Aktüel Yorum

Kaos kapımızda

Kürt tarafı “Barış ve Demokratik Toplum” sürecinde üstüne düşen adımları atıyor. Ateşkes’ten tutun PKK Kongresini toplama kararlılığına, bunlardan DEM Parti’nin çalmadık kapı bırakmayan “barış elçiliğine” kadar atılmadık adım kalmadı. En önemlisi de “gerillanın silahsızlanması ve PKK’nin örgütsel yapısına son vermesi” gibi bir hedefi, duyduğu gün içine sindiremeyen, şüphe ve kaygıyla sarsılan Kürt halkına bu hedef milyonların katıldığı Newrozlarda bütün yönleriyle anlatılarak, halk Başkan Apo’nun etrafında kenetlendi.

Ben “acaba bu halk başka ne gibi adımlar atmadı da, ‘Barış ve Demokratik Toplum’ süreci bir türlü ilerleyemiyor?” diye uzun uzun düşündüm. Aklıma şu anda yaşanan siyasi gelişmeler geldi. Ülkenin altı üstüne geliyor. CHP’ye karşı sistem içi partiler arasında eşi görülmedik bir saldırı ve buna karşı aralıksız bir protesto kampanyası giderek tırmanıyor. Kürt halkı milyonlarca Türk yoksulunun katıldığı bu kampanyaya hiç şüphesiz dayanışma ruhuyla bakıyor. Ama “bekliyor.” Barış ve Demokratik Toplum sürecinin sürmesi adına dişini sıkıyor. Herkes bu gidişin hayra alamet olmadığının farkında. Ama Türkiye için “son şans” adına nice serhildanla rejimleri sarsan, bölgenin en örgütlü, en bilinçli, en savaşkan halkı “sabır taşını” çatlatırcasına bekliyor.

Soruyorum: Barış ve Demokratik Toplum süreci adına bundan büyük, bundan daha kararlı, bundan daha soğukkanlı bir tutumu Erdoğan rüyasında görse inanamazdı. Şu anda Kürt halkı, Türk halkıyla birlikte milyonlar ve on milyonlar halinde erken seçime yürüseydi, Erdoğan’ın istifasını isteseydi, son gelişmeler temelinde CHP, DEM Parti diğer muhalif partiler TBMM’yi boykot ültimatomu verseydi kimbilir neler olurdu?

Evet, kimbilir neler olurdu? “Kimbilir” dememin sebebi çok basit: Çünkü böyle bir durumda ucuz yoldan başarı ihtimali sıfırdır. Birincisi, CHP böyle devrimci bir çıkışın partisi değil. O rotasını parlamenter ve legalist başarıya çevirmiş. “Ültimatom” Türk ve Kürt halkının “birleşik isyanını” tetikler. Her isyanda olduğu gibi sonucu devrim ve karşı devrim arasındaki mücadele belirler. Yani ne zafer garantidedir, ne yenilgi mukadder. Böyle bir sürece girmek CHP için hayal bile değildir. İkincisi, Başkan Apo, bence bu çoklu krizde Erdoğan’ın iktidarını korumak için, devletin de “ulus- devletleri” haritadan silecek olan bölgedeki değişimde “beka sorunuyla” yüz yüze olduğu için, demokratikleşme yönünde ciddi tavizler vermek zorunda kalacağını görmüş ve bu “son şans” yolunda tarihi çağrısını yapmıştır. Erken seçim elbette olmalıdır. Ama vakit nakittir. Erken seçimden önce ve acilen bir şeyler yapılmalıdır.

İktidar ne yapıyor? “Erken seçimden” kurtulmak için devletin kurucu partisine savaş açıyor. Aynı zamanda demokratikleşmenin sonuçlarından dehşetli şekilde korktuğu için, zorunlu olarak oturduğu “muhayyel masada” treni sallıyor, beklenti yarata yarata herkesi oyalıyor. Masada tek bir demokratik adım atmıyor.

“Tek bir adım atmıyor” desem de artık bu ifade yetersiz kalıyor. Erdoğan “geriye” doğru, çok tehlikeli adımlar atıyor. En son grup konuşmasında Erdoğan CHP’nin Cumhurbaşkanı adayının tutuklanmasını, “sahipsiz köpek itlafına” benzetti, onun yerine adaylık girdabına giren sonraki adayların “köpekler gibi telef” olacağını ilan etti.

Sistem gereği AKP ve CHP genel seçimler sürecinde halef-selef adayı partilerdir. Birbirlerini sandıkta yenmeyi kabul etmişlerdir. Ama şimdi Erdoğan “sandık” dilinden vazgeçmiş, rakibini “köpek gibi itlafı gereken bir parti” olarak görmeye başlamıştır.

Dildeki bu zehirli tırmanışın sebebi nedir? CHP’nin parlamenter yöntemle yürüttüğü kampanya, fiili müzakere masasında Erdoğan’ı zayıflatıyor. Hiçbir şey vermeden PKK’yi tasfiye etme niyetini zora sokuyor. Ama daha önemli sebepler var.

Suriye’de işler Türk devletinin en istemediği yönde gelişiyor. Rojava’da “ortak tutum” belgesi temelinde Kürtlerin ulusal birliği yolunda büyük bir adım atıldı. Demokratik ulus temelinde fedaratif Suriye amacında herkes birleşti. Kıbrıs’ta Erdoğan’ın güvendiği dağlara kar yağdı, Türki Cumhuriyetler, KKTC’yi Türk işgal bölgesi sayarak Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tek meşru güç olarak tanıdı. Böylece Türk devleti hem Suriye’de, hem de Kıbrıs’ta işgal ettiği topraklardan çekilme şıkkıyla karşı karşıya kaldı.

Daha beteri de var. Tam Ortadoğu’da güç dengesi ABD ve İsrail’den yana değişti ve “Pax Americana” kapıya geldi derken, önce İran’a karşı savaşa sıra geldi, derken iki nükleer güç olan Hindistan ve Pakistan arasında savaş ihtimali gündeme oturdu. Durum şu: Türkiye bir yandan İran’a karşı savaşa teşvik ediliyor, diğer yandan bu muhtemel Hindistan-Pakistan savaşında, Çin’in desteklediği Pakistan’la askeri ve politik ittifak içinde. Hindistan’ı ise ABD desteklemekte. Bu çapraşık durum Türk devletinin çok yönlü krizini yıkıcı bir sonuca götürür.

İşte bu kriz Erdoğan’ın muhalefeti “itlaf edilecek köpek sürüleri” gibi görmesini açıklıyor. Bu hengamede iktidarı kaybetmek Erdoğan için mahvolmak anlamına geliyor. Artık bir seçimle gitmemek için her şeyi yapacaktır. Ancak yapacağı her şey onun daha ağır durumlarla karşı karşıya kalmasına neden olacaktır.

Erdoğan’ın iktidarı kaybetmesi ya da koruması asıl mesele değil. Bütün bölge ülkeleri gibi Türkiye büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır. PKK, Öcalan’ın önderliğinde bu tehlikeyi görüyor. Türk-Kürt savaşının devamı, bölgedeki durum koşullarında Türkiye’yi de, Kürdistan’ı da “beka” sorunuyla yüz yüze getirmiştir. Erdoğan’ın iktidar hırsı bu sorunu katmerleştiriyor. CHP karşı karşıya olunan tehlikeyi tezelden görmelidir. Bir yandan kendisine yönelen saldırıyı defetmek ve Erdoğan’ı erken seçime zorlamak için mücadele ederken, diğer yandan fiili müzakere sürecinde aktif bir taraf konumuna gelmeli, bu “son şansı” heba edecek olan perspektifi olmayan bir partiler arası rekabet konumundan çıkmalıdır. En erken bir yıl sonra yapılacak seçimlere kadar ülkenin önünde zaman kalmamıştır. Seçim öncesinde sağduyulu adımlar atılamazsa, ülke “itlaf dilinin” gösterdiği gibi seçimsiz ve muhalefetsiz bir rejime doğru sürüklenecektir.

O halde tüm muhalefet, aralarında Başkan Apo’nun da bulunduğu tüm politik tutukluların serbest bırakılmasını, siyasi krizden ve “itlaf dilinden” çıkılmasını, PKK-TSK savaşının son bulmasını, bu amaçla demokratikleşme yolunda adımlar atılmasını, PKK’nin silah bırakıp, savaş koşullarına uyumlaştırılmış örgütsel yapısına son vermesini, bütün sorunlar gibi Kürt sorununda çözümün önündeki bütün anti-demokratik anayasal ve yasal engellerin kaldırılmasını talep etmeli, bu temelde TBMM’de uygar bir diyalog ortamı yaratmalıdır.

Bu olmazsa, ülkeyi erken seçime ulaşamadan kaos beklemektedir.

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu