Aktüel Dünya

Genç Karl Marx’ı kaçırmayın!

Tuğçe YILMAZ

Genç Karl Marx, Raoul Peck’in yönettiği 2016 yapımı biyografik sinema filmi. Senaryosunu Pascal Bonitzer ile birlikte Raoul Peck’in yazdığı film, Karl Marx’ın 1843-1848 yılları arasındaki dönemini anlatmaktadır.

Eşi Jenny ile birlikte Almanya’dan sürgüne gönderilen 26 yaşındaki Karl Marx (August Diehl), Paris’te yaşamını zor koşullarda sürdürmeye çalışırken bir yandan da yazı yazmaya devam ediyor. Ailesinin maddi tüm imkânlarını reddeden eşi Jenny en yakın arkadaşıdır. Film başlarken ise başka bir hikâye bizi içine çekiyor. Genç bir adam, fabrikada işçileri azarlayan ve sonradan babası olduğunu öğrendiğimiz bir adamı frenlemeye çalışıyor. Bu dış görünüşüne inanılmaz önem veren genç adam ise Friedrich Engels’ten (Stefan Konarske) başkası değil.

Marx biraz kibirlidir

Yolları kesişen Marx ve Engels, henüz ayrımında olmadıkları bir yolun taşlarını döşemektedirler… Burjuva bir aileden gelen ve kısmen de olsa o aile geleneğini sürdüren Engels’i Marx başlarda epey aşağılar.

Ancak makalelerini de takip ettiğini bildiğimiz Engels’le vakit geçirdikçe onun nasıl bir dahi olduğuna tanık olur Marx. Ve meydana getirmeye çalıştığı düşünce sisteminde Engels’in bakış açısının kendisini ve hatta dünyayı ne kadar ileri götüreceğini düşünür –biraz kibirlidir–. Zamanla sabahlara dek çalışmaya başlayan ikili, polis ve devlet baskısından kaçarken; Paris’te, Brüksel’de ve Londra’da işçi sınıfının örgütlenmesine yönelik hem teorik çalışmalarına devam edecek hem de pratik faaliyetlerde bulunmak için ellerinden geleni yapacaklardır. Fransa’da başlayan serüven sonraki yüzyıllarda tüm dünyaya etki edecek bir öğretiyle kendi yolunu bulacaktır.

Keyifli tartışmalar


Ele aldığı dönem itibariyle filmde Engels hariç Proudhon, Bakunin, Weitling gibi tarihsel figürler de var. Tarih sahnesinde önemli yerlere sahip bu isimlerin Marx ve Engels’le –daha ziyade Marx’la– olan tartışmaları kısmen de olsa açılıyor. Örneğin Proudhon kürsüde mülkiyet mefhumunu tartışırken Marx’tan anında bir itiraz geliyor. Tarihsel arka planı bilen ve hiç olmazsa biraz okuyan biri için bu yüzeysel tartışma bile epey keyifli.

Bir başka tarihsel kişilik Weitling ile olan tartışmalar ise ufuk açıcı. Yine derinlikli değil, yine yüzeysel; ama yine keyifli. Çünkü Weitling’in bitmeyen sorunlarının ve kendinden büyük kibrinin yanıtı Marx için çok keskin: “Bütün insanlar kardeş değildir; bütün işçiler kardeştir ve burjuvaziye karşı birleşmelidir.”

Çelişki derindir


Filmin arka planında Sanayi Devrimi’nin yoğun etkisinin fark edildiği bir gündelik akış var. Geride de genç bir Karl Marx. Başlarda; halihazırdaki güçlü, güvenilir yasalar ile halkın yaşantısı arasındaki çelişki temel derdidir. Halkın yoksulluğunu, işçi sınıfının çalışma koşullarını; iş makinesinde kaybedilen elin ve buna ses çıkardığı için işinden olan işçinin durumunu incelikle okur. Henüz kavramlarına ulaşmış değildir; ama derdini çoktan ortaya koymuştur. Marx’ın eşitlik ve adalet anlayışı, filmin ana eksenini oluşturur.

Salon doluydu


Filmde Marx’ın gençliğine hayat veren August Diehl’in oyunculuğu ise asla yormuyor, aksine özenle çalışılmış; Marx’ın daha farklı çevrelerce tanınması için sanki kendi de çabalıyormuşçasına bir oyunculuk sergiliyor Diehl. Genç Karl Marx salon başına en yüksek oranda seyirci çeken yeni film oldu. Sinema salonları tıklım tıklım değildi; ama doluydu. İçinde bulunduğumuz politik atmosferden midir, Marx’ın değerinin anlaşılmasından mıdır; yoksa iktisat okuyan üniversite öğrencilerinin fazlalığından mıdır, bilinmez ama her halükârda filme bu kadar ilgi olması sevindirici.

Yolu açık olsun!

‘Sefaletin Felsefesi’ ‘Felsefenin Sefaleti’

Filmde şöyle de bir anı var: Kendilerini partiler ve ideolojiler üstü gören, pratik faaliyetleri yerli-yersiz eleştirileren Genç Hegelcilerden Buruno Kardeşler’in eleştirildiği ‘’Kutsal Aile ya da Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi’’ eserinin adını Jenny Marx öneriyor. Okuduğumuz anda da garip gelen “Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi” isminin hikâyesi ve bu sayede Marx’ın Genç Hegelcilerden kopuşu ve aralarındaki ayrımı –kısmen Hegelyan bireyciliği eleştirerek– ortaya koyması böylece işlenmiş oluyor.

En özel tartışmalar ise tabii ki Proudhon’dan kopuş anında gerçekleşen tartışmalar. O ana dek uzun uzun mektuplaşılan Proudhon ile farklı bir tartışmalar hattı yürütülüyor ve bir konferans çıkışı Proudhon, Marx’a “Sefaletin Felsefesi” kitabını hediye ediyor.

Ve kopuş

Kısa bir süre sonra Marx ise “Felsefenin Sefaleti” eserini kaleme alıyor ve Proudhon’un fazla barışçıl bulduğu görüşlerinin eleştirisi üzerine, özellikle de işçilerin grevci savaşımı karşısında benimsediği olumsuz tutum üzerine yoğunlaşıyor. Bu kopuş nüfuzlu Proudhon’un gölgesinde yürüyenler için büyük bir ayrılmaya neden oluyor ve etkileri de uluslararası kongreye dek sürüyor.

Engels kürsüde

Sanayi ülkelerindeki işçi dernekleri tarafınca düzenlenen uluslarası kongreye delege olarak katılan Marx ve Engels’in elinde tamamlanmış haliyle “Felsefenin Sefaleti” var şimdi ve delege olmak için sınırları zorlayan Engels kürsüde. Ve konuşmanın ardından komünist bir manifesto yazılacağının ilan edilmesinden sonra “Bütün İnsanlar Kardeştir” pankartı indirilerek yerine “Dünyanın Bütün İşçileri, Birleşin” yazan kırmızı bir bez asılıyor.

EB / Aktüelsanat

portal için içerik derleyici

Bir yanıt yazın

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Reklamı engelleyerek iyi yapmışın, yazıya odaklanmakta fayda var.