Aktüel Yorum

Suriye kartları ne zaman karıldı.

Bir gerilim filmi izler gibi Suriye’deki gelişmeleri izliyoruz. Her gün yeni haber ve yorumlarla uyanıyor, bugün ne oldu acaba diye kendimizi TV-Haber ve Youtube kanalarına atıyoruz. Suriye’ye ilgisi olan tüm ülkeler gelişmeleri kendi açısından değerlendiriyor ve süreci kendilerine yontmaya çalışıyorlar. Türkiye HTŞ (Heyet Tahrir eş-Şam) ve MSO (Milli Suriye Ordusu) aracılığıyla, ABD ve İsrail SDG (YPG’nin de içinde olduğu Suriye Demokratik Güçleri) aracılığıyla duruma hakim olmaya ve sürece yön vermeye çalışıyorlar.

Peki bu gerçekten öyle mi,  durum gerçekten çok mu karışık, orada her türlü konsensüsten uzak, birbirleriyle tabandan zıt  güçler mi devrede? Tabi ki hayır. Suriye, daha doğrusu Orta Doğu’daki kartlar çoktan karılmıştı, lakin 2013’de Esad’ı ilk devirme girişimi Rusya’nın buna direnmesiyle başarısız sonuçlanmıştı. Evet, Asad ülkesinin kuzey ve doğu bölgelerinde kontrolü kaybetmişti ama yine de Rusya sayesinde soluklanabilip iktidarını koruyabilmişti.

Bundan tam 11 yıl sonra, Esad’ın kendinden uzak tutabildiği  güçler Esad’ın üzerine bir daha çullandılar  ve tüm dünya kamuoyunun şaşkın bakışları arasında kaşla göz arasında Esad’ı deviriverdiler. Peki  şaşılacak ne vardı ki, Esad’ı deviren güçler bu derece allanıp-pullanıp pohpohlanıyorlar? Her şeyin çok ani ve hızlı geliştiği için.

Halbuki aniden gelişen hiç bir şey yoktu. Türkiye MSO ve HTŞ’yi, ABD ve İsrail SDG’yi bulundukları yerlerde 2013 krizinden sonra da konuşlandırmaya devam ederek,  ve hatta SDG’ye yarı özerklik tanıyacak projelerini (BOP) canlı tutmuşlardı. Hatta hakkını yememek lazım, “Ben BOP’un eş başkanıyım” diyen Erdoğan da, İsrail ve ABD’ye karşı tüm efelenmelerinin yanı sıra aslında BOP’a sadık kalmıştı.

Artık Rusya’nın ve Esad’a destek veren İran ve onun desteklediği Hizbullah’ın önceden kolunun kanadının kırılması gerekiyordu, bu 11 yıl içerisinde onun hazırlığını  yaptılar ve Esad’ı sonunda yapayalnız köşeye sıkıştırdılar. Rusya ’sız Suriye artık sadece bir hiçti. Ukrayna (NATO)- Rus savaşı da bu çerçevede ele alınabilir. Batının büyük provokasyonları neticesinde 2014’den beri Ukrayna’nın üzerine çekilen Rusya, sonunda iki cephede de (Ukranya-Suriye) savaşmayı göze alamadı. Birinci derecede Ukrayna’yı feda etmesi mi daha doğru olurdu bilemeyiz ama Suriye’yi feda ettiği apaçık ortada.

Rusya’nın Ukrayna savaşıyla Avrupa ülkelerini ekonomik olarak epeyi yıprattığı, Ukrayna’yı destekleme konusunda tereddüte düşürdüğü düşünülürken, tam tersine, Rusya’nın yıprandığı ve ikinci bir cephede savaşı göze alamayacağı böylece herkesin gözüne sokulmuş oldu.

7 Ekim 2023 yılında Hamas’ın İsrail’in içlerine girip 1139 insanı öldürmesi ve 250 kadar insanı da rehin almasıyla başlayan İsrail’in Gazze’ye saldırılarında bugüne kadar 50 bine yakın insan katledildi. Hedefini önce Hamas olarak gösteren, sonrasında İran destekli Lübnan Hizbullahı’na yönelen İsrail’in aslında bu süreçte Suriye için bir ön hazırlık yaptığını düşünmek çokta yanlış sayılmaz. Hamas ve Hizbullah iyici çökertilip etkisiz hale getirildikten sonra  Türkiye destekli bir cihadist gruplar ittifakı olan HTŞ’nin, tüm Müslümanların sözde hayali olan Kudüs’e değil de Şam’a yönelmeleri de bunu zaten yeterince gösteriyor.

BOP’un eş başkanının görev alanı ise cihadist grupları örgütlemek, onları İsrail ve ABD’nin saflarında savaşmaya ikna etmek gibi görünüyor (Erdoğan’ın MİT başkanı İbrahim Kalın’ın El Golani’in söförlüğünde Emevi Cami’de namaza gitmesi bunu yeterince gösteriyor). Sovyetlere karşı Mücahitleri başarıyla örgütleyip besleyen ABD’nin Usama Bin Laden liderliğindeki El Kaide ile arasının bozulmasından sonra  (İkiz kulelerin vurulması, 11 Eylül 2001) bu görevi kendisi de Müslüman olan Erdoğan’dan daha iyi kim yapabilirdi? Erdoğan ayrıca 2013’deki Suriye müdahalesinde zamanın MİT başkanı Hakan Fidan vasıtasıyla El Nusra-IŞID gibi cihadist gruplarla güzel ilişkiler kurmuş, bunları Kürtlere karşı kullanmasını bilmiştir. Erdoğan’ın Kürtlere karşı savaştırdığı SMO’da Özbek, Kırgız, Kazak vb. Cihadistlerin bulunması, Türkiye’nin bunlarla iyi ilişkiler geliştirmesinin sonucudur.

