
Türk-Kürt kardeşliğine takdimimdir!..
Kürdistan’ın, TC ile son yüz yıllık tarihinin arka sayfası, esir düşmüş Kürtlerin, direniş hikayesidir.
Teslimiyet anlamına gelmeyen her eda, tavır ve hareket direnmekti. Sakine Cansız’ın, işkencecisinin yüzüne tükürmesi de bir direniş şekliydi. Darağacına yürüyen esirin yüzündeki gülümseme titreşimi de…
Şemdinli’den yola çıkarak Doğu (İran) Kürdistan’a yürüyen Nehrili Şeyh Ubeydullah’ın oğlu, Komutan Seid Abdulkadir, Diyarbakır’ın Mayıs ayı şafağı ılımanlığında, darağacına yürürken, pranga demirinin oturduğu ayak bileği kanayarak geride kandan iz bırakıyor, dayanılmaz acı veriyordu. Bileğini sıkıştıran demir halkanın gevşetilmesi mümkündü. Ama bunu istemek, katilden merhamet dilemekti. Şeyhin oğlu Abdulkadir, acıya aldırışsız, yüzünde gülüş, vakur bir dirençle yürüdü, gitti.
Bir ay sonra, aynı yer ve saatte, Şeyh Said yürüyordu. Hayatında son anlardı. Ölüm korkusu, bütün canlılar için ortak duyguydu. Ama Şeyh, hayata bağlılık özlemlemiyle katillerini sevindirmek istemiyordu. Başkaldıran olarak dirençlı ve umursamazdı. Katilleriyle yarenlik ede ede darağacına yürüyordu.
Şeyhi gören, idam yolunda değil, dostlarıyla Bingöl yayalarında yürüyüşte sanıyordu.
Seid Rıza, darağacına giderken, koluna girenleri, savurarak rap rap gidiyordu.
Ve dağlar, teslim olmaktansa, direnişin son hamlesi olarak, kendi eliyle hayatına son verenlerin mezarlığıydı.
Türk Generallerinin şenliği olan 12 Eylül darbesini anlattığım, “Sanık Ayağa Kalk!” adında bir kitabım, Türk adaletinin zindan kapılarıdır. Namertliğe karşı, mertliğin direnişi…
Diyarbakır Cezaevi, Kürt önde gelenlerinin toplandığı, Hitler’inkini andıran toplama kampıydı. Kimilerine göre ise orası, Türkün bükülmez bileğinin şanı ve şerefinin çiçeklendiği yerdi, orası.
Ancak, Hitler rejiminin bunların yanında çok insan kaldığı gerçekti. Hitler, en azından esirlerine b…k yedirmiyordu.
O dönemde, Kürdistan’la adı, ünü bağlantılı ne kadar kalburüstü Kürt varsa, oraya toplanmıştı. Urfa’nın eski Belediye Başkanı, Devlet eski Bakanı Mustafa Kılıç, Urfa Milletvekili Celal Paydaş, Diyarbakır Belediye Başkanı Mehdi Zana, Mardin Milletvekilleri Ahmet Türk ve Nurettin Yılmaz, Dr. Tarık Ziya Ekinci, Musa Anter bunlardan bazılarıydı.
Ve, Kürdistan’ın dört bir yanından toplanmış aydınlar, öğrenciler…
Türk adaleti adına, Türk ordusu zindan bekçiliği ve gardiyanlık yapıyordu. Generalinden erine kadar bekçi ve gardiyanlar o kadar insan, öylesine mert ki, bu cengaverlerin fokurdattığı karavana kazanlarında, fare ölüleri kaynıyordu.
Toplama kampı mukimleri, üstünde “b…k” yüzen lağımlara yatırılıp banyo yaptırılıyordu. (Hitler’in ordusu, bunu da yapmamıştı Yahudilere. Ama çektiklerinden sonra Yahudilere yurt tahsis eden Batı, başkaldıran Kürtleri terörist ilan ediyordu. Kürtler hala terörist.)
B…k yedirme, lağımda banyo Türk icatlarından ikisiydi. İşkencenin gerisi türlü-çeşitliydi. Mesela, havalandırma meydanında toplanan esirlerden kimileri (en saygınları) çırılçıplak soyuluyor, “anüs” (popo)’larına yanık sigara yerleştiriliyordu. Esirler, bu manzarayı gizliden gizliye ağlayarak seyrediyorlardı. Günün kurbanı feryat-figan ede ede yerinde zıplarken, Türk subay ve öteki askerleri katıla katıla gülüyor, eğleniyorlardı.
Oradan sayısız ölü çıktı. Gençleri kendilerini yakarak zalime direndi.
Yıllar sonra, zindan kapıları aralanınca, kurtulanlardan kimileri dağa çıktı. Kimileri, o kinle mücadelenin değişik alanlarında varlık gösterdi.
Ama, bazıları, (mesela Celal Paydaş) yaşadıklarının ağırlığı altında kaldı. Bazıları da (babası, yedirilen bokla ölenin oğlu gibi) ırkçı sistemin dincisi “dümeni”ne tutundu.
Bazan işkence “deneği” (çekeni), bazan da, göz yaşlarını içine akıtan zulüm tanıklık edenlerden Ahmet Türk ise yaşamayı direniş sayanlardandı. Politikacı olarak mücadelede yerini aldı. Yolundan şaşmayan olarak, Kürtler tarafından sevildi, sayıldı.
En son, Mardin Belediyesi Eşbaşkanıydı. Hastalıklıydı. Kalbi pille çalılıyordu. Buna rağmen, 20 Temmuz’da yapılan sivil darbeden sonra, bütün Kürt önde gelenleri gibi tutuklandı. 75 yaşındaydı.
Gerçek suçu Kürt olmak, Kürtlere hizmet etmekti. Yaşı ve vakur direnciyle Kürtleri sembolize ediyordu.
Onun kişiliğinde Kürtleri rencide edip aşağılamak için, kalp araştırması için hastaneye götürülüp getirilirken, kanlı bir katil gibi dört jandarma tarafından iki yandan ve arkadan zapt u rapt altında tutuluyordu.
Ahmet Türk’e yapılanlar “demokratik zeminde Türk-Kürt kardeşliği” diyenlere takdimimdir ki, kardeş Türk’ün yer yüzündeki bütün Kürtlere reva gördüğü kader, Ahmet Türk’ün halidir.
Jandarma 75 yaşındaki Ahmet Türkü dört yanından sarıyor, ama IŞİD katilleri (mesela TC sorumlusu Ebu Hanzala isimli Halis Bayuncuk) elini kolunu sallayıp mahkemeye girip çıkıyor, Türk gazete ve televizyonları da dün, Amerika’nın, Suriye’de güvenli bölge kurma girişimini, Kürtleri kapsayacak diye “şok endişe” olarak anons ediliyordu.
IŞİD, Arap ve Türkmenlere devlet de var, ama Kürtlere yaşamak yasak. İyi de Kürt, sen ne dersin, bu kan, irin, bağlamış gözü sevilesi kardeşliğe?
Özgür Politika
Ahmet Kahraman