Aktüel Yorum

Meşe Yaprakları

Dersimliler eskiden uzun kış geceleri ocak başlarında kızlı erkekli guruplar halinde oturur, sabahlara kadar söyleşiler yaparlardı. Masallar anlatır, çeşitli konular üzerine duyup öğrendiklerini birbirlerine aktarırdı. Herkes deneyimlerini anlatırdı. Sabahlara kadar eğlenir, yemekler yerlerdi. Dersim yemekleri, Xızır yiyeceği niyaz kabul edilirdi.

O zamanlar çok kar yağardı Dersim’e. Bir uzun kış gecesi kızlı erkekli, çocuklu, genç, yaşlı bir gurup; ocağın başına oturmuş aralarında konuşuyorlardı. Ocakta yanan odunun üzerine bir meşe yaprağı yapışmış kalmıştı. Elini uzattı kurumuş yaprağı kopardı ocağın dışına attı.

“Neden kopardın onu? Bırak yaprak da yansın.”

“Günahtır.”

“Meşe yaprağı yakmak günah mı?”

“Dinleyin… Bakın size ne anlatayım.”

Bir sessizlik oldu. Ocağın başında oturanların tümü sustu. Sanki sessizliği ilk icat edenler Dersimlilerdi. İçlerinden en büyük olan oydu. Dersimliler için büyük olmak anlamlıydı. Çok yaşamış, çok şey görmüşlerdi. Kulak verdiler ona.

‘Tasası çok, sevinci az hale geldi Dersim. Bugünlerde söz dinleyecek az insan kaldı. Şu Dersim dağlarında hep iyiler yaşamıyor! Kötüler ve zalimler de iyilerle birlikte yaşıyor. Tanrı, Dersimin zalimlerini ne kadar da zalim yaratmış! Onların göğüslerinde duran Dersim kalbi değil.

Eskiden, ben diyeyim yüz, siz deyin beş yüz sene önce zalimin biri bu dağlarda yaptığı kötülüklerle tanınıyormuş. İnsanlara zulüm eden o adam çok da zenginmiş. Ama gelin görün ki; ‘görgüsüz zenginlik faciadır’ derler. Dersimliler Meclis toplamış. Ne fayda! Yaptığı kötülükleri ispatlayıp bir türlü cezalandıramamışlar. Dersim meclislerinin ispatlanmayan hiçbir suça ceza vermeye gücü yetmezmiş.

Ama toplumsal kötülükleri, ta o zamanlardan beri sevmezlermiş. Adam kötülüklerine devam etmiş. Arkasında sayılamayacak kadar işkence ettiği, katlettiği, yok ettiği kurban bırakmış. Birgün Dersim’in genç ve güzel bir kızını dağa götürmüş. Ormanın içlerine, derinliklere sürüklemiş. Darda kalan zavallı sayılır. Zavallı kız belanın geldiği tarafa boyun bükmek istememiş. Ama ocağına su döküldüğü anmış. Dersim ülkesi kışı geride bırakarak bahara doğru yol alıyormuş. Bahardan sonra yazları ve kışların Dersimlilere üzüntü mü, yoksa sevinç mi getireceği belli değilmiş. Meşe ağaçlarının altında ırzına geçmiş, kirletmiş kızı. Bununla kalmamış; suçu açığa çıkmasın diye, boğmuş öldürmüş kızı. O günden sonra ne ölüsünü, ne de dirisini bilen olmuş.

Kız can verirken yardım dilemek için etrafına bakmış, hiç kimse yok. Sanki Dersim güzelliklere uyanmak için sancı çekiyormuş. Ormanlarla kaplı pek çok tepelerde acayip yaratıklar yaşıyormuş. O tepelerin her karışı elindeymiş o yaratıkların. Gidip yamaçlarında bir yük odun getirebilen bir Dersimli henüz yokmuş. Sık sık sesler duyulurmuş. Kahkahalar, inlemeler, çığlıklar arasında orada kendi hallerinde eğlenceler düzenlerlermiş. Zincir şakırtıları arasında; patlak gözlü, uzun kulaklı, keçi boynuzlu, kedi bıyıklı, tilki kuyruklu, boğa tırnaklı, at bacaklı acayip yaratıklı hayvanlar yaşarmış o tepelerin yamaçlarında. Memıka Gavan adlı Dersim’in Hayvanlar Azraili’ne binen ve onları takatsiz bırakana kadar koşturan cüce süvariler varmış. Anlatılanlara göre bu süvariler Dersim’in ilk yerlileriymiş. O süvarileri sırtına hiçbir zaman bindirmeyen binicisiz bir at yaşıyormuş o hayvanların aralarında. Bu at soyu asilmiş. Korkunç bir hızla ileri geri koşup duruyormuş. İki yanlarında kanatları olan asi bir at. Bir sıçrayışta Dersim’in en yüksek tepesine çıkıyormuş. Binicisiz, süvarisiz olarak kan ter içinde kalmış. Elbet ki; dünyevi bir at değilmiş. O, Munzur suyunun berrak gözelerinden doğan, Xızır’a armağan gönderilen bir kır atmış.

O zamanlar Dersim dağları şimdikilerden daha gür, daha ulu meşe ağaçlarıyla kaplıymış. Bu ormanlarda Memıka Gavanlar ve cüceler yaşarmış. Güneşe doğru uzayan ulu meşe ağaçlarıyla kaplı dağlarımıza, henüz insan ayağı ve balta girmemiş. Daha o zamanlar baltayı bilmiyorlarmış. Keşfedince, kadınların elinde düşmemiş balta. O günden sonra savaşçı Dersim kadınlarının sembolü balta olmuş.

Derler ki; Dersim’den yayılmıştı savaşçı kadınlar dünya’ya. Sonra balta, silah olmuş kadınların ellerinde. Biz Dersimliler o gün bu gündür, “torceni” deriz baltaya. Torceni, yani hem balta hem baltalı kadın anlamındadır.

İşte, o gün ormanın derinliklerinde can çekişen o güzel kız etrafına bakmış bir canlı görürüm, yardımı olur diye. Bakmış etrafına, meşe ağaçlarıyla yeşil yaprakları ilişmiş gözlerine. “Ey ulu ağaçlar, ey Dersim’in yeşil yapraklı meşe ağaçları! Siz tanığım olun” demiş.

Bırakmış cesedi ormanda. Dönmüş kötü lekeyle remiz halkın arasına. Gel zaman, git zaman çoluk-çocuğa karışmış. Günün birinde bahçede otururken esen rüzgarla, kurumuş bir meşe yaprağı önüne düşmüş. Yerden almış avuçlarının arasında buruşturmuş, gülmüş bakarken kuru meşe yaprağına. Karısı çocuklarıyla yanındaymış.

“Neden gülüyorsun?”

‘Zalimin zulmü yüreğine yük olur’ denildiği gibi, insanlara kötülük yapan iyilik ummasın.

“Ben, o zaman o kıza böyle yapmıştım. O da bağırmış, meşe yaprağından yardım beklemişti. Hiç meşe yaprağı insana yardım eder mi? Aklıma geldi akılsızlığına gülüyorum.”

Erkek gibi olan çok, erkek olan az, denildiği gibi kalleşlik adamın yanına kalır değil ya! Kötülüklerini bilmiyormuş karısı. Hakkında söylenenlerin doğru olmadığına inanıyormuş. Utanç duymuş. Anlatmış herkese. Dersimliler Meclis toplamış cezası kesilmiş.

Derler ki;

Dersimliler o günden sonra meşe ağacını ve yapraklarını kutsal kabul etmişler!”

***

SALTIK; Turabi: DIMILİ DERSIM ÖYKÜLERI, Sorun Yayınları, 2. Baskı, İstanbul

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Reklamı engelleyerek iyi yapmışın, yazıya odaklanmakta fayda var.