Aktüel Yorum

Yazının ve Yazarlığın Felsefesi

Yazı ve yazarlık konusu modern burjuva toplumunda bir pazar faaliyeti olarak ele alınmalıdır. Nihayetinde sermayenin koşulladığı bir sektöre dönüşmüş durumdadır. Onun felsefesini yaparken ekonomi politiğini de yapmak gerekiyor. Modern toplumlar ve ulus devletler, yazma ve okuma bilmeyi, zorunlu ve temel eğitim olarak görür. Ulus devletlerin kurulmasına, burjuva sınıfları yani sermaye önderlik etmiştir. Dolayısıyla yazı, kitap ve yazarlığın aktüel yaşamımızda önemli bir yeri olduğu aşikar. Bu hafta sonu Kadıköy-Feneryolu’nda konuya ilişkin bir buluşmamız olacak. Yazı, yazar ve kitap temalarına merak duyanları bekleriz. Senaryo Yazarlar Derneği – Lokal’de olacağız.

Sınıf, İdeoloji ve Yazarlık

Yazarlık, günümüzde sosyal boyutu yüksek olan bir etkinlik olarak revaçtadır. Ünlenmek, popüler olmak, gösteriş nedeniyle, sınıf atlamak için yazarlık sahasına girenler az değildir. Oysa bu alanın realitesi bu türden hayali gerçeklere kapalıdır. Yazarların sıklıkla yokluk, yoksulluk içinde yaşadıklarını tespit etmek hiç de zor değildir. Küçük yayınevleri, büyükler tarafından sömürülüyor.

Yazarlık, kitap ve yayınevi gibi kurumlarla doğrudan bağlantılı olduğu gibi basın, gazete, medya kurumlarıyla da yakından ilgilidir. Bu alandaki sömürü ilişkileri es geçilecek türden değildir. Redaktörler, editörler, matbaa çalışanları, kapak tasarımcıları, dizgiciler yok pahasına çalışır. Kazanan, çalışanlar ve küçük yayınevleri değildir. Hatta büyük yayınevlerinin bile sermaye yaptığı tartışma kaldırır. Kazanan büyük sermaye oluyor.

Yazarlık ve kitap sektöründe her dönem binlerce yazar adayı sınıf atlarım, popüler olurum diye hayal kuruyor ama sonuçta dram yaşıyor. Yazı ve yazarlık alanında isim yapmış kişilerin bile bir ev satın alamadan ölüp gittiğini biliyoruz. Medya, basın ve televizyon sektöründe de emek sömürüsü çok yoğundur. Sınırlı bir elit grup best seller oluyor, sınıf atlıyor olabilir. Sonuçta yazarlık ve kitap bir piyasa olarak var ve sermaye düzeninin bir payandası olarak işlev görüyor. Yazarlar da bu sömürünün ve “entelektüel oyunun” bir parçası oluyor.

Yazarların birçoğunun, Marx ve Dostoyevski gibi özgün şahsiyetlerin yazarlığı bile dramla bağlantılıdır. Eskiden olduğu gibi günümüzde de sipariş üzerine yazanlar az değildir. Üniversitede yazarlık bölümleri, öğrenci ve öğretmenleriyle bir sektör ortaya çıkmıştır. Yazarlık ortamı ne var ki bir rekabet, kar ve sermaye hadisesidir.

Yazı, kitap ve yazarlık kurumlarının sınıfla, sermayeyle ilgili olduğu açıktır. Dolayısıyla sınıflı toplumla yani uygar toplumla gelmiştir bu kurumlar. Günün birinde ortadan kalkacaklarını varsaymak yanlış olmaz. Çünkü bunlar esasen sermayenin çıkarına hizmet ediyor. Sermayenin hesaplarında, kitabında, yasa ve hukuk kurallarında etkili oluyor. Sermaye için gerekli ideolojik değerleri taşıyor. Onun ideolojisi, dini ve milli eğitimle topluma enjekte ediliyor. Her silah gibi yazı silahından da, öncelikle egemen sınıflar yararlanır.

Ulus devletler döneminde kendi diline odaklanma esas eğilim haline gelmiştir. Dilin asil ve yüce olanı var mı, her dilde özgün ürünler vermek mümkün mü? soruları anlam kazanır. İngilizcenin bir üstünlüğü söz konusu mudur? “Hayır” diyoruz. Çünkü eserleri yazan dil değil insandır. İnsanı harekete geçiren ise sosyal süreçlerdir. Her dil yaratıcıdır. Her dilde felsefe, sanat yapılabilir. Yeter ki yapacak çaba ve birikim, istek olsun. Türkçe ile de Kürtçe ve İngilizce ile de sanat, felsefe yapılabilir.

Yazının Mısır ve Sümer Kaynakları

Yazının su uygarlıkları ile yani Mezopotamya ve Akdeniz uygarlığı ile geldiği bilinir. Hiyeroglif Mısır uygarlığına, Çivi yazısı Sümer uygarlığına gönderme yapar. İlkinde ünlü sesler yoktur. Terim Yunancadan geliyor. Yani hieros (kutsal) ve glypo (yazıt). Hieratic krallıklar da kutsal ve laik krallıklar demektir. Çivi yazısı deyince Sümerce, Hititçe, farsça dillerine atıf yapılır. Sesli / ünlü harflerin olduğu dillerdir. Yazı 5, 6 bin yıl evvel icat edildi diyoruz. Bulundu veya keşfedildi demiyoruz. İcat edildi diyoruz!

Neden Mezopotamya neden Anadolu ve Mısır? Çünkü tarımsal üretimin öncelikle geliştiği yerler su kenarları olmuştur. Su uygarlıklarının bir ürünü ve sonucu olarak üretim fazlası, ticaret, biriktirme, paylaşım, hesap kitap, tarla, bağ bahçe, matematik, doğa bilimleri, geometri, işaretler, yazı vs ortaya çıkmıştır. Akdeniz uygarlığı demek daha doğrudur.

Tarihsel Süreçte Yazının Evrimi

Yazıyı, ağızdan çıkan seslerin bir zemin üzerine uygun sembollerle aktarılması biçiminde betimlemek yanlış olmaz. Öncelikle kil tabletler, taş zeminler üzerine yazılmış ya da resmedilmiş olmalıdır. Sonraları… Mısır coğrafyası için söylersek papirüs yapraklarına yazıldığı söylenmektedir. Papirüs, parşömen, rulo, kağıt, kitap… Her biri bir uygarlığı temsil ediyor. Rulodan kodekse geçiş de bir uygarlıktır. Ruloda sayfalar sarılıyor, kodekste arka arkaya geliyor. Bugünkü kitaba çok benziyor yani. Rulo da dönemlere ayrılıyor. Önce bir yüzüne yazılıyor zeminin, sonra iki yüzüne yazılmaya başlıyor. Kodeks de öyle: Papirüs, parşömen, matbaa…

Her icatın bir çağ yarattığını düşünmek yanlış olmaz. Hiyeroglif Mısır uygarlığını, çivi yazısı Sümer uygarlıklarını, Fenike ve Latin alfabesi Fenike ve Yunan uygarlıklarını yaratmıştır. Kağıdın icat edilmesinin ise Ortaçağ Çin uygarlığını ortaya çıkardığı söylenebilir. Matbaanın icadı ile de Batı kültürünün ve sanayi toplumunun temelleri atılmıştır. Endüstri devrimleri ile yazı arasında bağ kurmak da zor değildir. Buradan dijital kitaba bağlanmak pek mümkün görünmektedir.

Yazı ilk kullandığında onunla sanat, edebiyat yapılmadığı, şiir yazılmadığı gibi matbaa icat olduğunda da bu durum değişmedi. Öncelikle dini, hukuki kitaplar, ticaret kitapları ve diplomasi kitapları basıldı. Kitabı önce kilise, sonra burjuvazi alıyor. Bundan dolayı matbaanın icadı da diğer buluşlar gibi öncelikle sömürücü uygarlığını ihya etmiştir. Her yeni bulmuşta olduğu gibi.

İlk Yazarlar ve Yazarlığın Evrimi

Antikçağlarda yazar deyince katipleri akla getirmek yanlış olmaz. Saray bürokrasisi içinde önemlidir başkatipler. Onlar ve altındakiler bir grubu oluşturur. Bunlar açık gizli yazıları ve yazışmaları yapardı. Sekreter de benzer sürecin evriminde ortaya çıkmış olmalı. Sekreter strict (gizli) teriminden geliyor. Halen mahkemelerdeki karar yazanlara katip deniliyor. Bürokraside ise sekreterlik kurumunu sıklıkla duyarız. Kütüphane ile katiplik kurumu arasında bir bağ düşünülebilir. Kütüphaneyi kuranlar, mesleklerinden dolayı belki de katiplerdi. Yazı gibi, matbaa gibi kütüphane de insanlık tarihinde bir uygarlığa karşılık gelir.

Yazı ve yazarlık (kitap) Ortaçağ’da kilisenin kontrolüne geçmiştir. Teolojik anlayış baskındır Ortaçağ’da. Pre Rönesansın düşünürleri Petrarca, Boccacio, Dante, Yunan ve Latin metinlerinin kilise tarafından Hıristiyanlığa uydurularak çevrildiğini tespit ederler. Yeni çeviriler yaparlar ve bu harekete zamanla hümanizm denilmeye başlanır.

Rönesans çağında yazı ve yazarlık yeni bir ivme kazanır. Çünkü tarım toplumundan sanayi toplumuna geçilir. Daha doğrusu sanayinin temelleri atılır. Küçük üretim belirginleşir yani.

Yazarlığın yeni bir düzey olduğunu düşünmek gerekir. Matbaa da bu sürecin bir ürünüdür. Sanatın, kültürel bir etkinlik olmaktan çıkıp profesyonel bir meslek olarak “icat” edildiği söylenir. Buna benzeterek yazarlığın da bir “icat” olduğu söylenebilir. Bunun Yeniçağ başlarına rastladığını ileri sürmek yanlış olmaz.

Yazı, yazarlık ve kitap tarihinde Aydınlanma dönemi bir başka milat sayılır. Burjuvazi tüm Batı’da iktidar olmaya çalışır; mutlak yönetimler, anayasal monarşiler, hatta liberal demokrasiler kurulur. Yazı, yazarlık, dergi ve gazete faaliyetleri gelişip yaygınlaşır.

20. Yüzyıl elektronik imkanlar yaratır. Ulus devlet doğar. Herkes vatandaş ve her vatandaş okur yazar olur. Piyasa yeni bir boyut kazanır. Yazar ve kitap pazarın bir parçası olmuştur.

Sokrates, Platon ve Senaryo

Sokrates ve Platon isimleri felsefeyi anımsattıkları gibi yazar, kitap, sanat ve edebiyatı da anımsatırlar. Sokrates’e kitapsız yazar demek uygundur. Platon ise tipik bir yazardır. Her ikisinin de fazlası olduğunu görüyoruz. Bunlarda diyalog, tartışma yanında senaryo yazma tekniğini de, biçimini de görüyoruz.

Tiyatro da, sinema da diyalog (replik) tekniğiyle yazılıyor. Sokrates, sözlü diyaloğu savundu, Platon yazılı diyaloğu. Sokrates rolünü ezberlemiş sinema, skeç, opera ve tiyatro oyuncusu gibiydi. Kuşkusuz ki, yönetmenler Sokrates’i çok severlerdi. Sokrates oyuncuya, Platon ise rejisöre benzer. Sokrates, belki de yazılı diyaloğun gücünü bilmiyordu. Çünkü yazılı diyalog yeniydi, henüz test edilmemişti. Böyle düşünen, yazı araştırmacıları var.

Kitap Yazma ve Yazarlık Bir Sanattır

Estetik bilinç ve sanatsal yatkınlık olmadan yazmak, yazar olmak zordur. Yazı yazmak, biçimsel olarak sanat yapmak gibidir. Resim, mimarlık, müzik eseri belli bir planı gerektirir. Simetri bilinci önemlidir. Bilmek, biçimle bilmektir. Varlıkta, bilgide, sanatta biçim diyoruz buna. Plan, kompozisyon bilinci yoksa sanat yapmak mümkün olmaz. Bu yüzden de yazmanın kendisi de bir sanat olarak görünmektedir. Bu nedenle yazı yazmak bir sanattır diyoruz zaten. Dolaylı olarak felsefi, politik ve bilimsel metin yazmak da sanatçı bakışı gerektirir.

Sanat dalları kardeştir der Voltaire. Politika yapmak da bir sanattır. Yani sanat olmayan sanat. Dolayısıyla yazar, yalnızca yazı tekniklerini, grameri bilen birisi değil, daha fazlasıdır. Yazar, yalnızca kendi dalında değil sanat alanında da bilinçlidir. Çünkü yazım teknikleri ile sanat eseri arasında sıkı bir bağ vardır. Yazarlık, siyaset ve bilim bilmeyi de gerektirir kuşkusuz. Bununla birlikte yazarın bilimci, filozof veya siyaset adamı olması gerekmez!

Kitap, Dergi, Gazete

Dijital teknoloji kitap, dergi ve gazeteyi nasıl etkiliyor? Misal gazete dönemi kapandı, bitti deniliyor. Gazete için geçerli olan “dönemi kapandı” yaklaşımı dergi ve özellikle kitap için de geçerli mi? Sanmıyorum. Bunu biraz açıklayalım.

Hızlı gelişen ve toplum yaşamına giren değerler ile yavaş gelişen ve kök salarak insan yaşamına giren buluş, araç ve değerler birbirinden farklı oluyor. İlki hayatı ancak yüzeysel etkiliyor. Çabuk ortadan kalkıyor. Uzun yıllarda yaşama giren maddi ve manevi değerler, daha uzun süre yol alıyor. Örneğin kitap ve gazeteyi düşünelim. Şimdilerde kitap kaldı, gazete gitti! Kitabın tarihi 3000 ise gazetenin tarihi 300 yıl idi. Kitap belki dijitali de yok edebilir.

Kanaatim o ki, elli yıl sonra kitaba yeniden dönülür, belki gazeteye de. Vidyo da çok hızlı yok oldu. Sinema da ilginçtir, durumu tartışma kaldırır. Çok etkili ve kitlesel bir tarzda var oldu ama resme, dansa, edebiyata, şiire oranla hızlıca da geri çekildi.

Yazma ve Zihin Felsefesi

Yazma, düşünce ve duyguların, Hegelci tabirle görünüşe çıkması anlamına gelir. Görünenin aşılması gerekir. Bu yüzden de yazmak değil yaratıcı, çarpıcı ve kuşatıcı yazmak gerekir. Ayrıcalıklı olan budur.

Yazmanın konuşma ve düşünceyle birlikte anılması son derece önemlidir. Bunu en iyi yazanlar bilir. Elbette buna okuma eylemi de kesinlikle eşlik etmelidir. Düşünceyi dil izler. Düşüncenin dile eşit olduğu da savunulan bir tezdir. Dili ise konuşma izlemektedir. Konuşma yazıya dökülür. Yazı ise kitap olur.

Yazının ve yazarlığın tarihinde niceliksel ve evrimsel bir diyalektik söz konusudur. Her yazı belli bir düşünceyi, dünya görüşünü yansıtır. Dolayısıyla yazısı, (dili) düzgün olmayan birinin esasen duyguları ve düşünceleri de düzgün değildir diyebiliriz.

Yaratıcı Yazarlık Kavramı

Yaratıcı yazarlık ne demektir? Geniş anlamda düşünürsek soruyu, her yazar yaratıcıdır ama dar anlamda kurgu, dram, hikaye yazanlar yaratıcı yazar olarak tasvir edilir. Senaryo ve çekilebilir metin konusunu iyi anlamak lazım. Öykü ve roman yazmak ile “çekilebilir” öykü ve roman yazmak birbirinden ayrılır. Senaryo buradan doğar.

Felsefi, bilimsel, politik metinlere oranla sanatsal ve edebi metinlerin daha iyi okunduğu ileri sürülüyor. Halen ülkemizde en çok kurgu, roman metinlerinin çok satanlar, best seller olduğunu söyleyebiliriz. İncil, Kuran, Komünist Manifesto’nun istisna olduğunu düşünüyorum.

Yaratıcı Yazarlığın Kaynağı: Halk

Yazı, yazarlık, sanat ve edebiyat meselesinde asıl yaratıcının, halk olduğunu ileri sürüyoruz. Yazarlar ikinci planda gelir. Yaratıyı, estetize eden ve ona uygun bir form kazandıran yazarlardır. Misal Homeros diyoruz ama onun destanlarını asıl yaratan, bilen Yunan halkı idi. Yunan trajedilerini yaratanlar da Sophokles, Euripides, Askilos’tan önce Yunan halkı idi.

Yazar, filozof ve sanatçıların rolü elbette önemlidir. Shakespeare, Marlow, Goethe için de halk kaynakları merkezi önemde olmuştur. Cervantes, Rabelais için de geçerlidik bu. Keza Nazım Hikmet Şeyh Bedreddin destanı, Yaşar Kemal, İnce Memed ile bu kervana katılırlar. Yazarlar, sanatçılar ve edebi metin yazarları, bu üretimleri belirli yazım teknikleri ile estetik ürünlere dönüştürür. Modern sanat ve edebiyat insanları, eskinin mirasından yararlanarak bazen de eskiyi taklit ederek eserini kuruyor.

Kısaca söylersek, yaratıcı olan halktır, yaratılana estetik bir form kazandıran ise yazardır, senaristtir, filozoftur. Yazarlık, hangi dalda / alanda olursa olsun kısa, kesin, canlı ve etkili olmalıdır. 5 cümlede anlatılanı bir cümlede anlatan yazar makbuldür. Yaratıcı yazarlık gibi yaratıcı okuma da var. Normali yeterlidir, yaratıcı veya hızlı okuma lüzumsuzdur. Eleştirel bir bakışla bitirelim.

Yazı, Gerçekliğin Üzerini Örter mi?

Yazıyla, yazarla, felsefeyle özgürlük gelir mi? Hayır… Felsefe tarihinde bunun örnekleri vardır. Nasıl ki felsefenin geliştiği toplumlar çöküşten kurtulamadıysa kitabın gelişmesi de insanlığı yıkımdan kurtaramaz. Haklar ve özgürlükler ancak mücadele ile kazanılır.

Bilim, politika sanat, felsefe bir yandan gerçekliğin üzerini açarken (olması gereken budur) bir yandan da gerçekliğin üzerini örter, varlığı gizler. Başta Marksizm ve toplumcu gerçekçilik olmak üzere varoluş felsefesi de varlığın, gerçeğin üstünü açmak ister.

İnsan başka neden yazar ki? Yazı, yazar, kitap neden vardır ki? Bu noktada vurgulanması gereken daha önemli husus, dört disiplin ve bu alanda yazanlar, varlığın üzerini örtmekle kalmazlar sahte gerçeklikler ve varlık tarzları yaratırlar. Hakiki filozof, düşün, bilim ve sanat insanı bu sahte değerleri teşhir edip gerçekliğe temas etmekle, farkındalık yaratmakla da mükelleftir. Bu özelliği ile yazar, bir aydın olarak da işlev görür, görmelidir.

Mehmet Akkaya

1964’te Malatya’da doğdu. İlkokulu Malatya’da okudu; orta ve lise eğitimini İstanbul’da tamamladı. Kocasinan Lisesi’nden sonra Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümü’nü bitirdi. Maltepe Üniversitesi’nde Psikoloji, İnsan Bilimleri ve Felsefe Bölümü’nde yüksek lisans (master) yaptı; dil ve kültür felsefesi konusundaki tez çalışmasıyla mezun oldu. Çeşitli gazete ve kültür-sanat-felsefe dergilerinde bilim, sanat, felsefe ve politika içerikli yazdığı yazılarla biliniyor. Akkaya, televizyon ekranlarında yaptığı felsefe/düşünce programlarıyla da tanınıyor. 2008’den itibaren kitap çalışmalarına yoğunlaşan yazarımızın eserleri felsefe, bilim, sanat ve politika meraklıları tarafından ilgiyle izleniyor.
Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu