Aktüel Yorum

Karın üzerine savrulan parçalarımız hala üşüyor…

Biz hala heybe gibi katırların sırtında asılı duruyoruz… Karın üzerine savrulan parçalarımız hala üşüyor…

Öyle zamanlar var ki, yapılan zalimlikler karşısında kar bile üşür… Roboski’de kar üzerine düşen ellerimiz hala üşüyor…

Roboski; kar üstüne düşmüş ellerimiz üşür…

kac yıl oldu, hala katır sırtında, karın üstünde, ağaçların dallarında, öylece duruyor bedenlerimiz; paramparça, darmadağınık… Kimimizin kolları eksik, kimimizin bacağı, elleri, ayakları, vücudunun herhani bir parçası… katırlarımızin da öyle.

Hala öyle, kar üzerine düşmüş ellerimiz üşüyor anne, son bakışlarımız, son gülüşlerimiz de… hala öyle soğuktur, kar beyazdır her yer, kar beyaz bir ölüm…

Biliyor musun anne ölüm de ölüler de üşür, ben de öyle… üşüyorum hala öyle, kar üzerine dağılmış, paramparça edilmiş bedenimle…

Daha küçüğüm anne çok küçük… Çetin, Bedran, Erkan, Şivan, Mehmet, Bilal, Aslan, Adem, Savaş, Orhan, Celal, Fadıl’ım…

Biliyordum, benden önce, henüz on ikisine yeni değmiş, daha bıyıkları bile terlememiş büyük “terörist” Uğur’u vurmuşlardı on üç kurşunla… kimsecikler bilmezdi, hani benim de adım “teröriste” çıkmasın diye gizliden, bazen bilyeleri onun yerine oynardım sokaklarda, hatta onun ayyakkabıları gibi benim de ayakkabılarım vardı, babamdan emanet, arkası yırtık, siyah, naylon…

Sonra bazı geceler Ceylan misafirim olurdu, kocaman gözleri ile… sevdiğim kız gibi bakardı. O da makarnayı çok severmiş, tıpkı sevdiğim gibi, komşumuz… kimse bilmezdi, gece onu düşündüğümü. Kaçağa gitmiştim ya, bilirsin belki yirmi lira kadar para kazanacaktım, bir paket kaçak çay,  bir de Ceylan için bir paket kaçak makarna alacaktım… çocukluk düşlerim işte, belki kaçak makarnaya havan mermisi işlemez diye…

Biliyor musun anne, Ceylan’dan sonra, bir daha hiç top oynamadım… canım çok istese de… çocukluk işte, iki top aynı değil ki… biri havan diğeri futbol, biri insan öldürür diğeri zevk verir ama işte topla birlikte Ceylan aklıma geliyor.

Sonra her gece başka başka oldum. Yaşamını annelerinin bakışlarında bırakıp giden, sahipsiz, çaresiz, annelerinin sanki ölüm için doğurduğu yüzlerce Kürd çocuğuydum. Bir gece Mahmut (10) oluyordum Şırnak’ta, Berivan (1) oluyordum Gever’de, Fehime’ydim (9) Hakkâri’de, Murat’tım (13) Bingöl’de, sonra başka bir gece Ferzan (12)  oluyordum Dargeçit’te, Ahmet’tim (1) Nusaybin’de, Fatma’ydım (4) Gever’de, Yusuf’tum (1) Midyat’ta, Haşim’dim (3) Gercüş’te, Suna’ydım (2) Lice’de, Sedat’tım (7) Eruh’ta, Dilek’tim (3) Dersim’de, Emrah’tım (8) Genç’te, Enes, İsmail’dim (8) Amed’te, Fatih’tim (3) Mizgin’dim (10) Batman‘da, Yahya’ydım (12) Şırnak’ta, Nûjîyan’dım (4) İdil’de… ve daha başka başka geceler yüzlece Kürd çocuğuydum…

Bilemezdim ki insan kendi ölüsüne de koşar… Bilemezdim ki gün gelecek kendime de koşacağımı…

Hiç tanık olmamıştım, duymamıştım da, oysa kar da yanarmış… alev alev yanan insan ve katırın et parçaları ile birlikte… yanan ve parçalanan et kokusu da karışırmış biribirine… bir de ortalığa savrulan parçalar birlikte gömülürmüş…

Duydum ki kar üzerine savrulan parçalarımızı toplarken, yırtık, babamda emanet siyah naylon ayakkabımda tanımışsın kopan sol ayağımı… sonra parçalanan bedenimizi bir araya getirmişsiniz. Kimimizi bir bataniye içine, kimimizi bir bez parçası içine, kanlı, yanyana uzatmışsınız karın üstüne.

Tabutlar yokmuş, hem olsa bile nasıl taşıyacaktınız ki, vurmuşsunuz atın sırtına, heybeler gibi her birimizi bir yana…

Katırlar sırtında köy meydanına getirildiğimizde, doktor yokmuş, hem olsa da zaten dilimizi anlamazmış, yolumuz da yoktu, olsa bile arabamız yoktu. Yaralarımız ağırdı, avazımız çıktığı kadar bağırıyorduk, havarımıza kimse cevap vermiyordu. Yaralar füzelerle açılmıştı bedenimizde, sizlerin ağıtları dışında yaralarımıza basacak bir şey yoktu elimizde… hala da öyle, yaralarımız kanıyor, biz ağıtlarınızı basıyoruz.

Bir yanda haber spikerleri ölümlerimizi veriyor “faili meçhul“ bir şekilde… kah yüzünü asıyor arada bir, kah üzülüyormuş gibi bizim parçalanan bedenlerimiz eşliğinde… başka bir yerde bir Kürd, “keklik“ soylu, ölümümüzü gerekçelendiriyor…

Hala “adalet” arayışındaymışsınız! Kimden? Katlımızın vacip olduğunu söyeleyen sistemden?  Hangi adalet geri verebilir ki, kar üzerinde üşüyen yaşamlarımızı… hangi katil adalet sağlamış ki kurbanına…

Biz hala heybe gibi katırların sırtında asılı duruyoruz… Karın üzerine savrulan parçalarımız hala üşüyor…

Öyle zamanlar var ki, yapılan zalimlikler karşısında kar bile üşür… Roboski’de kar üzerine düşen ellerimiz hala üşüyor…

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu