
Bir Newroz düşü…
Belli ki mevsim bahar, zerdali dalında çiçekler… bir yanım baharın sarhoş, büyüleyici tılsımına kapılıyor; dal dal açan zerdali çiçekleri ile… canlanan doğayla birlikte, kış hapsinden kurtulan, bozkırda koşan deli bir kısrak sırtında… diğer yanım buruk ve çaresiz…
Belli ki mevsim Newroz, zeytin ağacında dal dal barut kokusu… genzim yanıyor; zamana savruluyorum. Zulmün şaha kalktığı topraklarda geziyorum… dal dal kırılan zeytin ağacında… dal dal yere düşen genç bedenlerin yaşam sevdasında…
Açsam gözlerimi, uyansam bu rüyadan mesela, kabus bitse diyorum… hani savaşın, zalimlerin uğramadığı; çocukların barut kokusunu almadan, silah sesi duymadan notalarla büyüdüğü bir yaşam olsa, hani diyorum bütün dinlerdeki Tanrıların katilleri yaratmadığı, annelerin ise öylesi barbar nesilleri doğurmak istemediği bir yaşam olsa…
Bir başka rüyam olsaydı diyorum; baharda açan her yaprak; savaşlarda öldürülen çocukların gülüşleri olsun isterdim.
Mesela bir rüyam olsa diyorum; hani şöyle Qerejdax’dan Şehré Diyarbekir’e koçerler inse, peynir satsalar kuçe kuçe. Balıkçılarbaşında esnafların sesi birbirine değse sabah neşesiyle… sonra, koçer olsam, kervana katılsam; Hevsel Bahçeleri’nden, Kırklardağı’na çıksak, oradan Ongözlü Köprü’ye gitsek, mola verip kum dolmuş Suzi’nin saçlarını tarayıp şarkısını dinlesek, ayaklarımızı çocukça Dijle suyuna daldırsak…
Bir rüya görmek isterdim; mesela, Ceylan çıkıp gelse, kocaman gözleri ile karşımızda dursa, gülüşlerine Newrozu serpse…
Sonra Uğur gelse mesela, bedenine saplanan oniki kurşunun yerine karanfil yapraklı bir gömlek giymiş olsa, babasından emanet ayakkabılarını savursa kurşunlar yerine zulmün suratına, yaşamı serpse insanlığın orta yerine Newroz gününde…
Diyorum hani bir rüya görsem; mesela Efirin’de öldürülen her asi yüreğin kana bulanan saçlarını tel tel tarasam, annelerinin alışık olduğu kokularını Newrozda sabaha savursam…
Ordan Kobané’ye gitsem, Arin Mirkan’nın babasının göğsünde duran ellerinin sıcaklığını bütün insanlara sunsam, sevginin ne olduğunu anlatsam onun bakışlarında… sonra o tarihin vahşi yaratıkların yaşattığı zulmü yaşatmadan es geçebilsem zamanı…
Hani diyorum, SUR’da çocuklar panzerlerin paletlerinde ezilmeden, hani diyorum Cizre’de bodrumlarda bedenler bir kaç kilo kalana kadar yakılmadan önce yaşamın kutsallığını, buzlukta saklanan küçük bedenin dilinden anlatsam… sokak ortasında günlerce cansız bir şekilde öylece duran Teybet ananın bedenini uyuyor sansam…
Hani diyorum bir rüya görsem; Şengal’de rengarenk giyinmiş olsa kanınlarımız, kızlarımız… köle pazarı yerine, Newrozda halaya dursa… Şengal Dağı’nda vahşi yaratıklardan kaçarken yaz sıcağında, susuzluktan kuruyan dillerinin çektikleri zılgıtlarla halayda olsa hepsi…sonra kafası ihanetçi bir “kardeşi” tarafında kesilen peşmerge Hucam’ın bakışlarında yaşayan Alişer’in haykırışlarını dinletsem her mazluma çığlık çığlığa…
Bir rüya görsem hani; Enfal suresi kaldırılmış olsa Kuran’dan utançtan… satılmasa onbinlerce Kürd kadını pazarlarda enfal adına…kayıp adreslerde aranmasalar…ordadan Halepçe’ye gitsem “anne elma kokusu geliyor” diyen ve annesinin kollarında, annesi ile birikte nefessiz kalan çocuklara nefes olsam, insanları boğan elma kokusu yerine zerdali dalında açan çiçeklerin kokusunu savursam Newroz sabahında yaşama…
Sonra Çarçıra Meydanı’na koşsam, Seyid Rıza’nın, Şeyh Sait’in, Kadi Muhamedd’in nefessiz kaldıkları darağaçları yaksam… bütün ipleri yasaklasam… bu zülme sessiz kalanların, çocuklarına bu kabusu miras bırakanların canı cehennme desem…
Hani diyorum bir rüyam olsa; Mazlum’un sesinde Newrozu bütün insanlara anlatsam. Onurlu duruşunu yaşama ayna yapsam, ihanetin nasıl iğrenç bir şey olduğunu bilmeyen her hain Kürdün yüzüne tutsam… hani utanmanın, ar ve namusun ne olduğunu bir kez de “Keko’nun” sesinden onlara anlatsam… yoldaşlığı ve adaleti Hayri’nin duruşunda göstersem…
Hani diyorum hepimiz en güzel elbiselerimiz giysek, koşsak sokaklara, kırlara, dağlara “Newroz pîroz be” desek… sonra kollarımızı açsak, bağırsak avaz avaza: özgürlük! Özgürlük! Özgürlük!…