Aktüel Yorum

Saraçhane, Sınıf ve Sermaye

Dün Saraçhane’deydik. 1 Mayıs kutlamaları için Taksim meydanına, yani 1 Mayıs alanına çıkmaya çalıştık. Sayı vermeden söylüyorum ki Aksaray’dan Unkapanı’na kadarki alanda adeta insan seli vardı. Alana silahsız, şiddetsiz, barışçıl bir atmosfer hakimdi. Karşı tarafta ise tomalar, tepeden tırnağa silahlanmış, resmi verilere göre sayısı 50.000’i bulan bir devlet, ordu ve polis gücü bulunuyordu. Daha doğrusu sermaye, daha da doğrusu büyük / tekelci Türk sermayesi bulunuyordu. Alanda orantısız güçlere sahip olan iki cephe vardı da diyebiliriz: Burjuvazi ve proletarya.

10 yıl aradan sonra iki sendika konfederasyonunun, bir de büyük sermaye partisinin “1 Mayıs’ta Taksim’e” demesi, İstanbul halkında ciddi bir destek buldu, heyecan yarattı. Ne var ki Saraçhane’yi, herhangi bir çaba göstermeden ilk terkedenler de ilgili sendika ve büyük sermayenin partisi oldu. Dolayısıyla Taksim’e yürümek üzere mücadele edecek güçte bir kitle söz konusu değildi. Eskinin tecrübeli ve kitlesel militan örgütleri de ön plana çıkmadı. Yeni kuşak, sermaye ve savaş gerçeğinden habersiz, tecrübesi olmayan, küçük burjuva devrimciliği söz konusuydu. Manzaranın, siyaset felsefesi ve siyaset psikolojisi açısından düşündürdükleri üzerine bir kaç noktaya daha işaret etmek istiyorum.

Emekçilerin Üretimden Gelen Gücü

İktisadi faaliyetler, üretim güçlerinin durumu ve mülkiyet şekilleri, sermaye toplumunun belirleyici unsurlarıdır. Siyaset, bilim, felsefe, hukuk, din, devlet, ahlak… Tüm bu üstyapı kurumlarını, esasen sermaye tayin eder. Kültürel üstyapı kurumlarından birisinin özerk ve tayin eden hale gelmesi ise konjonktüreldir. İktisadi olan ile siyasal olan arasında diyalektik bir bağ olduğu öteden beri bilinir ve söylenir. 1 Mayısların anlamını, emek hareketinin tarihini, ekonomik ve siyasal mücadelenin önemini, buradaki diyalektiği dikkate almadan tahlil etmek ve dersler çıkartmak zordur. İstanbul proletaryası ve ezilenler için söylersek bir iktisadi ve siyasal talep olarak Taksim arzusu doğrudur. Geç kalmış, gereksiz yere ertelenmiş bir taleptir. Bu talebin, emekçiler için bir temel amaç değil, amacı gerçekleştirmek için bir araç olduğu da doğrudur. Oysa kitleler, iktidar talebi yerine, daha dolaylı bir yol izleyerek araçları elde etme eğilimindedir. Dolayısıyla bazen Taksim talebinin bile gerisine düşmektedir. Saraçhane’ye hapsolma buna en berrak örnektir. Buna hapsolma değil de hapsedilme demek daha doğru olur sanırım.

Gerçi, İstanbul proletaryası ve ezilenler, bir günlüğüne de olsa üretimden gelen gücünü göstermiş, İstanbul’da yaşamı durdurmuş ve ulaşım başta olmak üzere birçok sektörde hayatı felç etmiştir. Bununla birlikte kitlenin, kitle örgütlerinin, işçi önderlerinin psikolojisinde bir özgüven yitimi de söz konusu olmuştur. Bu negatif duruma rağmen önemli olan, sendikalizme ve egemen sınıf partilerine karşı gerekli derslerin çıkartılmış olmasıdır. Bu derslerden hareketle amaç, sınıfla bağlar kuran, sendikal güçlerle ittifak eden komünist teorinin iktidar merkezli sınıf mücadelesini yaşama geçirmenin imkanlarını yaratmak olmalıdır. Bu imkanların ışığında bilhassa “sol” görünümlü veya “adil” görünümlü sermayenin faşist partilerine – zerre kadar bile olsa- umut bağlayarak alanlara, sokaklara çıkmak, yürüyüşler ve mitingler yapmak, düzenin istediği sınırlar içinde kalmaktır. Saraçhane deneyimi bunu bir kez daha ortaya koymuştur.

