Aktüel Yorum

İşçi Sınıfı Öldü Diyenler

İdeolojiler bitti diyenler, işçi sınıfı özgürleşti bu yüzden de sınıf savaşları son buldu diyenler, en küçük bir işçi / emekçi hareketliliğine karşı tanklı, panzerli, tomalı araçlarıyla emekçilere karşı betondan, duvardan engeller kurmayı ihmal etmiyor. Sınıflar var olduğu sürece, çalıştıranlar ve çalışanlar son bulmadığı müddetçe ideolojiler de, sınıf savaşları da bitmez.

Emperyalist hegamonyanın emekçileri ve halkları kuşattığı, faşizmin hüküm sürdüğü bugünkü koşullarda geriye çekilme, sessiz kalma, pasifize olma, güçten düşme, işçi ve emekçi sınıfların yok olduğu, sınıf mücadelesinin bittiği anlamına gelmez. Her proleter davranış, geist’ın yani devrimci ruhun bitmediğini göstermesi bakımından Hegel gibi büyük filozofları bile ters köşe yapmaktadır. Bu yönüyle işçi eylemleri ve devrimci halk gösterileri felsefeyi, sanatı, bilimi ve elbetteki siyaseti koşullayan /tetikleyen dinamik bir işlev görür.

Günümüzde sınıf mücadelesinin bitmesi, sönümlenmesi şöyle dursun, tersine yeni boyutlar ve ivmeler kazanarak sürmektedir. Dünyada emperyalist savaşların sürdüğü, devletlerin, diktatörlüklerin yıkıldığı, ülkelerin yağmalandığı ve talan edildiği günümüzde olup bitenler sınıf mücadelesinin keskinleşmesinden başka neyi kanıtlar ki? Bu soruyla birlikte sözü 8 Aralıkta (2024) İstanbul – Kartal’da gerçekleşen işçi, emekçi mitingine getirmek istiyorum.

Az Olalım ama Dinamik ve Kararlı Olalım

Eski zamanlara oranla katılımın az olduğu bir toplulukla bir araya geldik geçen haftasonu. Fraksiyoner çatışmaların çoktan son bulduğu bir dönemden geçiyoruz. Doğru olan da budur. Yürüyüş sırasında ilk dikkati çeken noktalardan birisi bu oldu benim için. Bir olgunlaşma, belli bir disiplin, kendi gücünü bilen bir kitle. Arayan, ilerleyen, soran, slogan atan, talep eden, direnç gösteren, hesap soran bir toplum. Az veya çok olunması, göreceli bir durumdur. On binlerce emekçinin ve onların çıkarını savunmaktan başka bir çıkarı olmayan komünistlerin, aydın ve devrimcilerin, bugünkü zor koşullarda “varız” demesi, son derece değerlidir.

Sınıf teorisyenlerinin böylesi süreçlerde “az olalım, öz olalım ama kararlı olalım” demiş olmaları çok anlamlıdır. Nicelik meselesi burjuva mantığına ait bir bakıştır. Liberalizmin ruhunda nicel kriterler vardır. Marksizm, kendini esasen nitel değişimlere kilitler. Mitingte nitellikli bir seviyenin olduğu taşınan pankart, afiş, bayrak ve flamalardan belli olmuştur. Yürüyüş kolu boyunca megafonlardan gelen sesler, sloganlar ve miting alanındaki konuşmalar dikkate alındığında niteliğin seviyesi de anlaşılmış olur.

Devrimcilik ve Reformizm

Mitingin ikinci olarak düşündürdüğü konulardan birisi de reform ve devrim sorunsalı olmuştur. Marksizm içi tartışmalarda genellikle iki kamptan söz edilir. Bir kesim sürekli reformist ve legalist olmakla itham edilir. Dünya pratiğinden görüldüğü gibi çoğu zaman bu ithamların karşılığı vardır da. Bu konuya miting bağlamında bakıldığında reformizmin lafta kaldığı, örgüt, dergi ve partilerin söylemde de olsa devrimci bir pozisyon aldıklarını görmek zor olmadı. İşçi sınıfının, ekonomik taleplerini konu eden söz, slogan ve konuşmaların ucu sıklıkla devrim, mücadele, zafer ve sosyalizm gibi taleplere bağlanmıştır. Bunu anlamak da zor olmasa gerek. Zira faşizm koşullarında en pasif, demokratik ve parlamenterist hareketler bile devrimci eğilim göstermek mecburiyetinde kalır.

Devrimcilik bahsine bir başka gözlemi daha not etmek gerekiyor ki, geleneksel devrimci örgüt ve partilerde kitlesel bir düşüş ve gerileme çok bariz olarak görülmüştür. Ayrıca kamuoyunda tanınan bazı devrimci örgütlerin katılım sağlamamış olması da düşündürücüdür. Bu sorgulanması gereken yapılar dışında olumlu olan bir tablo daha fark edildi ki, Kürt ve komünist düşmanı olarak bilinen “milliyetçi sol”, “devletçi sol” da alanda değildi. Bu durum, işçi sınıfının ve komünist hareketin yakınlaşması bakımından devrimci bir gelişme sayılabilir.

Pratik süreçler, teorik süreçlere paralel olarak yürütülmedikçe sonuç almak zordur. Bu olumsuz biçimiyle ülkemizin emekçi sınıflar ve ezilen halklar tarihi, tecrübelerle doludur. Kuralları olan bir sistemde (kapitalist, emperyalist, feodal), bu kurallara bağlı olan silahların yönettiği bir evrende yalnızca pratik eylemlerle zafer kazanma imkanı yoktur. Kazanılsa bile belirli bir teorik, entelektüel ve kültürel temele yükselmedikçe zaferi sürdürmenin olanağı olmuyor. Yıkılan Sovyetik yönetimleri örnek vermekle yetiniyorum. Pratiğe bakılırsa 8 Aralık mitingi, bir gün içinde, toplamda üç saat içinde ortaya çıktı ve bitti! Ne bir analiz, ne bir kitle tartışması, ne bir teoriye bağlanma, ne bir sonuç çıkarma, ne bir felsefi inceleme…

Devrimci Kortejlerden ve Emekçiler

Biraz, mitinge katılım sağlayan gruplardan da söz edeyim. Emek Partisi’ni ilk defa bu denli kitlesel gördüm. Bir arkadaşın söylediğine göre bu mıntıkada (Kartal) genellikle katılım yüksek oluyormuş. ABD emperyalizmini mahkum eden taleplerle yürüdükleri görüldü. Gençlik korteji de nispeten yoğundu. Bir de kısa mesafede koşu gerçekleştirildi. Bir uçtan bir uca yürüdüm ama genellikle gördüğüm Sungur Savran ve Çetin Deste’yi bu sefer göremedim. TİP de son derece kitlesel ve dinamikti. Kılavuz kortejinde gençlik yoğundu. Buradaki taleplerde öğrenci gençliğin taleplerinden ziyade emek vurgusunun olması manidar geldi bana.

Sanırım Kaldıraç grubu “Mahir, Hüseyin, Ulaş” sloganlarıyla yürüdü. Sınırlı sayıda bir katılımla yürüyen Partizan ise sömürü düzenini ve kayyum uygulamalarını hedef almıştı. Ayrıca İbrahim Kaypakkaya sloganlarıyla yürüdüğü görüldü. Köz ve Partizan pankartlarına alana girişte engel de çıkartıldı. İzlediğim kadarıyla Köz’ün afişinde Kürdistan, diğerinde kayyum düzeninin olması gerekçe gösterildi. Bunların tertip komitesinin listesinde olmadığı bahane edildi. Yürüyüş sırasında Dem Parti’yi de umduğumdan az buldum. Birkaç milletvekilini yürürken gördüm. Fakat miting alanına girişte katılımın arttığı görüldü. ESP’yi yürüyüş kolunda görmedim ama miting alanında büyük bir pankartla yerlerini almıştı.

Unutmadan söyleyeyim CHP de bürokratik bir katılımla ağırbaşlı, akıllı, uslu, disiplinli, çok medyalı, takım elbiseli, kravatlı, fotoğraflı bir yürüyüş gerçekleştirdi. KESK’ten Salih hocayla karşılaşmamız, İHD’den Meral ile buluşmamız da günün güzel sürprizleri arasında oldu. En vurgulu atılan sloganlarlardan birisi Jin Jiyan Azadi idi. Dolayısıyla kadın kitlesi ve gençlik her zamankinden daha fazla etkiliymiş gibi geldi baba. Uluslararası arası işçi derneğinin korteji kızıl bayraklı yürüyüşle değişik bir görüntü kattı mitinge. Kitlesel kortejlerden birisi de buydu.

Pankartlarki yazılar içinde aklımda kalanlar şunlar oldu: “Üreten yöneten olacak”, “Genel grev genel direniş”, “Emekçilerle bahar gelecek”. SEP ve SODAP gibi devrimci kurumların korteji de sanırım dinamikliğiyle kitlenin dikkatini çekmiştir. EHP’de kitlesel katılım gösterdi. Hakan Öztürk, kendi grubuna hararetli konuşmalar yaparken görüntülendi. Bu durum, şöylesi bir yoruma imkan veriyor: Mecliste parlamenteri olan yapılar nispeten daha kitlesel oluyor. DİSK’i unutmak olmaz. Sol Parti ise yürüyüş kolunda görünmedi. Miting alanına son sırada girerken görüldü. Toplantı alanındaki konuşmalara iki tema damgasını vurdu denilebilir. Grevdeki ve direnişteki işçiler, ayrıca kayyum politikaları ve yerleri işgal edilen belediye başkanları.

Miting Başladı ve Devam Ediyor

Miting bittiğinde 7-8 arkadaşın yeniden bir buluşma talebi olunca gün de miting de bizim için biraz daha uzamış oldu. Yukarıda eleştiri konusu yaptığım teori meselesine de açıklık getirecek tarzda, aramızda bir toplantı oldu diyebiliriz. Tartışma temaları ve sorular muhtelifti. Katılımın genel talepleri işçi sınıfı talepleri miydi? Beklenen bir topluluk oluşmuş muydu? İstanbul proletaryası mitinge neden sahip çıkmadı? Yaş ortalaması dinozorlardan mı oluşmuştu? Sorular tarihsel sorulara bağlandı sıklıkla. Lenin, Stalin ve Troçki sorgulandı. Mao da kendi payını aldı tartışmalarda. Stalin mi Troçki mi haklıydı sorusu biraz fazla zaman aldı.

Mitingte işçiler yanında gençlik ve kadın kitlesi konuşulurken Paris Komünü, Rus ve Çin devrimleri de kısa süreli masaya yatırıldı. Kürt hareketi ve işçi mitingleri arasındaki ilişkilere dair tartışmalar genişledi. Emekçilerin haklı olduğu devrimci bir potansiyele sahip olunduğu konusunda insanlar hemfikirdi. Fakat bunun somut, canlı yaşamda gerçekleşmiyor oluşu büyük bir sorundu. Konuşmacılar kendi tecrübelerini aktarırken haklı olarak 70’li 80’li yıllardan örnekler verildi. Tartışmanın, soruların, itirazların ardı arkası gelecek gibi değildi. Kahvehane emekçileri başımıza dikilip kapatma saatinin geldiğinden söz etmeselerdi sanırım “miting” daha uzun bir süre devam edecekti.

Mehmet Akkaya

1964’te Malatya’da doğdu. İlkokulu Malatya’da okudu; orta ve lise eğitimini İstanbul’da tamamladı. Kocasinan Lisesi’nden sonra Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümü’nü bitirdi. Maltepe Üniversitesi’nde Psikoloji, İnsan Bilimleri ve Felsefe Bölümü’nde yüksek lisans (master) yaptı; dil ve kültür felsefesi konusundaki tez çalışmasıyla mezun oldu. Çeşitli gazete ve kültür-sanat-felsefe dergilerinde bilim, sanat, felsefe ve politika içerikli yazdığı yazılarla biliniyor. Akkaya, televizyon ekranlarında yaptığı felsefe/düşünce programlarıyla da tanınıyor. 2008’den itibaren kitap çalışmalarına yoğunlaşan yazarımızın eserleri felsefe, bilim, sanat ve politika meraklıları tarafından ilgiyle izleniyor.
Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu