
“Suç ordusu” ve “devrim ordusu”
Ortada bir rakam dolaşıyor:
Türkiye’de suça bulaşan “çocuk” sayısı 600 bin.
“Çocuk” kavramı, ilk duyanda garip bir algı yaratır.
İnsanlar “nasıl olur?” diye şaşkınlık geçirir. Akla ilk gelen kreşlerdeki, bilemediniz ilk okul çağındaki çocuklar olur. Haliyle şaşkınlığın yoğunluğu anlaşılır bir tepkidir.
Oysa buradaki “çocuk” tanımı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nu ilgilendiren bir tanımdır.Burada verilen 600 bin sayısı yaşı 18’in altındaki 14-18 yaş aralığındaki gençleri kapsar. Bu yaş dilimini 14 ila 30 yaş dilimi olarak hesap edersek, sayının 600 bini kat ve kat aştığı sonucuna varırız.
Gençlik silahlı bir “suç ordusuna” dönüşmüştür. Bu olgu birçok bakımdan analiz edilebilir. En çok da suçluluğun artışı ile ekonomik kriz, işsizlik arasındaki korelasyonla ilgilenilir. Bu tür bilimsel araştırmalar elbette gerçeğin bir yanını yansıtır.
İktidarlar bu araştırmalar temelinde suçlulukla “mücadele” programları hazırlar. Muhalif partiler bu programlardan daha iyisini hazırladıklarını söyler. Konunun sadece bu temelde tartışılması suçluluğun “çözülmesi gereken” bir olgu olduğu ve siyasi güçlerin de zaten bu sorunu çözmeye çalıştığı, ancak iktidarların beceriksizliğinden, zenginleri kayırmasından, hatta bu suç örgütleriyle ilişkili olmalarından dolayı bir türlü çözülemediği gibi sonuçlarla sınırlı kalır.
Oysa Türkiye’de gençliğin bir “silahlı suç ordusuna” dönüşmesi, gençliğin “silahlı devrim ordusuna” dönüşmesini önlemenin en stratejik çaresi olarak bizzat devlet tarafından gerçekleştirilmiştir.
Ekonomi çökmüştür. Genç işsizlik kronikleşmiştir. Eğitim gençliğe gelecek sunmaktan çıkmıştır, yaşam koşulları gençler için dayanılmaz hale gelmiştir. İşsiz genç her aile için bir yüktür. Bu şartlarda devlet için en büyük tehlike gençliğin, örneğin 68 kuşağı gibi “devrim ordusuna” dönüşmesidir.
Öylesine derin bir kriz var ki, devletin önünde devrimci süreci reformla önleme yolu tıkalıdır. Bunu önlemenin yolu “devrimci örgütleri” yok etmek, “suç örgütlerinin” önünü açmaktır. 12 Eylül darbesinden beri Türkiye’de yapılan budur.
Mafya sadece bir ekonomik-sosyal yozlaşmanın sonucu değildir. Bizzat devletin karşı-devrim stratejisinin ürünüdür. Çünkü mafya ne kapitalist sistemi, ne de onun siyasi üst yapısı devleti tehdit eder. Mafya illegal sermaye demektir, devrimci krizin mayalandığı koşullarda illegal devlete dönüşür. En fazla legal sermayenin malına çöker, kendisi onun yerine geçer. Mafya devleti değil, devletin demokratik kurumlarını darbeler.
Devrimci kriz korkusu da zaten devletin bizzat demokratik kurumlardan kurtulmasını gerektirir. Devletin mafyalaşmasıyla faşistleşmesi bir paranın iki yüzü gibidir. Siyasilerle mafya baronlarının, kolluk güçleriyle “suç ordusunun” iç içe geçmesi bundandır. Medyaya saçılan fotoğraflar sızma değil, mafyalaşmayı ve ordulaşmayı teşvik amacıyladır.
Gençliğin “devrim ordusu” haline dönüşmesini önlemek için gençliğin “suç ordusuna” dönüşmesini teşvik eden en önce bizzat ordu olmuştur.
12 Mart’tan 12 Eylül’e ve en son çakma darbeye kadar bütün askeri darbeler kronik kirizi çözemeyen devlet ve sermaye adına bilerek, isteyerek muazzam bir “suç ordusu” yaratmıştır. Bu suç ordusunun yarısı devrim ordusu olsaydı, Türkiye devrimin eşiğine gelirdi. Bu suç ordusu sistemin genlerine yabancıdır.
Mafya kapılarında iş bulmak isteyen genç insanlar, ucunda hapis ve ölüm olan bu yolculuğa “devrim” için değil, “para” ve “kuvvet” ya da iktidar için çıkmaktadırlar. İstenildiği anda, yoksul tabanı kırılarak, az sayıda ayakta kalan baronlar “arındırılmış” sermayeye ve “hukukileşmiş” iktidar gücüne dönüştürülebilirler. Kısaca mafya ve onun milyonları bulan gençlerden oluşmuş “suç ordusu” ne sermayeye ve ne de devlete yabancı değildir.
12 Eylül sonrasında Türkiye solunun kimi artıkları ve daha fazla olarak ülkücü faşist siyasi unsurlar bir anda suç örgütlerine dönüştü. Devletin kararıyla özellikle telef olan “bozkurtlar” bir anda “saygın iş adamları”, avukatlar, hakimler, komiserler, subaylar haline getirildi.Çünkü “devrim ordusu” dağıtılmıştı!
Şimdi gençliğin yeniden “suç ordusu” haline geldiği kaotik süreçten geçiyoruz. Çünkü devrimci kriz mayalanıyor, gençliğin devrim ordusuna dönüşmesinin objektif koşulları hızla olgunlaşıyor. Devlet kendi gençliğini “suç ordusuna” dönüştürdü. Ve artık yönünü Kürdistan’a çevirdi. Uyuşturucu ve fuhuş devlet politikasının sonucu yayılıyor ve savaşkan Kürt gençliği de “suç ordusuna” dönüştürülüyor.
Gençlik amansız krizden ya “suç ordusuna” ya da “devrim ordusuna” yazılarak çıkmayı düşünecektir. Bir başka yol yok, şimdiki gençlik ihtiyarlayana kadar da olmayacak. O halde bugünün anne ve babalarına soralım: Evlatlarınızı “suç ordusuna” mı, yoksa “devrim ordusuna” mı yazdırmak istersiniz. Üçüncü bir şıkkın olmadığını düşünerek sorunun üstünde düşününüz.