu bir rejim. Kişisel temelde bakacak olursak, yine toplumla, kültürle, siyaset ve eğitimle ilgili bir ideoloji.

Anlıyoruz ki, Hitler’in de Ötekinin de içinde, yani gönlünde ve aklında zaten varmış faşizmin tohumları.

Bir fark daha var ikisi arasında: Hitler, iktidara geldikten 12 yıl sonra intihar ederek aramızdan ayrıldı.

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Reklamı engelleyerek iyi yapmışın, yazıya odaklanmakta fayda var.