Aktüel Yorum

Ankara-Paris hattında artan Libya gerginliği

Son günlerde Libya üzerinde Ankara ile Paris arasında oluşan gerginlik, özellikle Macron’un gösterdiği aşırı politik refleks sorunu NATO ve Avrupa Birliği (AB) düzeyinde ciddi olarak gündeme gelmesini sağladı. Tabii Fransa ile Türkiye arasında Libya üzerinde başlayan gerginlik sadece bu iki ülke arasındaki bir rekabetten kaynaklanmıyor. Ankara’nın belirlediği Doğu Akdeniz stratejisinin AB ile çelişkili olmasıdır. Mesele iki ülkeye ait iki savaş gemisinin birbirlerini askeri olarak rahatsız etmeleri değil, Doğu Akdeniz’deki enerji yatakların varlığı, taşınması ve Akdeniz havzasının stratejik kontrolü ile ilgilidir. Libya’daki güç dengelerinin alacağı pozisyon bu hamlelerin önemli bir halkasını oluşturuyor.

Hem Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) tarafından hem de Berlin Anlaşması gereği Libya’ya silah sevkiyatının yasaklanması kararı alındı ve bu yönde girişimde bulunan ülkelere karşı yaptırımların uygulanacağı açıklandı. Ancak bu kararın pratikte hiçbir önemi olmadığı görüldü. Rusya, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Türkiye gibi ülkelerin, Libya’ya silah ve paralı askerleri ya da farklı ülkelerde bulunan İslamcı militanları taşındıklarına dair çok sayıda veri bulunuyor. Bu durum askeri dengeleri ve AB’nin bölgesel hamlelerini olumsuz yönde etkiliyor. AB’nin henüz tek merkezli bir askeri güç oluşturmaması nedeniyle ekonomik ve politik hamleleri tek başına yeterli olmadığı da görülüyor.

Macron’un Türkiye’ye karşı Libya çıkışı AB’nin söylemidir

Libya’da uzun süredir enerji koridorunu kontrol eden AB’nin henüz tek askeri bir güç olarak hareket edemediği için tek tek ülkeler ön plana çıkmakta ve AB adına rol üstlenmektedirler. Fransa, Libya’ya Akdeniz üzerinden silah taşınmasının engellenmesi sorumluluğunu üstlendi ve bölgeye deniz askeri gücünü konumlandırdı.

Ankara ile Paris arasındaki gerginlik, Ankara’nın BMGK ve Berlin Anlaşması’nı ihlal ederek Türk askeri güçlerinin Libya’ya silah ve silahlı insan gücü taşıdığı iddiasıdır. Fransa’nın bu durumu hem NATO hem de AB merkezinde “acil” koduyla gündeme getirmiş olması, soruna doğrudan uluslararası bir boyut kazandırdı.

Libya, Akdeniz ülkesi olması nedeniyle Fransa, İtalya, Yunanistan, Malta, İspanya ve Portekiz olmak üzere AB için son derece önemli bir alanı oluşturuyor. Birincisi; bölgenin enerji yatakları, İtalya ve Fransa merkezli AB için stratejik öneme sahip. İki ülke arasında bir kısım farklılıklar olsa da Libya’daki enerji yataklarının kontrolü AB’nin enerji politikalarının yeniden tanımlanması bakımından önemseniyor. İkincisi ise AB’nin askeri güvenlik stratejisi bakımından son derece önemli bir alanı oluşturuyor. Özellikle Rusya’nın, nispeten Türkiye’nin askeri olarak bölgede konumlanması NATO’nun güvenliği açısında ciddi bir risk olarak görülüyor. Üçüncüsü; Fransa, Belçika ve İtalya merkezli yürütülen AB’nin Kuzey ve Orta Afrika politikası nedeniyle de Libya mutlaka kontrol edilmesi gereken bir ülkedir. Bu üç önemli husus, NATO’nun Libya stratejisi nispeten AB’nin politikalarına uygun olarak belirlendi denebilir. Ancak NATO merkezi, bu politikayı kararlı bir şekilde uygulayamıyor.

Bunun en önemli nedenlerinden biri de ABD’nin Libya politikasının henüz istenilen düzeyde çok belirgin hale gelmemiş olmasıdır. Ayrıca Trump yönetiminin Kasım 2020’deki seçimlere giderken Libya’da daha aktif bir politika belirlemesi zor görünüyor.

Almanya AB’nin ekonomik lider gücü, Fransa ise askeri gücüdür ve her ikisi de birlikte AB’nin politik stratejisinin belirleyicileridir. AB adına ortak Libya politikası belirmede önemli bir çaba içerisinde bulunuyorlar. Bu nedenle Merkel-Macron görüşmesinde AB ile Türkiye ilişkileri ve özellikle Libya meselesi çok kapsamlı olarak değerlendirildi.

Merkel: “Sadece Fransa ile birlikte üstesinden gelebiliriz”

Almanya 1 Temmuz 2020’den itibaren AB Dönem Başkanlığı’nı üstlenecek. Bu hem AB’nin Türkiye politikası hem de özel olarak Libya konusunda atacağı adımlar bakımından oldukça önemseniyor. Merkel, Federal Meclis’te, “Türkiye konusunda Fransa ile ortak bir politika oluşturulup oluşturulmadığı” sorusuna “Türkiye ile ilgili tutarlı bir stratejiye ihtiyaç duydukları” yanıtını verdi. Merkel, Türkiye’nin özgün durumuna vurgu yaparak “eleştiri ve karşılıklı bağlar” vurgusuna dikkat çekti. “Bu iki öğeden biri, stratejik olarak birbirimize bağlı olduğumuz gerçeği. Örneğin “NATO’da birlikteyiz, ama aynı zamanda mülteci sorununun çözümü de Türkiye-AB mutabakatında olduğu gibi sadece ikili temaslarla mümkün olabilir” dedi. Merkel, Libya ve Suriye gibi “pek çok boyutu olan” konuların stratejik ilişkiler içerisinde çözülmesi gerektiğini belirtti.

“Türkiye’de insan haklarının durumu, Türkiye’nin Kıbrıs ve Yunanistan açıklarında sondaj çalışmaları yürütmesi” konularında Türkiye’ye yönelik eleştirilerin olduğuna dikkat çekti ve şöyle dedi: “Bu iki unsuru bir arada yürütmek önemli. Taraflar arasında yeniden görüşmeler başlaması için çalışıyoruz. Almanya, Türkiye ile ilişkileri çeşitli boyutlarıyla yürütebilmeye çalışıyor. Bu her zaman kolay değil ve sadece Fransa ile birlikte çalışarak bunun üstesinden gelebiliriz.” AB Dönem Başkanlığı’nı üstlenen Almanya, Doğu Akdeniz politikaları nedeniyle Türkiye üzerinde ciddi bir baskı kuracağı anlaşılıyor.

Türkiye, NATO’daki blokajını kaldırmak zorunda kaldı

Türkiye, NATO’yla arasındaki mevcut sorunlara rağmen halen NATO için stratejik öneme sahip bir ülkedir. Ancak hem NATO’nun savunma stratejisinin köklü bir değişime uğraması hem de Türkiye’nin son yıllarda NATO dışında kendisine has izlemek istediği bölgesel politikalar nedeniyle Brüksel’in Ankara’ya yönelik belirlediği askeri ve jeopolitik yönelimlerin değişme eğilimine girdiği anlaşılıyor. Türkiye’nin Suriye savaşında belirlediği politika, NATO’nun planlamalarıyla bütünüyle ters düştü. NATO merkezli ABD, Fransa, İngiltere ve Almanya’nın Kürt politikası nedeniyle Suriye’de özerk bir Kürt bölgesinin kurulmasına yönelik atılan adımlara karşı çıkan Ankara, NATO içerisindeki bir kısım stratejik kararların alınmasını bir süre engelledi ve dahası veto hakkını bir baskı aracı olarak kullanmaya çalıştı. Ankara hem Baltık bölgesinde hem de NATO’nun Doğu Avrupa ülkeleri için kararlaştırdığı gizli savunma planının uygulanmasına yönelik belirlenen askeri stratejiyi bloke etti. Bu iki planın uygulanması için PYD/YPG güçlerinin “terörist” olarak görülmesi şartını getirdi. Ancak Brüksel, Ankara’daki iktidar gücünün bu talebini hiçbir şekilde kabul etmedi. Sonuçta önce Baltık stratejisine onay verdi. Şimdi de “NATO’nun Doğu Avrupa ülkeleri için kararlaştırdığı gizli savunma planının uygulanması” için blokajı kaldırmak zorunda kaldı.

Ankara, Libya’da NATO desteğini bekliyor

NATO’nun PYD/YPG stratejisi değişti mi? Değişmedi. Peki, Türkiye, Suriye’deki hiçbir askeri ve politik talebi kabul edilmeden neden blokajı kaldırdı? Açıktır ki, AKP’nin Suriye siyaseti yenilgiyle sonuçlandı. Burada esastan umut kesilmiş görünüyor. Suriye’den vazgeçen Ankara, Libya’da Fransa’nın etkinliğine rağmen halen NATO desteğini almanın peşine düştü. Bu nedenle blokajları kaldırarak yeni bir politik manevra yapmak istedi. Libya konusunda NATO ile nispi bir anlaşma sağlanmıştı ancak Ankara’nın özellikle bölgeye askeri ve silah gönderme planı nedeniyle NATO’nun belirlediği planla ters düştü. Fransa’nın sert tepki göstermesiyle Ankara’nın Libya politikası, NATO içinde daha kapsamlı bir tartışmaya dönüştü. Ankara’nın NATO planlarına karşı koyduğu şerhleri kaldırarak Libya’da esneklik istemesi beklenilen karşılığı bulmadı. Hatta Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın Brüksel’de Türkiye’nin NATO stratejisine mutlak bağlılığını ilan etmesi ve Libya’da NATO ile birlikte çalışma arzusunu yüksek bir dille seslendirmesinin de tek başına etkili olmadığı anlaşılıyor.

