
Erginlik, Aydınlık ve Çöküş
Erdoğan, TBMM GenelKurulu’nda yeni yasama yılı açılış programına katılmayıp meclis bahçesinde son Kobani tutuklamalarını protesto eden HDP’yle ilgili “Varlığıyla yokluğu arasında zaten herhangi bir fark yok. Çünkü onların her zaman yeri ya dağdır ya sokaklardır.” açıklamasında bulundu.
O niyetine bağlı olarak bunu söyleyebilir ama, bu gerçeği yansıtmıyor. Erdoğan’ın iki cümlesinde on yanlış var… Bir kere HDP ve ondan önceki partiler defalarca genel ve yerel seçimlere katılmışlar ve TBMM yerlerini almışlardır. Ayrıca, AKP’nin kimyasını bozan ve onun çöküşünün miladı sayılabilecek 7 Haziran 2015 genel seçimlerinden sonra hükümet kurulamayınca, HDP, geçici bakanlar kurulu niteliğinde kurulan seçim hükûmetine iki bakan vererek burada da yerini almıştı. HDP’li Avrupa Birliği Bakanı Ali Haydar Konca ve Kalkınma Bakanı Müslüm Doğan 22 Eylül 2015 tarihinde görevlerinden istifa bile ettiler. Yani HDP, AKP’yle birlikte hükümet ortaklığı bile yaptı.
Erdoğan HDP’yi ne kadar önemsizleştirmeye, değersizleştirmeye çalışsa da bunun tersi doğrudur. Erdoğan’ın bugün en korktuğu siyasi parti HDP’dir. 2015 yılında Demirtaş’ın „Seni başkan yaptırmayacağız“ çıkışıyla başlayan HDP’nin Erdoğan‘a karşı geliştirdiği sert muhalefet, 2019 yerel seçimlerinde İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerin AKP’den alınıp CHP’ye hediye edilmesiyle hat safhaya ulaşmış, HDP Erdoğan için bir ölüm-kalım meselesine dönüşmüştür.
Erdoğan için Perşembenin gelişi Çarşambadan belli olmuştur. Bütün derdi, kimilerine göre „Yeni Osmanlı“’ nın kuruluşunun finali olarak görülen 2023 seçimlerinden önce bu kaçınılmaz gelişmenin önüne geçmek, HDP’yi tasfiye edip iktidarını emniyete almaktır. HDP’nin bu derece üzerine gitmesinin; hukuk dışı yollarla HDP’nin kazandığı belediyelerin neredeyse hepsine kayyum atamasının; HDP’li siyasetçileri uyduruk dava, yalan-yanlış delillerle hapse atmasının tek sebebi budur. HDP’yi yok edemezse kendisi yok olacaktır.
Erdoğan için HDP’nin varlığı veya yokluğu arasındaki fark esasen 6 milyondan fazla kürt oyunun nereye akacağıyla ve Erdoğan’ın buna nasıl bir çözüm bulacağıyla ilgilidir. HDP’nin varlığı, dolayısıyla, Erdoğan’ın da varlığını çok yakından ilgilendirmektedir ve Erdoğan bunu en iyi bilen kişidir.
Erdoğan HDP’yi tasfiye edemezse, 2023 için hayalini kurduğu Yeni Osmanlı’yı sabote ve dolayısıyla Erdoğan’ın hayallerini yerle bir edecek en önemli siyasi faktör HDP’dir. HDP sadece Erdoğan’ın değil, Cumhuriyet’in de kaderi için kilit partidir. Anahtarı da onların en parlak siyasetçisi, Türkler içinde de büyük sempati görmüş, Erdoğan’ın cezaevinde rehin tuttuğu Demirtaş‘tadır. Erdoğan 2019 yerel seçimlerinde yediği büyük darbeden beri gece gündüz bunun (matematiksel) hesabını yapıyor ve HDP bir kabus gibi Erdoğan’ın üstüne çökmüş durumda. Nedeni basit…
CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi, Davutoğlu’nun Gelecek Partisi, Babacan’ın DEVA Partisi ve son beş yılda kurulan 42 Parti’nin tüm oyları AKP ve MHP’nin oylarını bir türlü geçmiyor. Bu Erdoğan için iyi! Ayrıca, „milli meseleler“ söz konusu olduğunda, İYİ Parti’nin Erdoğan karşısındaki bağışıksızlığı (İYİ Parti içerisinde Koray Aydın’nın başını çektiği 16 Milletvekilinin Erdoğan’la flörtleştiği haberleri)… Kontrollü darbe söylemlerine rağmen, AKP’den geri kalmamak için, sorgusuz sualsiz onaylanan, „Yenikapı Ruhu“, „Milletvekili Dokunulmazlıkları“, TSK’ya, dolayısıyla Erdoğan‘a yurtdışı operasyonları için verilen „Tezkereler“ ana muhalefet partilerini kullanışsız, ve dolayısıyla gereksiz hale getirdi. Muhalefet partilerinin her türlü demokratik söylemden uzak bu ezik duruşları Erdoğan’ın değirmenine su taşımaktan başka bir işe yaramadı.
CHP‘ nin ve diğer Türk Partilerinin bu teslimiyetçi reflekslerinin tarihten gelme sebepleri var: İlkel Milliyetçilik. En ilkelinden seçilmiş; tek dil, tek din, tek millet ilkelerine dayalı, modern, demokratik yapılar için oldukça kullanışsız ve ayrıştırıcı, sırtlarında taşıdıkları Milliyetçilik kamburu AKP karşısında onları hareketsiz kılmakla kalmıyor, aynı zamanda onları gereksiz de kılıyor. Ümmetçilikle artık işini göremeyeceğini anlayan Erdoğan, bu sefer Ümmet- ve Millet Jargonunu ustaca kombine ederek, milli duruşu kendi tekelinde görmeye alışmış Milliyetçi Partileri kendi silahlarıyla her seferinde tam 12’den vurmasını biliyor. Azerbaycan söz konusu olduğunda örneğin, baba Aliyev’in 1994 yılında Türkiye’nin desteklediği Elçibey’e karşı gerçekleştirdiği darbeyi takiben Rusya’yı tercih ettiği halde, şimdi oğul Aliyev’in davasına sahip çıkarak „Söz konusu Vatan ise gerisi teferruattır!“, „İki Devlet Tek Millet!“ şiarıyla kitleleri peşinden sürüklemesini biliyor. Millilik konusunda Erdoğan’la boy ölçüşen muhalefet partileri bu milliyetçi jargon karşısında yılanın derin ve baş döndürücü bakışlarıyla hipnoze olmuş fare gibi yere yığılıveriyor.
„Çözüm Süreci“ diye tarihe geçen yıllarda Türk Milliyetçilerinin İzmir’in dağlarından estirdikleri milliyetçi rüzgarları, Tayyip Erdoğan, Balyoz ve Ergenekon davalarında geri adım atmak zorunda kaldıktan sonra, kendi yelkenlerine doldurmayı bildi ve belki de Türk Partilerinin yapabildikleri en iyi iş olan Milliyetçiliği onların elinden kapıp kendisi için kullanışlı bir araç haline getirdi. Demokrasi, Hukuk, Demokratik Hak ve Özgürlüklere zaten yabancı olan Türk Partileri yeni sürece bir türlü ayak uyduramadı, her seferinde AKP’nin gerisene düşüp onun peşinden koştu.
Erdoğan, hiç bir sonuç alamadığı halde, kitleleri harekete geçirmek, heyecan ve sempati yaratmak, imaj düzeltmek için Türk Milliyetçilerinin elinden tuttu onları Suriye‘den, Libya‘ya, oradan Akdeniz‘e, Akdeniz’den Azerbaycan’a cephe cephe gezdirdi ve gezdiriyor. Onun hızına yetişemeyen Türk muhalefet partileri, Türkiye’ye hiç bir faydası dokunmamış ve dokunmayacak hayaller peşinde, „Azerbaycan konusunda hükümetimizi tamamen yanındayız“ gibi bir de güzellemeler düzüyorlar.
Erdoğan milliyetçi ekolden gelmediği halde, milliyetçiliği kimseye kaptırmak istemeyenlerin değerlerine de saldırarak (iki ayyaş), onları Suriye’den alıp Libya’ya götürerek, Akdeniz üzerinde Azerbaycan’a kadar peşine takıp sürükleyebiliyor. Ekonomik kriz, Korona Salgını, her türlü hukuksuzluk Türkiye’ye nefes aldırmazken, Kılıçdaroğlu’nun son olarak yapabildiği tek şey, Akdeniz üzerinden Azerbaycan’a uzanmış Erdoğan’a Suriye’yi hatırlatmak oldu: Erdoğan maceradan maceraya koşadursun, YPG Suriye’de devlet kuruyormuş, Erdoğan’ın buna sesi çıkmıyormuş! Ve Suriyeli mültecilerin gözünün yaşına bakmayacakmış, hepsini gönderecekmiş geriye… Milliyetçi ekolden gelmeyen Erdoğan’ın milliyetçiliğine yetişemeyince elde kalıyor bayağı bir ırkçılık, ve bununla da Türkiye’nin aydınlığa çıkacağı düşünülüyor.
Koca Kant’la konuyu bağlamaya, oradan büyük dersler çıkarmaya çalışalım: Kant’a göre „Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır“.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kaderi sanki ikinci cümlede gizli!.. Cumhuriyet tarihi boyunca ilkel bir milliyetçilik ile idare etme, bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kendi aklını kullanamama; bir türlü büyüyememe!.. Ve tabi doğal olarak, birinci cümlede ifade edilen Aydınlanmanın tersine, karanlığa gömülme!
Erdoğan’ın HDP’nin varlığını sorguladığı açıklamasına en iyi cevap yine HDP’den gelmiş. T24’den kopyaladığım aşağıdaki alıntıyla konuyu noktalıyorum:
“HDP’nin var olması demek, AKP-MHP ittifakının tarih olması, bir sonraki seçimde sandığa gömülmesi anlamına gelecek” diyen HDP Ağrı Milletvekili Abdullah Koç, “HDP’nin varlığı Türkiye demokrasinin teminatıdır” diye konuştu.
Demokrasi ve Özgürlük mücadelesinde selametle kalın!
Erkan Kurukavak, 05.10.20