Aktüel Yorum

Sanatın Boyalı Protestosu

Sanat son zamanlarda, on yıllardan beri diyelim, bana ilk defa bu kadar canlı, hareketli, renkli ve bilhassa sıcak renklerin baskın olduğu biçimiyle göründü. Konu ve içerik olsun, bunların ele alınış tarzı olsun, biçim bakımından da bir hayli zengindi izlediğim sergi. Her tablo, uzun uzun bakmayı gerektiriyordu. Eserlerin yaratıcısı olan sanatçılar da bu zenginliğe uygun düşercesine, bana son derece optimist göründüler. Önceki gün ziyaret ettiğim Uluslararası Çağdaş Sanat Fuarı’nda kadın sanatçıların, erkeklere oranla izleyici ile daha cömert ilişki ve diyalog kurdukları da fark ediliyordu. Nü tarzındaki resimlerde de hem bir artış hem de bir “derinlik” göze çarpıyordu. Böyle çalışmalar yapan genç bir kadın ressamın söyledikleri de bu cömert ve derin durumu kanıtlar nitelikteydi. Her türden tabuya karşı bir meydan okuma ve isyandı sanki. Derinlik, isyan ve nitelik yakıştırmasında ihtiyatlı olsak bile nicel olarak eserlerde ve onların yaratıcısı olan ressam ve heykeltraşlarda bir artış olduğu belliydi.

Estetik Titizlikle İzlemek

Fuar salonunun havası da, bana sorulacak olursa “özgürlük” kokuyordu. Sanatçılar, izleyiciler, fuar organizatörleri, galeri sahipleri, mekanın patronu ya da patronları adeta iç içe girmişti. Resim ve heykel sergileri, belli bir estetik titizlikle izleniyor, yorum ve eleştiriler birbirini izliyordu. İlk bakışta sanat eserlerinin suya sabuna dokunmayan cinsten olduğunu anlamak zor değildi. Sergi salonlarını gezenler, sonrasında ya da izlemeye ara verdiklerinde fuarın bitişiğindeki bahçede çaylarını kahvelerini içiyordu. Denize teğet mekanda dertler denize doğru üfleniyordu anlaşılan. Sanki düzen değişmişti. Sınıfsız imtiyazsız bir toplum vardı!

En az üç ya da dört kez sanatçı gruplarına dahil oldum. Konuşkan, diyaloga açık, eserlerdeki sıcak renkler gibi sıcak ve sahici idiler. Geçerken gözünüze bakan, özenle konuşan ve kitap hediye edenler bile vardı. Sanatçıların, sorulara sevinçle yanıt vermeleri ise özgün ve özgür ruh durumları ile ilgiliydi. Uluslararası Sanat Fuarı, bana bir yanıyla bunları düşündürdü ve yazdırdı ama elbette aması da vardı. Bir de madalyonun öbür yüzü, diyalektik boyutu vardı doğal olarak.

Sanat Nereye Gidiyor?

Ressam ve heykeltraş Canip Doğutürk’ün davetlisi olarak sözünü ettiğim sanat fuarına katıldım. 40 ülkeden yüzlerce sanatçının katıldığı fuarda Canip hocanın da iki eseri yer almış. Birisinin adı dikkat çekiciydi: Şeyh Bedreddin! Kentin neredeyse dışında, toplumdan, halktan, mahalledeki insandan, öğrencilerden, ev kadınlarından, elbette işçi – emekçilerden uzaktaki bir sanat fuarından söz ediyorum. Benim için bile fuarı bulmak zor olduğuna göre cami ve kahve cemaati böyle bir yere nasıl ulaşır? Sorulması gereken sorulardan biri de budur. Kitlelerden uzakta olan her disiplin, etkinlik, kurum, üretim, benim için kuşkuludur, sorgulanması gerekir. Üstelik paralı, üstelik ucuz da değil. Pekçok “çağdaş” prosedürü de iyi bilmek gerekiyor.

Böylesi modern mekanlara, eskisi gibi serbestçe girmek kolay olmadığı gibi ayrıca çıkmak da yine birtakım kart okutma ve benzeri karmaşık teknik yöntemleri bilmeyi, tecrübe etmeyi gerektiriyor. Kendime, “sanat nereye gidiyor” sorusunu yöneltmeden edemedim. Kapitalist üretim ilişkileri geliştikçe sanatın, insana yabancılaşması da artıyor. Bu yabancılaşma, sanatın biçimi ve içeriği kadar topluma ulaşma koşulları açısından da geçerlidir. Sanatın, kitleye kendi arasındaki mesafenin giderek açıldığını tespit etmek zor olmuyor.

Renk, Biçim ve Boya Sınıfsaldır

Önceden gönderilen davetiyeyi, aynı anda sisteme işlemediğim için fuara girişim de kolay olmadı elbette. Sanatçı arkadaşların müdahil olmaları üzerine zorluk aşıldı. Böyle ortamlarda sosyal durum, sanat, sınıf ve sınıf mücadelesi gibi kavramlar insanı alır götürür. Çünkü fuardaki diyaloglarda da söylediğim gibi bunlardan muaf bir gerçeklik de, sanatsal üretim de sanatçı da yoktur. Evet, tablodaki kuşun kanadına sürülmüş sarı renk boya da dâhil olmak üzere her renk, biçim ve içerik sınıfsaldır. Sanatçı, durmasın da “değilim” ve “tarafsızım” desin. Yine sergideki diyaloglarda da değindiğim gibi “değil” denilen kelimenin kendisi de sınıfsaldır.

Kuşkusuz ki tüm sanatçılar, sınıfsal dinamikte içkindirler. Ne var ki sanatçıların bir çoğu bunun farkında olmayacak kadar apolitiktir. Hatta bence apolitik olan da politiktir! Dolayısıyla bunlara asosyal demek daha doğru olur. Bu asosyal yapıya rağmen fuardaki eserlere bakılırsa sanattaki ve sanatçıdaki anarşizmi görmek de zor olmuyor. Hiç akla gelmeyecek konuların sanata girdiğini görüyorsunuz. Hiç akla gelmeyecek renklerin, biçimlerin, figürlerin form kazandığını ve tuvale yansıdığını izliyorsunuz.

Sanat, Sanat İçindir

Estetik motivasyonlara bakılırsa sınıfsal nedenlerin yerini sudan sebepler almış gibi görünüyor. Platon’dan Marx’a dek hep söylenir, “görünüş gerçeğin üzerini örter” denilir. Apolitik olanın politik olması gibi sudan sebepler de sınıfsal sebeplerdir aslında. Değilmiş gibi görünmesi, sizi yanıltmasın. Sanat tarihinde olduğu gibi bizim tarihimizde de toplumsallığa ve sınıfsal dinamiğe karşı “sanat, sanat içindir” anlayışının savunulduğu dönemler az değildir. Zulmün, baskının, korkunun ve sansürün arttığı yıllarda bu anlayış daha sık karşımıza çıkar. Napolyon dönemi, 2. Abdülhamid yılları (serveti funun), tek parti diktatörlüğü, Garip şiir akımı, Hitler ve günümüz Türkiyesi, buna örnek verilebilir.

Sanatın, Protesto Olması

Günümüzde işçi sınıfı hareketinin statik bir görünüm sunması, doğal olarak estetik süreçlere de yansıyor. Durağanlık, sanat alanında da geri çekilmeye, öz yerine biçime yönelmeye sebebiyet verir. Öz’den bu denli kaçış, aslında bir tür protestodur. Protesto, tek tarz ve tek anlamlı değildir. Marx, dinin bile bir tür protesto olduğunu yazmıştır. Fuardaki eserlerde, toplumsal olgulardan kaçış yanında boyalarla gerçekleşen protestonun izlerini görmek de ziyadesiyle mümkündür. Öyle ya, proleterleşme sürecinin, dünya düzeyinde artmasına rağmen sanatın bunca geri çekilmesi, renklerin, boyaların, biçimlerin, gariplik duygusu uyandıran formların dışına çıkmayışı başka ne anlama gelir?

Anlamı, boyaların suskun direncinde, fırçaların pasif vuruşlarında ve süs eşyası görünümü veren heykellerde aramak gerekiyor. Fuardaki sanatsal icranın, günümüz sanatını yansıttığını ve onun bir temsili olduğunu düşünürsek şu söylenebilir ki her sanat eseri bir monad’tır (Leibniz). Alman filozofu Leibniz’e göre her monad (sanat eseri anlayın), geçmişin izlerini ve geleceğin taslağını kendinde barındırır. Kapitalist üretim ilişkileri var olduğu sürece sınıf mücadelesi gelecekte de sürecektir. Sanatçının, anti faşist mücadele hattında ya da Picasso formunda pozisyon olması pekala mümkündür.

Sosyal Tarih ve Sanat

Sanata, özel olarak da fuardaki resim ve heykellere devrimler çağından bakılırsa, bir düşüşler döneminden geçtiğimizi tespit etmek zor olmuyor. Çağın sanatını, bir protesto formu olsa bile, düşüşün sanatı olarak okumak yanlış olmaz. Sosyal tarih gibi sanat tarihi de düşüşler ve yükselişler tarihinden meydana gelir. Durağan ve inişsel dönemleri, hareket ve atılım dönemlerinin izleyeceğine inanç, insanın pozitif özelliği olsa gerek. Dolayısıyla kitleleri olduğu gibi aydınları, konumuz olan sanat ve sanatçıları yaşama bağlayan biricik inanç da bu özelliktir.

Uluslararası Çağdaş Sanat Fuarı, bu inancın canlı ve yönelgen olduğunu göstermesi bakımından büyük potansiyeller taşıyor diyebiliriz. Söz konusu olan potansiyelin, kendini üslup zenginliği gibi negatif tarzda gösterip protestoya yönelerek bugünkü sanatı tersine çevireceği söylenebilir. Böylesi bir yönelgenlik içinde olan sanat ve sanatçı, şüphesiz ki değerlidir. Bu değerli eserler, bilhassa avangart sanat, yani öncü ve devrimci sanat, yönelme, bilince çıkarma, harekete geçme ve atılım yapma perspektifiyle yaşama odaklanır. Devamında değişebilen ve değiştiren bir rol oynar.

Mehmet Akkaya

1964’te Malatya’da doğdu. İlkokulu Malatya’da okudu; orta ve lise eğitimini İstanbul’da tamamladı. Kocasinan Lisesi’nden sonra Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümü’nü bitirdi. Maltepe Üniversitesi’nde Psikoloji, İnsan Bilimleri ve Felsefe Bölümü’nde yüksek lisans (master) yaptı; dil ve kültür felsefesi konusundaki tez çalışmasıyla mezun oldu. Çeşitli gazete ve kültür-sanat-felsefe dergilerinde bilim, sanat, felsefe ve politika içerikli yazdığı yazılarla biliniyor. Akkaya, televizyon ekranlarında yaptığı felsefe/düşünce programlarıyla da tanınıyor. 2008’den itibaren kitap çalışmalarına yoğunlaşan yazarımızın eserleri felsefe, bilim, sanat ve politika meraklıları tarafından ilgiyle izleniyor.
Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu