
yaşam sevincini nakışa dönüştüren çocukluk düşlerim
Şimdi serçeler fısıldaşıyordur zeytin ağaçlarında.Uzun süredir düşünemiyorum kaçıp gitmek istediğim o sahil kasabasını.
Gitmek istedikçe daha çok saplanıyorum, kök salıyorum bu şehre…
Doğduğum sokakta oturuyorum hala, herkes gitti, annem, kardeşlerim, mahallemizin tesisatçısı Artin Amca, çocukluk arkadaşlarım,
kendi halinde orta halli mahallemizin sevgi dolu komşuları.Çocukluğumun hiç unutamadığım küçük mutlulukları bile…
Yaldızlı kağıt kaplı, ucunda plastik sapı olan şemsiye şeklinde çikolatalar.Meyveli gazozlar, ambalajsız kese kağıdında aldığımız bisküviler….
Geçen gün anneliği yeni tadan arkadaşıma çikolata yaptırmak için girdiğim pastanede gördüm o şemsiyeleri, iki tane aldım…
Sonra, şimdilerde yıkılma tehlikesi altındaki o üç katlı evin karşısına geçip bir Pazar günü sabahın çok erken saatlerinde, çıkarıp şemsiyeleri cebimden evirip çevirdim….
Serde çocuk gözlü o gürbüz kız yok artık,
yaşam sevincini nakışa dönüştüren çocukluk düşlerim de…
Geceden bu yana Sabattin Ali’nin şiirleriyle
deli divane olmuşum, o yüzden göz bebeklerime değdiremiyorum sabahı.Karşımdaki dijital saatsa yataktan çıkmam gerektiğini hatırlatıyor ısrarla.Hayata karışmak için
müzik çaların play tuşunu senkronize ediyorum.Sesler, sokaklar, duygular her şey birbirine
karışıyor…
Hani Kürtçe bir söz var ya,
“Gotinek pêşîyan dibêje, Me diz berda, lê diz me bernade. ”
Biz hırsızı bıraktık, hırsız bizi bırakmıyor…!
Tam da bu durumdayım, bütün inceliklerimi geceye bırakmama rağmen, savruk, sarhoş ve yorgun gece gitmiyor bedenimden.Rengarenk vagonları çocukluğumla dolu bir tren dolaşıyor bütün şehri.Ve İstanbul, öncesi sonrası yok işte, saldığım kökler hapsetmiş beni, dönüp dolaşıp ağlarına takılıyorum…
Bugün de sevgimdesiniz…