
Sıra AKP-CHP “normalleşmesinde”
Bir köşe yoldaşımın dediği gibi “barış” halkların “bayramıdır.”
Ama şu anda bayram gününde değiliz. Bayramın arifesindeyiz. İşin önemli yanı geride. Hicri takvimde arifeden sonraki gün mutlaka bayram günüdür. Siyasi takvimde ise arife belli olur ama bayramın ne zaman geleceği birçok faktöre bağlıdır.
PKK’nin 12. Kongresi Türkiye’yi arife gününe getirdi. Bayram gününü ise TBMM ilan edecek.
Nasıl ilan edecek? Arifeden sonraki ilk günde mi? Böyle olmayacağını çok iyi biliyoruz. Önce konuşacaklar. Ama şu anda konuşmaları gereken iki parti, yani CHP ve AKP birbirine küs. Oysa bayramlar küskünlerin barıştığı gündür. PKK Kongresi barış elini uzattı. Bahçeli bu eli geri çevirmedi. Özgür Özel de öyle. Erdoğan kerhen de olsa PKK’yle barışır gibi.
Ama bayram gününe TBMM karar verecekse Erdoğan ile Özgür Özel’in de barışması şart. Başka türlü TBMM’de bayram gününün hangi gün olduğu kararı alınamaz.
Şu anda Başkan Öcalan’ın ülkemizi bayramın eşiğine getiren tarihi inisiyatifi, AKP-CHP kavgasının etkileri altında başarısızlığa uğrama tehlikesiyle karşı karşıya. Bu kavga seçime makul bir zaman kalana kadar ertelenmezse, TBMM’den demokratikleşme yönünde herhangi bir gelişme sağlanamaz.
PKK, Türk devletiyle silahlı mücadeleye son verdi. Şimdi sıra AKP ile CHP arasında bir geçici mütareke yapılmasındadır.
Eğer her iki parti acele etmez ise, araya girecek olanlar bayramı bekleyen Türkiye halklarına arife gününü zehir edebilirler.
Başkan Apo’nun önderliğinde PKK, İsrail ve ABD’nin Türk-Kürt savaşından yararlanma stratejisine karşı, her Türkiye yurttaşının şükran duyacağı büyük bir adım attı. Eğer bu adıma AKP ve CHP anlaşarak tutarlı ve güven verici adımlarla gecikmeden cevap vermezlerse, kendilerini anti-Amerikancı ya da İsrail düşmanı gibi tanıtan mahfiller bu iki devlet adına barış ve demokrasiye açılan ortamı dinamitlemek için her şeyi yapacaklardır.
Görebildiğim kadarıyla bu konuda ilk adımı Erdoğan’ın atması gerekmekte. Gerçi devlet Öcalan’ın önderliğinde PKK’yle fiili müzakereye yaklaşık bir yıldır yanaştığı bir sırada, bu müzakere sürecinden haberdar olduğunu düşündüğüm CHP, yerel seçimin arkasından yapması gereken “erken seçim” kampanyasını, tam bu kritik anda başlatarak AKP’yi köşeye sıkıştırmış ve Erdoğan ise bu doğal parlamenter hamleyi, CHP’ye savaş açarak karşılamıştır. Erdoğan iktidarını kaybetme korkusuyla saldırıya geçmiştir. Böyle olmakla birlikte, şu anda ilk adımı atması gereken parti AKP’dir. PKK’yle savaşa son verecek olan Saray ittifakı, CHP’yle de savaşa son vermeli, Ekrem İmamoğlu ve arkadaşları bir an önce serbest bırakılmalıdır.
Erdoğan barış sürecinde samimi ise, atacağı adımlarda CHP’nin desteğini almadan bu adımları atamayacağını bilir. O nedenle PKK Kongresi’nden sonra arifenin bayrama dönüşüp dönüşmemesi kesinlikle AKP-CHP barışına bağlıdır. Eğer Erdoğan buna yanaşmazsa, ben şahsen Erdoğan’ın PKK Kongresi’nin büyük hamlesine olumsuz yaklaşmakta olduğu sonucuna varacağım.
“PKK’yle barış ve CHP’yle savaş” hali Türkiye ve Türkiye halkları için “son şans” olan değişim ve dönüşüm sürecine karşı, henüz PKK ile ilgili önyargılarından kurtulmamış olan Türk halkını kışkırtmaya hazırlanan güçlere büyük fırsat verecektir. Daha şimdiden İyi Parti zehir kusmakta, Taha Akyol gibi kalemler, durduk yere PKK’ye karşı ideolojik saldırıya geçmekte. Zafer Partisi, bu barış ve demokrasi sürecinin militan düşmanı olarak konuşmakta. CHP’ye yakın medyada 12. Kongre kararları, sanki mesele PKK’yle ideolojik anlaşmaymış da, PKK Lozan Anlaşması’nı ve 1924 Anayasası’nı eleştirdiği için bu anlaşmayı bozmuş gibi gösteren eli değnekli adamlar tarafından bilinçli olarak karalanmakta.
Ve tahmin edebiliriz ki, küresel kimi güçler bu durumu ellerini oğuşturarak izlemekte.
CHP’ye yakın medyadaki kişiler, yıllardan beri PKK’yi ABD emperyalizminin “taşeronu” olarak suçladılar. Şimdi “taşeron” dedikleri PKK, Başkan Öcalan’ın gösterdiği yolda Türk devletine karşı silahlı savaşı sonlandırdı. Bu tarihi kararın Türk devleti için taşıdığı olağanüstü önemi kavrayamayanların yurtseverliğinden şüphe edilir. Eğer onların iddia ettiği gibi PKK, Türk devletine karşı silahlı mücadeleyi küresel güçlerin desteğiyle sürdürüyor idiyse, şimdi bu savaşa son vermesinin “anti emperyalist” karakterini göremeyenlerin, asıl onların küresel güçler tarafında olduğunu söylersek haksızlık etmiş olmayacağız.
Kürt halkı PKK’yi kendi bağrından doğurdu. Evlatlarını, kızlarını ve oğullarını PKK saflarına uğurladı. Bu halkın evlerinin duvarlarında PKK bayrağı, Öcalan posteri ve şehit düşen çocuklarının resimleri var. Bu halk kendi bağrından doğurduğu PKK’nin kendi örgütlü varlığına son vermesini milyonların katıldığı Newrozlarda onaylamışken, bu gibi itirazcıları anlamanın imkanı yoktur.
Ben Sırrı Süreyya’nın resmini okşayan Devlet Bahçeli’nin samimiyetine artık inanıyorum. O, işçi sınıfı, aydınlar, demokratlar adına değilse de, devleti adına samimi duygularla hareket ediyor. Türk devletinin karşı karşıya olduğu olağanüstü tehlikelerden Öcalan’ın dahiyane adımıyla kurtulmanın imkanını görüyor. Şaka değil. Elli milyonluk bilinçli, örgütlü ve eylemli bir halk adına Türk halkına barış eli uzanmıştır.
Şimdi Türk halkı düşünmelidir: Kürt halkı partisinin ve savaşçılarının örgütünü barış uğruna, yani hep birlikte yaşayacağımız savaşsız günler adına feda etmiştir, siz neyinizi feda ettiniz?
O halde, Türkiye’nin iki büyük partisi, en azından Devlet Bahçeli’nin gösterdiği bu sağduyulu tutuma dikkat etmeli ve bir an önce TBMM’de barış ve demokratikleşme sürecini sonuçlandırmak için aralarındaki kavgaya, gelecek erken ya da zamanında seçime kadar ara vermelidirler. Birbirleriyle kavganın, hepsiyle PKK arasındaki savaşa göre, tek bir kararla sona ereceğini kabul etmeliler. Mesela baş başa verip, seçim tarihinde anlaşmalı ve resmi seçim kampanyasının başlayacağı tarihe kadar barış ve demokrasi yolunda atılacak olan adımları TBMM’de birlikte atmalıdırlar.
Aksi takdirde barış öncesi arefe günü kara güne dönebilir.