
Demokrasi ve muhalefet
“İktidar her rejimde olur ama muhalefet sadece demokrasilerde olur” denir. Yani demokrasileri demokrasi yapan iktidarların lütfu, ihsanı ve insafı değildir, demokratik muhalefetlerin gücüdür. Demokratik muhalefetin gücü iktidarların dikta eğilimlerine ket vurur, halkların acil istemlerine yönelik mücadelede başarılar kazanmasına vesile olur, kazanılmış hakların güvencesi olur.
Türkiye’de demokrasinin olmayışı “zalim iktidarlar”dan çok göstermelik ve sahte muhalefet yüzündendir. Çok partili hayata geçişten beri 1960’ların TİP’i ve HDP dışında ciddi bir muhalefet partisinden söz edilemez. Bu partiler, demokrasi kırıntılarını korumak ve yeni kazanımlar elde etmek için cansiperane bir mücadele yürütmüşlerdir. Buna paralel olarak işçilerin, gençliğin ve halk yığınlarının ağır bedeller ödeme pahasına yürüttüğü mücadele demokrasi ruhunu ve özlemini güçlendirip diri tutmuştur. Ama bunun dışındaki resmi muhalefetin sahte politikaları demokratik bir gelenek yaratmadığı gibi, var olan demokratik çerçeveyi daha da daraltmış ve dikta rejimine payanda olmuştur.
Hani Altılı Masa nerede? Büyük iddialarla ve kampanyalarla halkı oyalayıp sahte zafer hayalleri yayan Altılı Masa ilk seçimde darmadağın olmuştur. Sonra da, demokrasi mücadelesini tümden terk etmiştir. Kendi içlerindeki demokratik eğilimleri ve kişileri de tasfiye etmeye yönelmişlerdir.
Sezgin Tanrıkulu’na yönelik linç kampanyası çok ibret vericidir.
Tek adama karşı güya bayrak açan Altılı Masa cengaverleri, Erdoğan’dan işaret gelince hepsi de onun arkasında birleşip Tanrıkulun’a saldırmaya başladılar. Bu durum Altılı Masa’nın kaybetmesinin sırrını da göstermektedir. Altılı Masa Erdoğan’a karşı bir demokrasi masası değildir. Tam tersine Erdoğan diktasını gizleyen ve dolaylı olarak destek olan sahte bir muhalefet masasıdır. Sezgin Tanrıkulu linç edilirken, gizlemeye bile gerek duymadan gerçek yüzlerini göstermişlerdir. Diğerleri neyse ama CHP’nin bile kendi milletvekiline sahip çıkmaması ve onu aç kurtların önüne atması demokrasiden ne kadar uzak olduğumuzu, demokrasi mücadelesinin önemini ve aciliyetini gösteriyor.
Cumhuriyet otomatik olarak demokrasi anlamına gelmiyor.
Kuzey Avrupa’nın, İskandinav ülkelerinin kraliyetleri demokrasi ile daha uyumluyken, geçmişteki Doğu Avrupa halk cumhuriyetleri ya da Türkiye, Irak, Mısır, İran gibi sözde cumhuriyetler demokrasi dışı rejimlerdir. Demokrasi dışı dikta rejimleri halk muhalefetini bastırıp konjonktüre bağlı olarak ayakta kalabilirler. Ama konjonktür değişince kağıttan şatolar gibi yıkılıp dağılır.
Erdoğan diktası da, bütün gericiliğin ve sahte muhalefetin desteğiyle ya da muhalefetin yokluğuyla ayakta kalmaktadır. Ergenekoncu Perinçek’ten generallere, sözde şeriatçı Erbakan’dan Hüda-Par’a ve ırkçı-dinci Bahçeli’ye, Sinan Oğan’a kadar geniş bir gerici cephe tek adam arkasında birleşmiştir. Karşısındaki halk muhalefeti ise hala yetersiz ve dağınıktır. Buna rağmen muhalefet tehlikeli görülüyor ve ezilmek isteniyor. Çünkü muhalefetin gelişme potansiyeli çok büyüktür.
Erdoğan diktası iç ve dış gericiliğin her çeşidinin desteğiyle ayakta kalmaktadır. Destekleyen her güç odağının kendine göre hesabı ve çıkarı vardır. Hepsi de ezilen halklarımıza karşı kumpas kurmuşlardır. Ama bu diktatörlük altında her gün kayba uğrayan ve inim inim inleyen ezilen halklarımızdır.
Birinci paylaşım savaşı sonrası dünyayı faşist-nazist ve sol iddialı tek parti diktaları kapladı.
İkinci Paylaşım Savaşı sonrası soğuk savaş ortamında kilitlenen dünya da NATO ve Varşova kamplarının mengenesine sıkıştı.
Üçüncü Paylaşım Savaşı sürerken oluşan kamplaşma daha kesinleşmiş olmasa da, kamplar kabaca ortaya çıkmış bulunuyor. Bu kamplaşmaya karşı ezilen halklar mücadeleye atıldıkça, “Üçüncü Yol” gelişip güçlenecek ve halkların özgürlük ateşi tüm zalimleri, tüm diktatörlükleri yakıp kül edecektir.
Bu kargaşada, Erdoğan diktatörlüğü halkların özgürlük özlemlerini bastırmaya kalkışan anakronik-çağdışı bir diktatörlüktür. Bu diktatörlüğün ömrünü özgürlük mücadelesinin muhalefet gücü belirleyecektir.