Aktüel Yorum

Kırsalda Sosyal Ve Gündelik Yaşam

Kırsalda sosyal ve gündelik yaşam dediğimizde pekçok kavram ve kategorinin harekete geçtiğini fark ederiz. Zaman-mekan diyalektiği bunlardan biridir. Zaman-zaman ilişkisi gibi mekan-mekan ilişkisi de bu kategorilerdendir. Keza kır-kent ilişkisi, Doğu-Batı düalizmi de açıklanması gereken kavramlar olur. Tarımsal üretim-endüstriyel üretim dediğimizde de, romantizm-kapitalizm ilişkisi ve daha da önemlisi kapitalizm-sosyalizm çelişkisi dediğimizde de felsefenin temel sorunlarına dek ana kaynaklara gideriz. Bu yazıda tüm bunlara değinmem elbette olanaklı değil. Böyle bir kompleks yapıdan hareketle kırsalda sosyal ve gündelik yaşama ilişkin esasen kendi tecrübemden kısa kesitler yansıtmak niyetindeyim. Bunu yaparken inceleme sahası olarak Malatya kırsalına merceği çevirmekle yetineceğimi de baştan belirtmek isterim.

Gündüzler Kısa Geceler Uzundur

Kırda olsun kentte olsun gündelik yaşamı belirleyen esas faktör üretim güçlerinin durumu, ekonomik ilişkiler ve mülkiyetin formudur. Marx’ın işaret ettiği gibi üretim ve ürün, onun nasıl dolaşıma gireceğini ve nasıl tüketileceğini de belirler. Gündelik yaşamın belirleyenini de bu noktada aramak gerekiyor. Zira gündelik yaşamın iki boyutundan söz etmek gerekiyor. Üretim boyutu, bunu ekonomik temele benzetebiliriz. İkincisi de üretim dışı kalan zamandaki aktivitelerdir. Bunlar uyuma, dinlenme, beslenme, kişisel bakım, insanlarla birlikte geçirilen zaman, kültürel, sanatsal diyebileceğimiz aktiviteler olarak sıralanabilir.

Belirttiğim gibi kırsalda gündüzler kısa geceler uzundur! Yani kentteki durumun tam tersidir. Kentte gündüz ve gece iç içe geçmekle birlikte gündüzler daha uzundur. Bunu tarım toplumu ile sanayi toplumu arasındaki farka bakarak açıklayabiliriz. Işıklandırma sistemi, vardiyalı fabrika çalışması, “gece alemi” türünden özellikler de kentte gündüzlerin uzun olduğunu göstermektedir. Sanki bu farkı ortadan kaldırmak için kırsalda yaşam erken başlıyor! Buna göre zaman ve mekânı üretim ilişkilerinden bağımsız düşünen ünlü Alman filozofu Immanuel Kant’ın yanıldığını söyleyebiliriz. Çünkü Kant, zaman ve mekan (uzam) görülerinin sentetik değil a priorik yapılar olduğunu yani zihinde doğuştan bulunduğunu savunmuştur.

Güneş erken doğar buralarda. Üretim biçimiyle ilgisi var bunların. Tarım ve hayvancılığın belirleyici olduğu düşünülürse güne erken başlamak gerektiği de anlaşılır hale geliyor. Tarlanın, bitkinin, bahçenin, sebzenin erken sulanması gerekir. Ev hayvanlarının bakımı, beslenmesi, otlatılması, sağılması da kır insanının erken kalkmasını gerektirir. Sabah erken kalkan hane sakininin/sakinlerinin evdeki kedi, köpek gibi hayvanların yemlerini veriyor olması gerekir. Hane fertleri arasında belli belirsiz bir işbölümü, görevlendirme vardır. Klan ve kabile toplumundan miras kalan bir demokratik ilişki de köy yaşamında kendini belli eder. Bir çok ailevi karar hane sakinlerinin ortak görüşüyle uygulanır.

Üretim Esasen Pazar İçindir

Köylü, üretimi esasen pazar için yapıyor, bu yüzden de köylülerin bir ayağı ilçe ya da şehir merkezindedir. Demek ki üretimde değişim değeri belirleyicidir. Yine de sanayi üretiminden farklı bir yön saptamak da mümkündür. Kırsalda üretim yapan köylüler, ürettikleri ürünlerle besin ve beslenme ihtiyacını da karşılıyor. Mesela sebze, meyve, tahıl veya bostan imalatı yapan bir köylü, aynı ürünlerle hem yeme içme, beslenme ihtiyacını sağlıyor hem de bunları pazara götürüyor. Dolayısıyla para ilişkisi baskın hale gelmiş durumda. Toprak sahiplerinin (toprak ağası), topraklarını yarıya vermek tarzında bir ilişkileri söz konusu değil; köylülere kiraya verdikleri görülüyor. Toprağı sınırlı olan köylüleri tespit etmek zor olmuyor.

Eskiden kırsalda at, eşek, öküz süren köylülerin traktör, biçerdöver ve benzeri araçlar kullandıkları görülüyor. Bu araçlara her köylü sahip değil. Üstelik temel tarım aleti olan traktör son zamanlardaki zamlardan dolayı epeyce pahalıdır. Konuştuğum bir çiftçi bir milyon iki milyon Türk lirasından söz etmişti. Bu yüzden de borçluluk durumu önemli bir olgudur. Makineleşmeye rağmen tarım ve hayvancılık işçiliği halen çok yorucu ve çok yıpratıcıdır. Yılın değişik dönemlerinde hanenin erkek üyeleri tarlayı bu traktörlerle sürme, ekin ekme işini yapıyor. Köylüler ürününü tarlada satıyor ya da şehre götürüyor.

Küçük Burjuva İdeolojisi: Romantizm

Köylü için zihinde, gündemde her zaman şehre gitme düşüncesi vardır. Şehirlerde yerleşik olup kentin sinir ve stresinden bıkmış insanlarda köye belirgin bir özlem vardır. Çağın insanında romantik bir özellik olduğu anlaşılıyor: Nerede değilsem orada olursam mutlu olurum! Şunu söylemek isterim ki, romantizm Rousseau gibi romantik filozofların ve Baudelaire gibi romantik şairlerin zannettiği üzere insanın yapısal bir özelliği değildir. Tersine tipik bir küçük burjuva ideolojisidir.

Şehre gidenler köy kahvelerinde, çay ocaklarında vakit geçirir. Diğer köylülerle bir araya gelinir, ülke ve dünya sorunlarından konuşulur. Elbette ekin, üretim, piyasa ve ticari konular en başta gelmektedir. Köy dolmuşu ya da belediye otobüsüyle köye dönülür. Dönerken de ev ihtiyaçları yanında tarım makinaları için gerekli alet ve edavatlar da köye getirilir. Benim pozisyonumda olup da şehre gidenler ise şehirlilerin uğrak yerleri olan çay bahçesinde ve kafeteryalarda vakit geçirir. Böyle mekanlarda okey ve pişpirik oynayan insanlardan boşta kalan alanlarda ise sohbet masaları kuruluyor. Ben de birkaç defa bu oyun masalarından arta kalan ortamlarda bulundum.

Haberler ve Dizilerden Sonra Yatılır

Kırsal üretimde erkekler genellikle eve uzak mekanlarda, tarla ve bahçede çalışırken kadınlar eve uygun işlerde etkilidir. Yine de pekçok işin kadın-erkek ayrımı olmaksızın birlikte yapıldığı görülür. Kadının, her şeye rağmen ataerkil bir baskıya maruz kaldığını görmek zor değildir. Kahvaltı, yemek, çay ve kahve hizmetleri çok büyük oranda kadınların, genç kızların hatta çocuk-kızların üzerine kalmıştır. Kadınlar, genç kızlar, eskisi gibi çeşme başlarında buluşmaz. Çünkü çeşme ev içine getirilmiş. Buluşmalar rastgele köy içinde olabilir, bazen de hane içinde oluyor. Erkekler kadar olmasa da kadınlar da telefona yönelmiş durumda, sosyal medyada zaman geçirenler de az değil. Bu genelleme köylerin ve köylülerin ekonomik durumuna göre etnisiteye ve inanç durumuna göre değişiklik gösterebilir. Kırsalda etnisite ve dinsel gelenekler kendini sıklıkla hissettirir.

Yaşlılara ve kadınlara, gelenekten miras kalan bir saygı vardır. Bununla birlikte toplumun büyük kısmı sermaye ideolojisinin etkisindedir. Maddi ve kültürel standardı yükseltme gibi bir talep yoktur daha doğrusu zayıftır. Tasarruf yapma, para biriktirme ve sınıf atlama hayali var. Kitle iletişim araçları insanların belli bir zamanını alıyor. Genellikle akşam yemeğinden sonra haber izleme çok yaygındır. Dizileri takip eden kadınları da mutlaka anmak gerekiyor. Devlete, ana akım medyaya, burjuva partilerine eğilimi saptamak zor değildir. Televizyondan sonra yatılır. Köy sakinlerinin büyük çoğunluğu erken saatlerde yatmaya, uyumaya başlar.

Çocukların da sosyal ve gündelik yaşantıları için küçük bir paragraf açmak gerekiyor. Erken yaşlarda üretime katılır çocuklar. Anne ve babaya yardım eder. Örneğin 3 yaşındaki bir kız veya erkek çocuk ev çevresinde götür getir işlerini yapabilir. Keza özel olarak oyuncak sahibi olan çocuk sayısı azdır. Taş, çubuk, çamur, iş aletleri, kap kacak çocuklar için ilginç oyuncaklardır. Kuş, horuz, kedi, köpek gibi oyuncaklara da çocuklar için ihtiyaç yoktur. Çünkü çoğu hanede bu hayvanlar zaten mevcuttur. Çocuk, adeta bunlarla büyür.

Kırsalda Kışlar Halen Uzun Sürüyor

Kırsalda mevsimler de şehir yaşamına göre farklılık göstermektedir. Geceler gibi kışlar da genellikle uzun sürer. Gerçi teknoloji kış-yaz arasındaki farkı biraz ortadan kaldırmış olsa bile yine de hissedilen bir farkı saptamak zor değil. Mevsimlerin anlamı, kentler için olduğu kadar olmasa da kırsal yaşam için de değişmiştir/değişmektedir. Yani üretim eskiden daha çok kış dışı mevsimlerde yoğunlaşırken şimdilerde köylüler kışın da uğraş içinde oluyor. Eski, geniş aile tipi büyük oranda değişmiş, bir ölçüde dağılmış durumda. Yine de hane halkı sabah, öyle ve akşam hep birlikte yemek masasında bir araya gelmektedir.

Erkenden kalkılır ve içeride ya da kapı önündeki çeşmede el yüz yıkanır. İnek, koyun, varsa keçi işleri takip edilir. Kahvaltı saatinde çoğu zaman bir arada olunur, bazen de tarlada, bahçede yapılır kahvaltı. Kırsalda gündelik yaşam denilince beslenme konusuna dikkat çekmek önemli olabilir. Kırın ve köyün insanı, yediği besinlere yabancı olmayan insandır. Bu yüzden kentliden ayrılmaktadır. Kahvaltı sıklıkla zengindir. Peynir, yumurta, domates, salatalık, yeşillik, pekmez, zeytin ilk aklıma gelenler. Bazen odun ateşinde biber, patlıcan da pişirilir. Sac ekmeği de yapılabiliyor. Biraz “zengin” köylülerin sofrasında tereyağ ve kaymak bulmak da mümkündür. Kahvaltının hazırlanmasında sıklıkla kadınlar ön plandadır. Yine de bir işbölümü de kendini gösteriyor. Erkekler de eşlik edebiliyor yani.

Organik Olandan Mekanik Olana

Kır insanı yediği besini çoğu zaman kendi ürettiği için bir yabancılaşma yaşamaz. Buna bağlı olarak köylüler ürettikleri ürüne ve üretim sürecine de esasen yabancı değildir. Bununla birlikte pazar için üretim yaptığından dolayı belli/kısmi bir düzeyde yabancılaşmadan söz edilir. Üretime, varlığa ve doğaya yakın olan kırsal yaşam, bu yakınlığına rağmen yine de ancak “yarı doğal” diyeceğimiz bir ortam içindedir. Çünkü kapitalizm yalnızca şehirleri ve kent merkezlerini değil kırsalı da kirletilmiş durumdadır. Organik olandan mekanik olana doğru bir yönelim var. Yine de kırsalın insanı şehrin egzoz gazından ve kirli havasından büyük oranda uzakta yaşadığı için şanslı sayılır. Bu pozitif duruma rağmen köylülerin bunu bilince çıkardığını söylemek zordur.

Köyün sosyal ve gündelik yaşantısına yaz aylarında gurbetçiler ve özellikle de Almanya’dan gelenler eşlik de eder. Türkiye’nin ekonomik özelliğini, belki gelişmemişliğini işaret eden bir durumdur. Gurbetçiler köyü canlı ve neşeli hale getirir. Küçük köylerde hane önlerinde ya da köy meydanlarında gruplar halinde insanları görürsünüz. Biraz büyük köylerde ise kahvelere doluşup kağıt oynayan köylüler vardır. Bunlar içinde emekliler ve “yarı şehirliler” de bulunmaktadır. Bu biçimiyle verimsiz ve monotondur köy yaşamı. Kültürel-entelektüel düzeyin eskiye oranla düşük olduğu söylenebilir. Eski öykü, masal, mani bilen kadın tipi ve ihtiyar bilgelerin azaldığı, bunların modernizme asimile olduğunu düşünmek olasıdır.

Kırsalda Gelenekler Halen Önemlidir

Müslüman köylerinde cami de gündelik yaşamda ve sosyalleşmede önemli bir uğraktır. Kimi Alevi köylerinde son yıllarda cemevi yapıldığı için bunların da benzer işlev gördüğü söylenebilir. Köylüler için gelenekler önemlidir. Genç kızları ve askerden gelmiş erkekleri evlilik beklemektedir. Hamile kadınlara rastlamak da zor olmaz. Gerçi bu konularda da bir kırılma yaşanmaktadır. 8-10 çocuk doğuran kadın tipi artık yoktur. Bu da feodalizmin giderek son bulduğunu işaret eder. Gelişen tarımsal üretimde insan gücüne ihtiyaç olmadığı anlamına da gelir. Doğumu kontrol altına alma bilgisi ve düşüncesi belirleyici olmuştur. Söz kesme, nişan yapma ve düğün merasimi de kırsalda sosyal yaşamın önemli bir parçası olmaktadır. Eskiden tümüyle köyde ve hanelerde gerçekleşen düğünler şimdi sıklıkla kentteki düğün salonlarına taşınmış durumda. Bunda köylerin şehirleşmesinin etkisi vardır.

Emperyalizm ve Zayıf Halka Teorisi

Köy-şehir yolları kapitalizmin ihtiyacı gereği asfalt olunca mesafe de (zaman) kısalmış oluyor. Zamanın bu kısalığına ve köyün mekanının kente bu denli yakın olmasına rağmen çok sayıda köylünün aklında, günün birinde şehirli olma hayali vardır. Kapitalizm, aynı zamanda -yukarıda da söylediğim gibi- romantik bir bilinç yaratıyor. Bu romantizm nedeniyle olmalı ki, pekçok kentli de günün birinde kırsalda bir ortam kurup köy yaşamına dönme rüyası görmektedir.

Bu psikolojiyi biraz genişletince Doğu-Batı diyalektiği de dikkat çekici hale gelir. Doğulular Batı dünyasında, Batılılar Doğu dünyasında her zaman gizemli ve çekici bir yön bulmuştur. Bu durumun izlerini en eski toplumlar incelendiğinde de görmek mümkündür. Tüm bu paradoksal duygu ve düşüncelerin kapitalizmden, rekabet bilincinden, bireyci kültürden kaynaklandığını söylersek meseleyi abartmış olur muyuz, bilemiyorum. Kapitalizm içinde, ileri veya geri düzeyde yaşamayı hayal etmek veya dünyanın şu coğrafyasında, bu toplumunda yaşamayı arzulayan bir romantik olmak yerine, bulunduğu yeri değiştirip dönüştüren bir devrimci olmak daha da ilginç bir seçim olabilir.

Şehrin sosyal ve gündelik yaşam tarzını benimsemiş, onu muhafaza eden bir kentli yerine kırsalda yaşayıp buradaki ilişkileri eşitlikçi bir tarzda değiştirip dönüştürme hayaliyle yaşayan bir köylünün durumu sanırım daha makuldur. Bu tartışma da bizi “emperyalizm koşullarında zayıf halka” teorisine götürür ki o da ancak bir başka yazının konusudur.

Mehmet Akkaya

1964’te Malatya’da doğdu. İlkokulu Malatya’da okudu; orta ve lise eğitimini İstanbul’da tamamladı. Kocasinan Lisesi’nden sonra Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümü’nü bitirdi. Maltepe Üniversitesi’nde Psikoloji, İnsan Bilimleri ve Felsefe Bölümü’nde yüksek lisans (master) yaptı; dil ve kültür felsefesi konusundaki tez çalışmasıyla mezun oldu. Çeşitli gazete ve kültür-sanat-felsefe dergilerinde bilim, sanat, felsefe ve politika içerikli yazdığı yazılarla biliniyor. Akkaya, televizyon ekranlarında yaptığı felsefe/düşünce programlarıyla da tanınıyor. 2008’den itibaren kitap çalışmalarına yoğunlaşan yazarımızın eserleri felsefe, bilim, sanat ve politika meraklıları tarafından ilgiyle izleniyor.
Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Reklamı engelleyerek iyi yapmışın, yazıya odaklanmakta fayda var.