Aktüel Yorum

Hangi Aydınlanmanın Mirasçısıyız?

Osmanlı – Türkiye Tarihinde

HANGİ AYDINLANMANIN MİRASÇISIYIZ?

Aydınlanmayı konu ettiğimiz, son dönem programlara bakarak bazı entelektüel çevreler, burjuva aydınlanmasını savunduğumuzu sanabilir. Oysa hem Avrupa hem Osmanlı ve Türkiye tarihinde söz konusu olan Aydınlanma düşüncesini sorgulamanın felsefesini yapıyoruz. Bu yüzden de belirtmek gerekir ki bu tarz sömürücü sınıflara ait değerler yerine ezilenlerin ve emekçilerin değerlerini konu edip onları miras almanın mücadelesi içinde olmak gerekir. Batı aydınlanmasını, Fransız burjuva aydınlanmasını savunmak gerekmediği gibi Osmanlı veya Türk aydınlanması denilen Türk – İslam sentezi olan Aydınlanmayı da savunmaya lüzum yoktur. Bunların karşısına ezilenlerin aydınlanmasını çıkarmak ve bunu savunmak isabetli olur. Başka? Batı veya Doğu aydınlanmalarını burjuva – feodal karakterli, son çözümlemede liberalizm olarak değerlendirip ve buna karşı proleter karakterli bir Aydınlanmayı önermek en mantıklı olanıdır.

Aydınlanma deyince iki akımdan söz etmek şarttır: Liberalizm ve Marksizm. Liberal aydınlanma, bilim ve sanat yoluyla kitleleri eğitip bilinçlendirerek dünyaya özgürlük getireceğini iddia eder. Bu iddiaya bakılırsa bilim adamı, sanatçı, büyük devlet adamları, filozoflar ve modern devlet bürokrasisine büyük görev düşer. Marksist aydınlanma ise tam tersi sınıf, siyaset ve ideolojilere dayanır. Genel olarak Marksist bir aydınlanma, proletaryanın yaratacağı devrimci – demokratik bir dünya ile mümkün olur. Dolayısıyla bir emekçi /proletarya aydınlanmasından söz ediyoruz. Buna ezilen cins olarak devrimci kadın aydınlanmasını da eklemek gerekir. Söz konusu olan toplum Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu ise olası bir Kürt aydınlanmasını önermek elzemdir. Keza Osmanlı – Türk aydınlanması yerine yani Türk – İslam düşüncesine karşı bir Alevi – Kızılbaş aydınlanmasını savunmak ve desteklemek kaçınılmaz görünüyor. Kısaca değinilen bu konuların doğal kaynaklarını incelemek ve felsefesini yapmak üzere Komün TV ekranlarında buluşuyoruz. Merak eden ve ihtiyaç duyan dostları bekleriz.

Eğitim, Eğmek ve Bükmek İçindir

Modern okul olan üniversitenin temeli Abdülmecid tarafından 1845-46’da atılmıştı. İlk üniversitenin ise temellerinin 1865’te atıldığı söylenir. Modern biçimli okul örnekleri olarak sıbyan, rüştiye, idadi, darülfunun okullarını anmak, ayrıca aşiret okullarını da not etmek gerekiyor. Kavram ve konu olarak eğitim gibi masum ve pozitif bir kurum, sıklıkla egemen sınıfların imdadına yetişen bir düzenek olmuştur. Bu yüzden Osmanlı’da da son derece önem verilmiştir eğitime. Mühendislik, hukuk ve tıbbiyeye öncelik tanınmış. Sonraları edebiyat, İlahiyat ve fen bilimleri de müfredata egemen olmuştur. Cumhuriyet yıllarında, özellikle de son yirmi yıl içinde eğitim kurumları yüzleri, binleri bulmuştur. Kamu ve vakıf üniversitesiteler yanında özel ve sermaye üniversiteleri de kurulmaya başlamıştır. Öte yandan vurgulamak icap ediyor ki, çağımızda okulların, cami ve kilise işlevi gördüğüne ve bundan sonra da göreceğine kuşku yoktur!

Ekonomik Sömürü ve Kültür

Eğitim, her çağda egemen sınıflar için insan, vatandaş ve çalışmak üzere teknik, yönetmek üzere sosyal ve bilimsel tarzda insan yetiştirmek içindir. Osmanlı’da zorunlu olarak modern eğitime ihtiyaç duymuş ve okullar, üniversiteler kurmuştur. 1880’li yıllarda Osmanlı’da, İstanbul başta olmak üzere, Batılı devletlere ait yüzlerce okul ve eğitim kurumları olduğu anlaşılıyor. Eğitim ve bu türden kültürel emperyalizm, aynı zamanda Osmanlı’nın sömürge olduğunun da bir göstergesidir. Çünkü ekonomik sömürü, zorunlu olarak kültürel sömürüyü de getirir. Mesela Kürt coğrafyasında anadili olan Kürtçenin değil de, Türkçenin resmi dil olarak okutulması gibi.

Osmanlı, eğitime son yıllarda daha çok önem vermiştir. Çünkü sürekli yeniliyor ve geriliyordu. Okullarda yetişecek teknik kadrolar can simidi olabilirdi. Üstelik kaliteli Müslüman gençlik yetiştirilecektir! Bunun için 19. yüzyılın başlarında, sıbyan mektepleriyle birlikte modern okul ve eğitimin de temelleri atılmıştır. 2. Abdülhamid zamanında, rüştüye ve idadi okullarında, Müslüman teknikerler, yöneticiler yetiştirmek hedeflenmişti. Modern ulus devletler bunu daha da ileri taşımıştır. Son yirmi yılda Türkiye’nin okullaşma oranı çok yüksektir. Bunun da sorgulanması icap eder. Önceleri galiba ırkçı, faşist nesiller yetiştiriliyordu. Yirmi yıldır da kinci, dindar nesiller yetiştiriliyor.

Seyfiye, Kalemiyle, İlmiye

Osmanlı’da üç temel meslek grubu ve sınıfı vardı: Seyfiye, kalemiye, ilmiye… İlki askeri bürokrasi, ikincisi sivil bürokrasi, üçüncüsü din, bilim, hukuk, eğitim. Seyfiye sınıfı, 19. yüzyılda askeriye ve mülkiye olarak ikiye ayrılmıştır. İlmiye sınıfı, eğitimle ilgili temel politikaları da belirliyor. Osmanlı’da medreseler, enderunlar, müderrisler eğitimle ilgilidir. Orhan zamanında, İznik’te önemli bir medrese kurulur ve yenilerinin kurulmasıyla devam eder. Kız okulları da, yakın tarihte bu politika gereği kurulmaya başlar. 1876’ta, I. Meşrutiyet döneminde kız çocukları için de okulların kurulmaya başladığı görülüyor. Türk egemen sınıfları, “Kadın haklarını dünyada ilk defa biz verdik” derken, onlardan evvel de Osmanlı egemen sınıfları kadınlara ilk deha eğitim hakkını ve okulu, kadınlara biz verdik demişlerdir.

1850’lerden itibaren modern manada okullar kurulmaya başlıyor. Emrullah efendi gibi maarif bakanları yetişir. Küçük Said paşa da, adından söz ettiren bir eğitim bakanı ve bürokrattır. Darülfünun denilen üniversitelerin temeli de bu yıllarda atılır. İstanbul Darülfununu kurulur. 1933’te adı İstanbul Üniversitesi olarak değiştirilir. Eğitim, kuşkusuz ki yarı sömürge ilişkilerin etkisinde geçmiştir. İstanbul Darülfununu dahil olmak üzere 1910’lu, 20’li, 30’lu yıllarda Alman hocalar, eğitime yön vermişlerdir.

OSMANLI’DA TEİZM – ATEİZM

Osmanlı’daki kutsal dinlerin egemenliği cumhuriyet yıllarına kadar sürmüştür. Cumhuriyetle birlikte modern dinler etkili olmaya başlamıştır. Avrupa’da ise kutsal dinler, sanayi devrimi ve burjuva devrimi denilen çağlara kadar devam etmiş, sonra kutsal olmayan dinlerin yaşamda önplana çıktığını görüyoruz. Kutsal dinler derken Hıristiyanlık, Yahudilik, İslam vs. akla gelir. Kutsal olmayan dinler, yani modern dinler derken de laiklik, milliyetçilik, modern inançları düşünmek gerekiyor.

Aydınlanma, cumhuriyet veya laiklik, sanıldığı gibi din karşıtlığı değildir. Tersine yeni dönemin dinleri olarak işlev görürler. Burjuva toplumunda kutsal dinler, varlığını derinleştirerek devam ettirecek ama sermayenin kontrolünde olacaktır. Napolyon’un yaptığı da Kemalistlerin yaptığı da budur. Şöyle de denilebilir: Napolyon, jekobenler ile kralcıların uzlaşmasından doğmuş, M. Kemal de ittihatçılarla Vahdettincilerin uzlaşmasıyla ortaya çıkmıştır.