Saraçhane: Anlaşma ve Uzlaşma!

2024 – İstanbul 1 Mayıs’ının Saraçhane’ye kilitlenmesi, dikkatleri buraya çektiği için pekçok devrimci kesimin, eylemlerini Taksim civarına yaymak üzere mobilize olması da gölgede kalmış ve etkisiz olmuştur. Medyadaki haberlere bakılırsa gözaltıların büyük çoğunluğu Saraçhane dışında gerçekleşmiş. Demek ki Saraçhane, biraz da uzlaşmayla, anlaşmayla planlanmış bir mekandır: Kitleyi tek merkeze toplamak ve kontrol etmek. Halbuki önceki tecrübeler, Taksim’e girmenin yolu olarak tek yürüyüş kolunu değil onlarca koldan kareketle alana girmenin mümkün olduğunu doğrulamıştır. Bu açıdan da Tertip Komitesi’nin niyeti ve amacı sorgulanmalıdır.

Saraçhane’ye değişik açılardan bakan pekçok felsefi göz, sanırım şu saptamayı yapmıştır: Kitleler, sermaye partilerinden kopmadan, sendikalizmi aşan işçi sınıfı, 50 yılın birikimiyle alanlara inmesi gereken sosyalistler, devrimci Kürt hareketi, bin yıllardır ezilen Alevi toplumu, işsizler, yoksullar, gençler ve mutfakta, işyerinde sömürülen kadınlar ve militan gençlik katılmadan Taksim’i ele geçirmek mümkün görünmüyor! Taksim ele geçirilse bile 1 Mayıs alanı olarak ilan edilmesi ve bu kazanımın korunması da mümkün olmayacaktır. 1 Haziran 2013’teki halk ayaklanmasını anımsatmakla yetiniyorum.

Uygar Dünyaya Karşı Komünizm

Saraçhane tecrübesi, hem yerel hem de uluslararası sermayenin (emperyalizm) yüzyıllardır uydurdukları “hukuk devleti” söyleminin de sahte bir söylem olduğunun göstergesi olmuştur. Emekçiler, faşist devlet geleneğine karşı canla başla, kanla kazanılmış bir hakkın kullanılması için de 50.000 kişilik bir polis ve bunların kullandığı modern / uygar silahlara karşı mücadele etmiştir. Zira hem AYM kararı hem de uluslararası sözleşmelerin (AİHS) hukuki bulduğu bir yasa, dünyanın gözü önünde engellenmiştir. İstanbul işçi sınıfı ve ezilenler, burjuvazinin hukuk söyleminin sahte olduğu yönünde bir ders çıkarmış mıdır? Pek zannetmiyorum! Çünkü hala uygarlık edebiyatı, modern toplum, hukukun üstünlüğü, adil yargı ve sekülerizm gibi burjuva ideolojilerine karşı kitlelerde büyük bir “hayranlık” var. Marksist bir felsefi-ideolojik mücadele, bu burjuva ideolojileri ile komünizm arasındaki karşıtlığı ortaya koymakla mükelleftir.

Saraçhane tecrübesinden hareketle söylenirse, devrimci ve komünist bir tarzın eksikliği hemen dikkati çekecektir. Sendikalar bağlamında ekonomik mücadele tarzı ön plana çıkmıştır. Buna devrimci bir politik öznenin (komünist partisi) önderlik etmediği anlaşılıyor. Yalnız politik mücadele de değil, ideolojik mücadelenin de etkili olmadığını söylemek lazım gelir. Oysa bu mücadele tarzlarının birliğine yüzyıl öncesinden işaret edilmiştir. Lenin, yazdığı bir makalenin başlığını “Ekonomik, politik ve ideolojik mücadele” koymuştur. Saraçhane örneğinde, kitlelerin ekonomik mücadele örgütü olan sendikaların peşine takıldığı, Marksizmi ekonomizme indirgediği anlaşılıyor. Çok daha önemlisi, ana akım, sarı sendikalara oranla nispeten de olsa devrimci eğilim gösteren iki sendikanın, sermaye partisinin kuyruğuna takılmış olmasıdır.

Sermayenin Yazdığı Senaryo

Sermaye partisinin “biz de orada olacağız, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlayacağız” anlamına gelen çağrılarının sendikalarda ve emekçilerde lüzumsuz yere büyük bir umut yarattığı anlaşılıyor. Çünkü 100 yıldır, 1 Mayıs’ı yasaklayan zihniyet, ilk defa görüş değiştirmiş gibi görünmüştür. Meğerse sistem içi dengeler gereği, emekçileri oyalamak nedeniyle kurgulanmış bir senaryo imiş. İyi polis – kötü polis oyunu gibi bir oyun sahneye konulmuş. Bu 1 Mayıs’ta, en karlı çıkanlar da bu senaryoyu yazanlar oldu denilebilir. Zira alanda gördüğüm kadarıyla en geniş kitle gücüne sahip olan sermaye partisiydi. Anlaşılan sahte söylem kitlede devrimci bir umuda dönüşmüş ve alanlara akma psikolojisi yaratmıştı.

Saraçhane deneyimi, bir kez daha göstermiştir ki, “politik patronlar” esasen “iktisadi patronlar”a bağlıdır. Yasaların, yasakların, çokça şişirilen hukuk düzeninin kendi başına bir özerkliği yoktur. Örneğin Taksim yasağı da, hükümetle yani siyasi patronla ilgisi olsa bile temelde sermaye devletinin özgün bir uygulamasıdır. Taksim yasağının, surları kuşatan polis ordusuyla, “yaptığınız eylem kanunsuzdur” anonsu yapan polis şefinin kararı ile de ilgili olduğunu sanmıyorum. Her sermaye devleti gibi Türkiye devleti de silahlı ve ideolojik güçlerce ayakta kalabildiği için polis ve asker beslemek zorundadır!

Kemerlerin olduğu alanın polisin etten duvarı ile örülmesi manidardır. Tomalar ise boşluk bırakmayacak kadar yan yana, arka arkaya dizilerek uygarlığın “en muhteşem” görüntüsünü vermiştir. Bunların aşılması, ancak benzer araçları kullanmakla olasıdır. Sınırlı bir kesim ayrı tutularak söylenirse Türkiye işçi sınıfı, henüz sınıf savaşı teorisinin bilgisine sahip değildir. Flama çubuklarıyla savaşıp zafer kazanacağına inanabiliyor. Üstelik ideolojik olarak da büyük oranda Marksizm dışı ideolojilerin etkisinde olduğunu bilmeden bunu yapıyor. Ki bu açıdan da Saraçhane deneyiminin çok öğretici olduğunu düşünüyorum.

Mehmet Akkaya

1964’te Malatya’da doğdu. İlkokulu Malatya’da okudu; orta ve lise eğitimini İstanbul’da tamamladı. Kocasinan Lisesi’nden sonra Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümü’nü bitirdi. Maltepe Üniversitesi’nde Psikoloji, İnsan Bilimleri ve Felsefe Bölümü’nde yüksek lisans (master) yaptı; dil ve kültür felsefesi konusundaki tez çalışmasıyla mezun oldu. Çeşitli gazete ve kültür-sanat-felsefe dergilerinde bilim, sanat, felsefe ve politika içerikli yazdığı yazılarla biliniyor. Akkaya, televizyon ekranlarında yaptığı felsefe/düşünce programlarıyla da tanınıyor. 2008’den itibaren kitap çalışmalarına yoğunlaşan yazarımızın eserleri felsefe, bilim, sanat ve politika meraklıları tarafından ilgiyle izleniyor.
Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Reklamı engelleyerek iyi yapmışın, yazıya odaklanmakta fayda var.