Aktüel Yorum

Bahtsız generallerin kara talihi

Hayat, karşıdakini “kazıklama“ üzeredir. Her türlü kandırmaca ve kişiyi dımdızlak bırakan soygun, yeteneğin zaferi olarak alkışlanıyor, bu dünyada. Kışın sürüleşen Kurtların hayatında olduğu gibi, kurt soyundan geldiğini söyleyenlerin dünyasında da, güçsüz düşmüş ve yara almışın kaderidir, yem olmak…

Erbakan, 28 Şubat’taki generaller darbesiyle sarsılmış, gücü, saygınlığını kaybetmişti. Kırk yıllık rakibi Fetullah Gülen bunu fırsat bildi. Onun yetiştirmesi Recep Erdoğan‘a, destek verip onun kitle tabanı olan mülkü, birikimi üstüne oturttu.

Hepiniz ordaydınız. Gördünüz ve seyrettiniz, bu kurt düzenini.

Recep Erdoğan ve “derin devlete hizmeti“ olan Fethullah Gülen, bundan sonra, kopmaz bağlarla, birbirine bağlanan bir ikiliydi. Suç ve nimetleri devşirme ortakları, aynı kaptan yiyen iş birlikçilerdi.

Devletin derinliklerini ele geçirip polisi, adliye ve orduyu “imama biat“ ettirme ile Kürtleri demir kafeste eritme entrikalarının gergefini bilikte dokuyorlardı. Kürtler cenderede, ortalık kan içindeydi.

Bu arada, bu dizi çıkmış pantolonlu, poturlular tayfasına biat edip “imamın emir eri“ olmaya direnen generallere, bazı arkadaşlarını “Truva Atı“ niyetine kullanıp yöneldiler. Kendileri ırkçı-dinci, ama onları daha ırkçı ve de darbeci gösterip hapishanelere doldurdular. Erdoğan da her yerde vakitsiz öten “demokrasi“ horozuydu. “Üüürü üüüü“ yerine “demokrasimizin üstündeki askeri vesayeti kıracağız“ diyordu. Ve de CHP eski genel sekreterlerlerinden Kemal Satır‘ın sözüyle, “deli danalar“ gibi ortalıkta fink atıp, mugalata fırıldakları çevire çevire “bu davanın savcısı benim“ naraları atıyor, içerdeki generallere cezalar biçiyordu. İçerdekilerin hepsi “terörist“ti. Öyle diyordu.

Amabu, cahil-cüheylanın “fırıldak“ dünyasıydı. Tuzaklar, her gün yenisi kurulan entrika tezgahlarıyla, değişkendi. Kandırıp aldatarak terketme, dolandırıp arkadan hançerleme, gündelik işlerdendi. Ergenekoncularla ittifak, “bu işler“ arasında tezgahlandı.

Çünkü, Gülen’le aynı ipin cambazıydı. Tek ipte iki cambaz olmuyor, “paylaşım ve götürmede“, anlaşamıyorlardı, artık.

Ve Recep Erdoğan, bir gün aniden “kandırıldım“ diyerek, Ergenekoncuları öpüyor ve ardından “ben yapmadım, bütün kötülükleri Gülen yaptı“ avazıyla, onları hapishanelerden çıkarıyordu. Şimdi, o Gülen’e karşı davada savcıydı.

Ergenekoncular ise plan ve projeleriyle, iktidarın tepe ve eteklerindeydi. Kimi generaller ellerinde uzun çubuklarıyla televizyon ekranlarında yer göstererek, yayılma (fetih) projeleri anlatıp, Türk halkını “aydınlatıyor“, kimileri iktidar dehlizlerde şemalar çiziyordu.

Öte yandan Kürtleri, “barış görüşmeleri“ ağzıyla oyalayor, geri planda ise taarruz yığınakları, tahkimatlar yapılıyor, mevziiler kazılıyordu. “Türklerin Bekaa“ meselesi de bir Ergenekon icadıydı. “Nerede bir Kürt varsa oraya“ kadar projesi olan bu fikir, bir Alman Nazileri uygulamasıydı.  Almanya’da sanıldığı kadar çok Yahudi yoktu. Ama Avrupa kıtası Yahudilerle doluydu. Dolayısıyla yok edicekse eğer, hepsi toptan ele alınmalıydı. Ve planlamayı buna göre yaptılar.

1942’de Polonyayı işgal edince, en büyük toplama ve imha kamplarını (Auschwitz ve Sobiborete) burada kurdular. Orta ve Batı Avrupa Yahudilerini burada yok ettiler. Rusya dahil, öteki ülke Yahudilerini ise yerinde, işgal topraklarında kırarak, Yahudi meselsini kendilerince hallettiler.

Bu plan, “kurmay kafası“ ile Kürtlere uygulandı. Çünkü Kürtler bir kısmı “Gurka“, ama büyük bölümü “birleşik kaplar“ misali birbiriyle bağlantılıydı. O halde imha topyekün olmalıydı. Kuzeyde, on şehir kuşatmaya alınıp yıkıldı, yakıldı. Bir milyon insan yerinden edildi. Bununla arkalarını sağlama alıp Rojava, Efrîn, Güney Kürdistan işgaline başladılar. Şengal, Mexmûr, Kandil işgalini planladılar. Her şey Hitler’in ruhuna uygundu…

Kürt örgütlenmesi ve seçilmişlere yönelmeleri de bu planın devamıydı. Alman Nazileri de ilk hamlede, kamuda çalışan ve seçilmişleri ayıklamış, toplumu başsız bırakmışlardı.

Olan buydu, sonrası Hitler’in, 1933’ten itibaren diktatörlüğü kurumsallaştırma halleriydi. Ağızlara kilit vurulmuştu. Kürt’ün sokağa çıkması yasaklanmıştı. Hitler askerlerinin Yahudi kurşunlama serbestisi ise hortlatılmıştı.

Artık insani haklar ve özgürlüklerden söz etmek, barış demek teröristlikti. Ergenekoncular, memnuniyetle sessizdi. Rusya ve İran’la, “Astana süreci“ adı altında, ortaklaşa yayılma planları yapılıp tartışılıyordu. Kendilerine Pers ve Rus kurnazlığını kündeye getiriyorlardı.

Ama bir yerden sonra, entrika foyaları anlaşıldı. O süreç bitti. Ergenekona da ihtiyaç kalmadı. Çünkü, Recep Tayyip bir kere daha eksen, yan, yön değiştirmiş, Ruslar ve İran’dan aradığını bulamayınca, kandırma konusunda dişine göre olan Batıya yönelmişti.

Eski Ergenekon sanığı denizcilerin bildirisi, işte bu sürece denk geldi. Aslında bu bildiri, diktatörlüğe yol gösterme metniydi. Ama, her yönüyle sıfırı tüketmiş diktatörlüğün, bir düşman bulup üstüne yürüme ihtiyacı yaptılar. Kendisine yol gösteren bildiriyi, darbe çağrısı ilan edip tutuklama kapılarını açtılar.

Eski generaller ise yeniden ağlaşmaya başladılar. Ergenekon nedeniyle tutuklanırken, “biz PKK ile göğüs göğüse savaşanlar“ diyenler, bu kez, kendilerini acındırmak ve vefa diye bir duygunun varlığını hatırlatmak için, bir türlü yaranamayan “bahtsız generallerin kara talihini“ dillendirircesine, “biz Mavi vatanın yaratıcıları ve Fethullaha karşı savaşanlar olarak“ diyorlardı. “Vefa alacaklısı“ olduklarını söylüyorlardı.

Ama, ırkçı-dinci lumpen gerçeğinin farkında değillerdi. Kullanılmış, miadları dolunca da, atılmışlardı. Yeni yolculukta, Recep Erdoğan’ın onlara ihtiyacı yoktu…

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Reklamı engelleyerek iyi yapmışın, yazıya odaklanmakta fayda var.