Ankara’nın Libya politikasının artan riskleri

Ankara’nın izlediği Libya politikasına uluslararası bir destek gelmedi. NATO’nun aktif desteği gelmeyeceği gibi Fransa’nın başvurusu üzerine hazırlanan raporun tartışılmaya açılmış olması Ankara açısında NATO içerisinde diplomatik bir zafiyet olarak değerlendirildi. AKP iktidarının hem NATO üzerinde bir baskı oluşturması hem de Libya’da ortak çalışma isteğine ABD’den olumlu bir yanıt gelmedi. Her ne kadar ABD Dışişleri Bakanlığı, Rusya’nın Libya’ya askeri güç koşullandırmasının risklerine ve tehlikelerine dikkat çekmiş olsa da bunun Ankara’nın Libya politikasına bir destek anlamına gelmediği açıktır. Ankara’nın Pentagon’dan onay alarak Libya’nın Sirte kentine yönelik askeri operasyon yapma isteğine olumlu cevap gelmediği gibi tersten Rusya’nın Sirte havalimanına ciddi düzeyde askeri güç sevk ettiği kamuoyuna yansıdı. Sirte’yi kontrol eden güç önümüzdeki dönemde Libya’da söz sahibi olacaktır. Bu nedenle Türkiye’nin özellikle Sirte’ye yönelik güçlü bir askeri operasyon yaparak bölgeyi kontrol altına alma şansının olmadığını belirtmek gerekir. Hatta Libya başkenti çevresinde kontrol altına aldığı bölgeleri dahi kaybedebilir.

Ankara’nın Doğu Akdeniz stratejisinin en önemli hamlesi olan Libya çıkışı, bölgesel gelişmeleri, AB, NATO ve ABD ile oluşan dengeleri hesaba katmadan kendi başına sürdürmek istediği planın yarın Rusya aktif askeri desteği, Mısır’ın doğrudan müdahelesiyle çok sert bir yenilgi alması yüksek bir olasılıktır. Böylelikle Ankara’nın Suriye ile Libya arasında oluşturmaya çalıştığı askeri hamle her iki taraftaki yenilgisini hızlandıracaktır.

AKP iktidarı, NATO’nun belirlediği stratejiyle Akdeniz/Libya politikasını Paris ile uyumlu hale getirmesi bir bakıma zorunludur. Aksi takdirde Rusya-Fransa arasında başlayan görüşmeler, Ankara için çok daha ciddi sorunların oluşacağı anlamına gelecektir. Macron ve Putin yaptıkları telekonferans görüşmesinde Libya’da doğrudan Ankara’yı hedefe alan ortak bir askeri ve politik planın uygulanacağının ilk mesajlarını vermiş oldular. Ankara’nın Suriye’de zoraki müttefik olduğu Moskova ile Libya’da açık bir çatışmaya girmesi kaçınılmaz hale gelme olasılığı artıyor. Bunun yanına NATO’da müttefik olduğu Fransa’nın da eklenmesi sürpriz olmaz.

Dün Ankara, bugün Brüksel şantaj yapıyor

Ankara’daki iktidar gücünün tahmin edilenden çok daha büyük ısrarlarına ve gayretlerine rağmen AB’nin ve özellikle Almanya’nın Türkiye’ye turist gelmesine yeşil ışık yakmamış olması sadece koronavirüs pandemisinin yayılma riski değil bundan çok Ankara’nın Doğu Akdeniz politikalarını baskı altına alma hamlesidir. Fas, Tunus gibi ülkeler dahil 15 ülke için “risk” uyarısının kaldırılması ancak Türkiye için devam ettirilmesi, AKP iktidarının izlemiş olduğu politikaların dizayn ettirilmesi için mesaj olarak algılanıyor. Ekonomik olarak bütünüyle kontrolü kaybetmiş AKP iktidarının özellikle turizm sezonu nedeniyle nispeten rahat bir nefes almaya çalışıyor. Ancak beklenilen olmadı. PYD-YPG’nin “terörist” görülmesi ısrarından vazgeçmesi gibi Libya konusunda da geri adımlar atmak zorunda kalacaktır.  Bu nedenle Ankara-Paris gerginliğinin politik arka planı, iki başkent arasındaki bir çekişme olmayıp Akdeniz üzerinde yürütülen hegemonya stratejisiyle doğrudan ilişkilidir.

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Reklamı engelleyerek iyi yapmışın, yazıya odaklanmakta fayda var.