Bugünkü Ortadoğu’da bölgenin tek seküler gücü YPG’nin de içinde bulunduğu SDG’dir. Türkiye dahi onun kadar seküler değildir. Farklı etnik grup, mezhep ve halkları ortak ve eşit bir hukuk (Anayasa) içerisinde yaşatmaya aday  tek politik perspektife  sahip güç  yine SDG’dir. SDG hareketi Kürtleri, Ezidileri ve Arapları böyle bir perspektif  içerisinde eritme başarısını göstermiştir. HTŞ  Şam’ı ele geçirir geçirmez seküler hayata müdahale ederken, SDG Ezidiler ve Hıristiyanlarla gayet iyi ilişikler içerisindedir ve cihatçı gruplara karşı batının (ABD, İsrail, AB) bu konuda vazgeçilmez dengesidir. Dengesi olmaya dengesidir ama batı da Ortadoğu’da demokratik ve özgürlükçü bir yapılanma istememektedir ve SDG’nin demokratik ve özgürlükçü yanından onlar da rahatsızdır. BOP’un hedefi de zaten demokratik yapılara vesile olmak değil,  kısa vadede  Hindistan’dan Akdeniz’e uzanan enerji hattını açmak ve bu hattın güvenliğini sağlamaktır. Tüm bu çelişkiye rağmen, batı, en çokta İsrail, bu denklemler içerisinde pekala Kürtler lehinde bir karar verebilir, seküler bir güç olan SDG için Fırat’ın doğusunda özerk bir bölge talep edebilir.

Batının seküler güç dayanağı, Türkiye’ye biçilen rol gereği, Türkiye değildir artık, çünkü Erdoğan’ın varlığında Türkiye cihadist bir yapıya savrulmuştur, veya bu bilerek ve istenerek böyle yapılmıştır. Erdoğan BOP’un eş başkanı olarak ve ona biçilen rol gereği ABD ve İsrail’in Türkiye’ye atadığı kayyumudur, öyle seçimle meçimle gideceği yoktur. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’de Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu üzerinden yürütülen; bunların hangisi Erdoğan’a karşı seçim kazanır tartışması sadece saçmadır. Onlar kazansalar da kaybetmek zorundadırlar çünkü Erdoğan zaten Türkiye’ye kayyum olarak atanmıştır.

Türkiye’nin şu an tek sorunu Fırat’ın doğusunda oluşacak olası bir SDG özerk bölgesini engellemektir. Bu engelleyemediğinde iç kamuoyuna karşı sıkıntı yaşayacaktır ama onun da çözümü çoktan bulunmuş gibi görünüyor. Türkiye Suriye’deki gelişmeleri önceden görmüş olmalı ki, öyle ya düğün değil bayram değil, Bahçeli’den Öcalan çıkışı geldi, devlet ve milletin bekası adına milliyetçilerin bir “kategorik buyruğu” (Kant) sayılabilecek,  “(Öcalan) örgütü lağvet, TBMM’de DEM Parti grubunda konuş” çagrısı yapıldı.

Öcalan, Fırat’ın doğusunda oluşması muhtemel  bir “Kürdistan Özerk Bölgesi”nin hatırına   PKK’ye silahları bırak çağrısı yapar mı bunu şimdiden bilemeyiz ama Ortadoğu’da konuşlanan tüm güçlerin kendi lehlerinde bir sonuca varmak istedikleri kesin. Bu kesin de,  Türkiye’de Erdoğan’a karşı mücadele eden toplumsal muhalefetin akıbetinin ne olacağı bir hayli meçhul görünüyor. 

Türkiye’deki muhalefetin, mevzu,  Esad’a karşı HTŞ’nin, SDG’ye  karşı  uluslararası Cihadistlerden oluşan  MSO’nun desteklenmesi söz konusu olunca hemen Erdoğan’ın arkasına dizilmeleri onların hazin sonlarını birazcık gösteriyor ama yapacak bir şey yok, Cihadistlerle hareket eden, İslam Cumhuriyetine razı olur ve bu masal  binbir gece masallarının finalinde olduğu gibi “Onlar erdi muradına biz çıkalım kerevitine” mutlu sonuyla bitmez. Ne zaman ülkenin bekası bahis konusu yapılsa eş başkanlarının arkasında cihadist güçleri alkışlayanlar olsa olsa Türkiye’nin karanlık yüzyılına  çıkarlar. Halbuki  içeride ve dışarıda yüzünü aydınlığa çevirmiş, etniziteyi, mezhebi, ulususal kimliği çok  dikkate almayan, seçimden kaçmayan, eşitlikçi, özgürlükçü  gerçek dostlar var. Türkiye ise serseri arkadaşlarıyla gezmekte ısrar ediyor. BOP’la yatan şaşı kalkar.

15.12.2024

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu