Türkiye Cumhuriyeti’nin Lyon Başkonsolosluğu, 7 Mayıs günü faaliyet-marifet bildirimi kapsamında pornografik bir fotoğraf paylaştı. Türkiye Cumhuriyeti’ni Fransa’nın bu şehrinde temsil eden başkonsolos, Lyon Başpiskoposunu ziyaret etmiş. Nezaket ziyareti. Ve, hayır, mizansenin pornoluğunun cinsellikle doğrudan ilgisi yok. Sergilenen ağır kompleksin biryerlerinden, türlü eril zaaflardan örülü çirkin buketin renkleri ve kokusu kendini duyuruyor gerçi, ancak cinsellikle ilişkimiz esasında fotoğrafa bakan izan sahibi zevatın içinden geçtiği halde söyleyemediklerinde kuruluyor; onu da cinsiyetçi ifadeler kullanmamak için örtüyoruz haliyle.
Sözlüklerde pornografinin cinsellik dışı tanımı genellikle şöyle yapılıyor: “hızlı ve yoğun duygusal tepki uyandırma amacıyla eylemlerin sansasyonel bir şekilde tasvir edilmesi”. Buradaki “sansasyonel”in yerini ‘rahatsız edici ölçüde açık’, ‘aşırı’ gibi kavramlarla doldurabilir veya onu ‘utandırıcı’, ‘kışkırtıcı’ gibi sıfatlarla bezeyebilirsiniz. Murat bellidir sanırım.
Porno’nun -cinsellik içi veya dışı- tarifi konusunda fazla ayrıntıya inilebilmiş değil. Aynı şekilde, bir ifadenin, tavrın, görüntünün porno sayılması için, onu yaratanın “hızlı-yoğun duygusal tepki”yi bizzat hedeflemiş olup olmamasını ölçüt sayacak mıyız, bu da tartışmalı. Neyse ki bizim önümüzdeki olayda belirsizlik yok. Düpedüz pornografi var; en çirkininden.
Mizanseni yaratan kahraman, 85 milyona yakın nüfuslu, yeri, tarihi, yurttaşını ezse de ekonomisi, ordusu vs. bakımlarından kenara itilemeyen bir devleti temsil etmesi umulan diplomat. Yani uluslararası ilişkiler gibi, başkalarının dilinden anlamayı, başkalarına hitap edebilmeyi, eğilip bükülmeden manevra yapabilmeyi, ilişkiler kurabilmeyi gerektiren, incelikli alanda at oynatması beklenen bir kimse. Galatasaray Üniversitesi gibi yabana atılamayacak bir okulu bitirmiş, Strazburg’da yüksek lisans yapmış bir başkonsolos.
Bu zat, Cemil Çağdaş Yıldırım, ne vesileyle bilmiyoruz, Lyon Başpiskoposu Olivier de Germay’ı ziyaret etmiş. Nezaketten başka ve onun zıddı her şeyin üşüştüğü fotoğrafla bunu duyururken, yaptığının “nezaket ziyareti” olduğunu ileri sürüyor.
Dışişleri’nin ifadesiyle, “2008 yılında Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığına intisap eden” bu başkonsolos, “2020-2023 yılları arasında Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın maiyetlerindeki Cumhurbaşkanlığı Dışişleri Başdanışmanlığında Daire Başkanlığı görevini üstlenmiş”. Belli ki, -Luanda, Parus ve Kanberra’da geçen- o zamana kadarki başarılı kariyeri ve muhtemel sadakâtiyle göz doldurmak sûretiyle Saray’a yükselmiş, bilahare, TC’yi layıkıyla temsil edeceği varsayılarak, cümle âlem nezdinde şimdiki temsil işiyle görevlendirilmiş. Sonra da işte… o fotoğrafı çektirip paylaşmış, tepki gelince tweet’i sildirmiş.
Fotoğraf, 10 gram olsun izan sahibi herkes tarafından öncelikle diplomatik rezillik olarak ele alındı ki, bu doğaldır. “Devleti temsil” misyonunun gerektirdikleriyle başkonsolosun kabadayı pozunun bağdaşmadığı üzerinde duruldu. Mâlûm, bizi en çok ilgilendiren, kaygılandıran meselelerin başında dışarıdan nasıl göründüğümüz gelir. “Batı”yı küfür gibi kullananlarımız dahil hepimiz özellikle yaptığımıza ettiğimize Batılıların ne gözle baktığını müthiş önemseriz. Hal böyleyken, kayık ayakkabılı zevattan kimse, meydanı boş bulduğunda “dünyaya posta koyma” mesleğinden de geri durmaz.
İkinci önemli kişilik özelliğimiz, başkalarından bize zararlı birşeylerin bulaşacağı, böylece temizliğimizin, saflığımızın birden yok oluvereceği yollu korkumuz. Yanıbaşındaki adamın boynunda kocaman haç asılı! Ya oradan Hıristiyanlık bulaşırsa! Ya onun yanında durdu diye başkonsolosun dinine sahip çıkmadığını düşünenler olursa? Muhtemel itibar yitimine çare kalkan şahadet parmağında: “Farkındayım, tedbirimi aldım, sıkıntı yok!”
Bu öyle acayip, karmaşık mekanizmaların ürünü bir korku ki, fenalık bulaştırmasınlar diye kendine benzemeyen herkesi ortadan kaldırma gayretine sürükleyebiliyor soylu korku sahibini. Herkesi öldüremeyeceğimiz için de çareyi tahakkümde buluyoruz. Tahakkümün kendi başına da haz veren bir üst konum oluşu tabiî bunu kendi başına da amaçlaştırabiliyor. Tahakküm zevki uğruna eriyen giden şahsiyetin uğradığı zarar, sonanda o başkasının vereceği muhtemel hasarı kat kat aşıyor, ama olsun… Namusumuza halel gelmiyor ya!
Başkonsolos bunu niye yapar? Hangi güdü(ler), hiç de tecrübesiz olmayan diplomatı böyle kasabasından dışarı başını uzatmamış taşra delikanlısı halleriyle kendini ve temsilinden sorumlu olduğu devleti rezil edecek hallere sokar? “Nezaket ziyareti” yaptığı adama daha fazla nasıl hakaret edebilirdi? Bir adım önüne çıkmış, dolayısıyla fotoğrafta kendisinin hakim (büyük), evsahibinin küçük, zayıf, arkada, geride görünmesini sağlamış; boyun ve kafanın duruşuyla, misafir olarak bulunduğu o odada gerçekte kimin borusunun öttüğünü göstermeye çalışmış, ceketinin önünü açmış, “kafamı bozarsanız oyarım hepinizi!” ayağına. Ve bütün bunlar yetmiyormuş gibi, bize “gâvura ziyarete geldiysek, imanımıza halel getirmedik” mesajı mı veriyor, ne veriyor, küffara da herhalde, “nezaket icabı geldik, size pabuç bırakmayız” mı demek istiyor, o şahadet parmağı kalkmış öyle… neyse zoru…
Fotoğrafta gördüğümüz, resmen ve alenen, bir devletin temsil kültürünün çöküşü. Kültür iktidarı diyorsun, kültür yok, fikrî iktidar diyorsun, fikir yok; o zaman işte, sadece varolan çöküyor, yerine diplomatlık gereken yerde külhanbeylik geliyor.
Acı olan sadece bu memleketin doğru düzgün insanlarının bu şekilde temsil edilme konumuna sokulmaktan duyacağı utançtan ibaret değil. (Biz zaten bunları fazlasıyla hak ediyoruz.) Burada, bütün bu pornografik pozla herkesin gözüne sokulmak istenen büyüklük-üstünlük-dokunulmazlık-bozulmazlık imajının tam tersinin sergilenmesi, mizanseni yaratanın yarattığı -tedavi gerektiren- psikolojik-patolojik görüntünün farkında bile olmayışı, hattâ durumu anlamanın kıyısından bile geçemeyecek oluşunu bize gösterişi… hepsinden ibaret trajedi.
Lâkin bu kadar da değil. Gerçek kamuoyu olmadığı halde zaman zaman bunun yerine oynayabilen sosyal medyada her tür insandan gelen tepkiler olmasa bu porno fotoğraf ortak alandan silinmeyecekti. Çünkü bu zatın amirleri muhtemelen bu fotoğrafta herhangi bir sorun görmeyecek, belki de, “Nasıl ezmiş ama papazı! Hah hah hah!” deyip gülüşeceklerdi.
Zira başına iş gelmeyeceğini bildiği güvenli alanda -başpiskopos ne yapacaktı? güvenliği çağırıp dışarı mı attıracaktı?- tafra yapan bu delikanlı başkonsolos, şahadet parmağını açmak sûretiyle, hem küffara teslim olmadığını hem icabında ayıya dayı dediğini ama günü geldiğinde tepesine nasıl bineceğini hem de temsil ettiği devletin bundan böyle dışarıdan nasıl görünmesini istediğini öyle bir toparlayıp sunmuş ki!.. Bugün devlet katında bu davranışı, adını koyarak eleştirebilecek, diplomatik temsile külhanbeylik karıştıran elemanı cezalandırabilecek herhangi bir mekanizma bulunduğunu sanmıyorum. Aksine, “Helal olsun lan, ne biçim geçirdik!” diye özetlenebilecek tutumlar izleyebiliriz. Belki biz izleyemeyiz, kapalı kapılar ardında yaşanacakları için, lâkin yaşanacaktır.
Hayır, Donald Trump gibi rezil bir herif randevu verdi diye sevindirik olanların ülkesinde yaşamasak neyse de…
Şu bir türlü ele geçirilemeyen kültürel iktidar, fikrî iktidar ne haltsa, asla ele geçirilemeyecek; ezcümle elegeçirmecilerin haberi olsun. Çünkü ortada kültür yok, fikir yok. Ne var? İşte bu adamın saraylarda başdanışmanlık bilmemnesi olabilmesi, başkonsolos olabilmesi, koskoca devleti temsil ediyorum diye aslında hepimizi rezil etmesi, üstüne bununla övünmeye kalkması, az daha üstüne gidersek bizim azarlanıp hakaret görecek oluşumuz… bunlar var.