Osmanlı’da Tanrı Tartışmaları

Batı’da olduğu gibi Doğu dünyasında, Osmanlılar’da da din ve Tanrı karşıtı akım ve anlayışlar eksik olmamıştır. Abbasi ve Selçuklu dönemlerinde materyalistler, ateistler, deistler, panteistler, Vahdeti vücutçular olduğu gibi benzer akım ve anlayışlar Osmanlı’da da hız kesmemiştir, artmıştır. “Tanrı vardır” diyen her tez, “Tanrı yoktur” anti tezi ile karşılaşır. Osmanlı’da deizm ve ateizm çok yaygındır. Yunus Emre, Pir Sultan ve Kaygusız Abdal gibi şairler ilk akla gelenler. Daha önemlisi Osmanlı ilmiye sınıfı içinde, ulemanın, kadıların, müderrislerin, paşa ve padişahların içinde isim yapmış büyük alimler vardır. Padişah 4. Murat, Lari Mehmet Efendi ve Nadajlı Sarı Abdurrahman en ünlü ateistlerdir. 2. Abdülhamid’in de ateizmi ve Darwinizmi savunduğu iddia edilir. Çünkü evrim teorisine ilişkin kitapların basımının, 2. Abdülhamid zamanında ve onun önerisiyle yapıldığı söylenir.

Lari Mehmet efendi 1665’te İstanbul’da, ateist olduğu için idam edildi. Lari Mehmet Efendi, ünlü bir din bilginiydi. Söylediklerini inkar etmesi istendi. Etmeyince sarayda mahkeme kuruldu, ateizmden taviz vermedi. Bunun üzerine saray kılıcıyla boynu vurularak idam edildi. 1600’ün başlarında da benzer bir idam Nadajlı Sarı Abdurrahman’a yapılmıştı. Nadajlı Abdurrahman, ahiret, cennet, cehennem ve kutsal kitapları, peygamberleri kabul etmiyordu. Bunların kurgu / uydurma olduğunu ileri sürüyordu. Lari Mehmet’ten evvel, Divanı Hümayünde yargılanıp idam edilmişti.

Osmanlı Neden Çöktü?

Din bağlamlı tartışmalarda Osmanlı neden çöktü? sorusu da sıklıkla konu edilir. Eski toplumlarda coğrafya ve iklim önemliydi. Üretimi bunlar belirler tarım toplumlarında. Endüstri toplumunda, kapitalizm şartlarında ise durum değişmiştir. Osmanlı, din nedeniyle çökmediği gibi aydınlanmadığı için de çökmüş değildir. Sanayi toplumuna geçemediği, yeterince emek sömürüsü yapamadığı için çöktü. Çünkü Akdeniz ve diğer denizler nedeniyle elde ettiği gelirler, coğrafi keşifler yüzünden inişe geçti.

Osmanlı’da kuruluşundan 200 yıl sonra deniz ticareti önemini yitirdi, üretimin gerekli sömürü koşulları yaratılamadı ve Batı’nın gerisinde kalındı. İlkel sermaye sürecini tamamlayan Batı için Osmanlı, zamanla sömürge konumuna düşmeye başladı. Çöküşün koşulları dinsel değil ekonomik idi. Yüzyılların imparatorluğu, yıpranmış ve yorulmuş olarak modern döneme girmişti, bunda dini gericiliğin de etkisi olmuş olabilir.

Nihayetinde hiçbir zulüm uygarlığı sonsuza dek sürmüyor. İbni Haldun da bunu söyler. Şimdikiler de yıkılacaktır. Dolayısıyla “Osmanlı devleti bilim karşıtı, din ve hurafeyle yönetildiği için yıkıldı” diyenler de yanılıyor, “Osmanlı dine, maneviyata önem vermedi, İslam’dan uzaklaştığı için yıkıldı” diyenler de yanılıyor. Toplumlar bilim, felsefe, teknoloji veya din, hukuk, İlahiyat ile zengin olmazlar. Ekonomik ilişkiler, üretim, sömürü, yağma ve savaş yoluyla güçlenirler ve aynı nedenlerle güçten düşerler.

Mehmet Akkaya

1964’te Malatya’da doğdu. İlkokulu Malatya’da okudu; orta ve lise eğitimini İstanbul’da tamamladı. Kocasinan Lisesi’nden sonra Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümü’nü bitirdi. Maltepe Üniversitesi’nde Psikoloji, İnsan Bilimleri ve Felsefe Bölümü’nde yüksek lisans (master) yaptı; dil ve kültür felsefesi konusundaki tez çalışmasıyla mezun oldu. Çeşitli gazete ve kültür-sanat-felsefe dergilerinde bilim, sanat, felsefe ve politika içerikli yazdığı yazılarla biliniyor. Akkaya, televizyon ekranlarında yaptığı felsefe/düşünce programlarıyla da tanınıyor. 2008’den itibaren kitap çalışmalarına yoğunlaşan yazarımızın eserleri felsefe, bilim, sanat ve politika meraklıları tarafından ilgiyle izleniyor.
Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu