Aktüel Yorum

Ölüm haziranda tutuklu kaldı… 

Haziran sıcak diyorlar kardaş

Gördüm, Amed’te

Haziran; ölüm kadar soğuk…

Soğuk kardaş ölüm

Haziranda…

Yokluğunun derin boşluğu

Özlemin, yalnızlığım…

Hepsi şimdi haziranda birleşiyor kardaş

O gün bugündür

Ne Şeroyé Bro sustu

Ne de yüreğimin haykırışları

O Hekîmo’yu söyledi

Yüreğimse çığık çığlığa…

Ve senden sonra kardaş

ölüm hep haziranda tutuklu kaldı

Gece karanlığına karışıyordu Şeroyê Bro’nun “Wero Hekîmo, tunê birîndarê mala bavê min dermankî…” diyen sesi ile birlikte duygular, özlem, sürgün, yaşam, ölüm…

Yaşam mı uzaktı, yoksa ölüm mü? Sen mı uzaksın yoksa yaşayanlar mı?

Sendan sonra, sıklıkla, çocukluğumdan kalan düşlerimin peşine düşüyorum… bir çeşit kendini avutma telaşı. Duygularım, ilkokuldan orta ögrenime, oradan zindana, sürgüne gidip geliyor. Yolların yorgun yaşlısı gibi. Dokunsan bir kenara yığılıp kalacak kadar yorgun. Ruhum, yaşamın girdaplarında telaşlı bir şekilde dolaştığı bu dönemde yollarım sıklıkla ‘iç deniz’in kenarına düşüyor…

Uçak iniş için alçalmaya başladığında, pencereye iyice yanaştım. Aşağıda, yeryüzü renkli çizilen bir haritayı andırıyordu, yer yer gri dağaların, yer yer yeşil, “iç deniz”in maviliği, heyecan, hüzün, sevinç… saniyede bir sağnak yağmura yakalanmış gibi her an değişen bir duygunun bedenimde bıraktığı sarsıntıların etkisinde kalıyordum.

Çok isteyip göremediğim ender şehirlerin başında geliyordu Van. Bir kaç gün misafir kaldığım şehri tanımaya çalışıyordum. Kuşbakışı koşan bir at’ı andıran Van Göl’üne uğaramadan tamamlanamazdı Van’ı tanıma faslım.

Hayatımın yeni pusulası, Feride ile gölün kenarında dolaşıyoruz. O bana bilgiler aktarırken ben kah Milas-Bodrum arasında seninle bir otobüs yolculuğunda, kah Bedirhan dayının anlatımlarında tanıdığım Ah’tamara Kalesini gözlerimde gevrek gülüşleri ile birlikte canlanıyordu.

Bir kaç günlük Van yolculuğunun ardından, İpekyolundan Amed’e doğru yola çıktığımızda yer yer mavi yer yer yeşile yakın suyun renkleri arasında Ah’tamara’nın saçları gibi gölün orta yerinde duran kalenin hikayesini bana anlatmaya başladığında Feride, Bedirhan dayinin gevrek gevrek gülüşleri gölün suları arasında bizimle birlikte hızla yüzüyordu. Sonra bir bıcak gibi kesti kanayan yaraları ve orada hayata veda edişi.

Bitlis Deresinin kıvramları ile yapılan dar yolda arabayla yola devam ediyoruz. Bir gözüm yolun akışında, diger gözüm, özgürlük şarkılarını söyleyen dağların doruklarında. Hayranlığım, hüznüm , duygularım karmakarışık…

Amed’e yaklaştıkça, sanki başka bir kişiliğe doğru yol alıyordum. Kendimi kontrol etmekten, duygularımı yönetmekte oldukça zorlanıyordum.

Amed büyümüştü, değimişti, bildiğimiz, yaşadığımıza çok yabancılaşmıştı. Şimdi yabancı bir şehir gibiydi. Beton yığınları, yükselen binalar, Kırklar Dağının imara açılması, Hevsel Bahçelerinin burukluğu, Sur’un yaralı hali…

Amed’te bir gece kaldıktan sonra, Ergani’ye doğru sabah yola çıktık. Ergani’den kısa bir molanın ardından, köye doğru yola devam ettik. İstasyona geldiğimizde yüreğim beni çoktan terk etmişti, ellerim, gençliğimizi bıraktığımız okula kendiliğinde arabanın direksiyonunu kırmıştı. Okul çeşmesinin olduğu yere geldiğimizde, gençliğimiz çığlık çığlığa karşımda duruyordu; Koçali dayak yiyordu, ben yardımına giderken yüzümde patlayan Hüsnü Hoca’nın tokadı, “eşekoğlu eşek” deyişi ile ağaçtan kopardığı dal ile birlikte haykırışın ortalıkta yankılanıyordu.

Daha fazla duramadım, Hillar Mağaraları, sonra Bervan Köyü, ilk okulu okuduğumuz yer ve Keraj’ın tepesine geldiğimizde uzakta çocukluğumuzun geçtiği köy karşımdaydı.

Yolun sağında solunda var olan bağlardan eser kalmamıştı, köy daha da sessiz olmuştu. bir çok kişi yalnızlığı seçmişti senin gibi, amcamız, büyük abimiz ve bir kaç komşu…

Sen ve Bedirhan dayinin yakinen tanıdığınız Feride, “eski” bir tanıdığınızla birlikte şimdi yanı başınızdaydım. Tam dört koca yıl geride kalmıştı.

Şimdi hanginize koşmalıydım? Ne çok birikmişsiniz orada. Sen, Bedirhan, annemiz, babamız… hanginize koşsam diğeri küsecek sanıyorum… bir ara içimde bir çığlık yükseldi; tırnaklarımla toprağı kazıp annemizi oradan çıkartmak istiyorum, daha senin orada oluşuna alışamazken, annemizin orada olduğunu bilmek büyük bir haksızlık… sonra iç sesime eşlik ediyorum; “niye bu kadar acele ettiniz ki?” İçimde, yüreğimin sancıyan yerinde, o oranda Tanrılara sitemler gönderiyorum, acı kadar, sessizce… Yüreğim rahatlasın diye sancısana eşlik eden iç ağlayışıma Feride’nin sizinle konuşması duygularımda patlamaya dünüştü, yüreğimin acısı gözlerime yansıdı, yaşam artık ıslak bir zamandan ibaretti, sağnak bir yağmur gibi…

Anladım ki değişen hiç bir şey yoktu; her şey hala yakıcı ve aynen duruyordu… haziran, ölümün soğukluğu, özlemin, yokluğunun yarattığı derin boşluk…

 

Şerif Kaplan / 26.6.2017

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu