
Siyaset yorumculuğu, fikritakip ve fikrisabit
Altıncı eleştiri yazısı…
Siyaset uğraşının kamu tarafından bilinmesi ve değerlendirilmesinde asli belirleyicilerden biri medya. Eskiden medya denildiğinde akla gelen yazılı ve görsel cihazlara artık dijital-internet medyası da dahil. İnternet üzerinden haber yapan kanallar, tek tabanca yorumcu ve haberciler, kendi Youtube kanalını açarak izleyenleriyle iletişim kuran ve takipçi sayısına bağlı olarak şöhret sahibi olanlar, anaakım haber kanalları, muhalif haber kanalları, araştırma şirketlerinin siyasetçiler kadar tanınan ve tartışılan isimleri, sosyal medya hesaplarından yazan ve yine takipçi sayısı oranında ses getirenler, vesaire
Kamuoyunun -bir ölçüde kendi yankı odası içinde- maruz kaldığı sayısız iletişim yolu yordamı var. Ancak bu çeşitliliğe karşın herhalde hâlâ en etkili olan mecra TV kanalları, özellikle ulusal kanallar. Yıllar önce, kareli ceketliler tarafından üniversiteden atılmadan önceki tarihteki bir derste, öğrenciye TV haberlerini seyredip seyretmediklerini sormuş, aldığım yanıta çok şaşırmıştım. Zannettiğimin aksine çoğunluğu haber seyrediyormuş. Ailesiyle yaşayanlar, yurtta kalanlar, alışkanlıklarını kolay terk edemeyenler vb. Hal böyleyken anaakım TV’lerin ve tabii TRT’nin iktidar hâkimiyetinde oluşu, milyonlarca yurttaşın sabahtan akşama dek yalnızca iktidarın sesini işittiği anlamına geliyor. Diğer tüm propaganda kanallarının (ibadet yerleri, dernekler, bürokrasi, mahalle örgütlenmesi vs.) yanında günün yirmi dört saati işleyen bir propaganda çarkı. (Eskiden ‘propaganda’ denilene şimdi ‘algı yönetimi’ diyorlar, arasında ne fark olduğunu anlamış değilim, propaganda algıyı/düşünceyi türlü yol ve araçlarla yönlendirme faaliyeti değil mi?!)
Buna karşılık muhalefetin elinde yalnızca birkaç TV kanalı olması kuşkusuz büyük bir sorun. O birkaç kanalın, yine muhalif yurttaşça sıklıkla eleştirildiğine tanık oluyoruz. Doğrusu, eleştirilecek ne kadar çok yönü olursa olsun muhalefeti destekleyen bir-iki TV kanalı olması önemli. Ayrıca o kanalların iktidar seçmeninin tümüyle ilgi alanı dışında kaldığını söylemek mümkün mü, emin değilim; muhtemelen göz ucuyla bakanların sayısı az değil.
Burada herhalde ‘muhalefeti destekleyen’ ifadesi biraz sorunlu bulunacak. Basının özgürlüğü ve işlevi bağlamında tartışmalı olduğu doğru, ancak kastettiğim, iktidarın güdümünde olmayanlar. İktidarın güdümünde olmayan ve muhalefetin sesini duyuranlar, belki daha doğru bir tanım olur. Yine de işlevlerinin salt ‘duyurmaktan’ ibaret olmadığını kabul etmek mümkün.
Özellikle son seçim döneminde daha çok Halk TV programlarını seyrettim. Çevremde FOX seyreden de var. Düzenli bir TV ve Halk TV seyircisi olmasam da, akşam açarsam o kanala geçiyorum. Muhalif TV’lere ilişkin gözlemim bu denli sığ aslında, neredeyse tek kanaldan ibaret. Sözcü TV’yi henüz bilmiyorum, arada bir İsmail Saymaz’ı seyretmeye niyetlensem de karşısında oturan ve kan ter içinde mütemadiyen bağırıp çağıran adamcağızı hatırlayıp vazgeçiyorum. Medyascope, Artı-Gerçek vb. başka bahis; televizyondan kastım onlar değil. Yıllardır herhangi bir yandaş kanal seyretmedim, bundan sonra da düşünmüyorum.
Diğer ülkelerde de böyle midir bilmiyorum, bana kalırsa muhalif televizyonun bir handikabı aynı konukların genellikle aynı konular üzerinde konuşuyor oluşları. Ancak buna yapacak bir şey yoktur belki, nitekim ben de hep aynı konular üzerine yazıyorum, çünkü sorunlar tekrar ediyor. Yayıncılık konusunda söz söyleyebilecek biri olmasam da, kanalların neden sade yurttaş konuk etmediklerini pek anlamış değilim. Uzman isimlerin konuşması önemli tabii, ancak konu her neyse, envai çeşit krizin doğrudan muhatabı olup sesini sokakta mikrofon uzatıldığında duyurabilen yurttaşın çok seyredilen kanallara çıkıp derdini anlatması iyi olmaz mı? Hayvancılık ya da tarımla iştigal eden bir köylü çıkıp yaşadığı sorunları aktarsa örneğin. Anadolu’da o kanala ve kanalın sözüne olan ilgiyi artırmaz mı? Her neyse, belki de saçmadır bu düşünceler, buna mukabil bir TV kanalım olsa denemek isterdim.
Hâlihazırdaki yayın tarzı, güncel siyaseti yorumlayan TV yüzlerinin/gazetecilerin haline tavrına etki ediyor olabilir mi? Hemen her akşam o ekrandan evlerimize konuk olan insanların -çok takipçili sosyal medya yüzleri gibi- ‘kanaat önderi’ sıfatını fazlaca benimsediklerini gözlemlemek mümkün. Bir insanın kendisini herhangi bir faaliyetin ‘önderi’ gibi görmeye başlamasının, kişilerin düşünce edimi ile ilişkisini olumsuz yönde etkilememesi güç görünüyor bana.
‘Kuşku’, her kadar öncelikle bilim için ‘olmazsa olmaz’ bir unsursa da her düzeyde düşünme eyleminin bir kenarında bulunmalı. Konumuz güncel siyasetse eğer, eninde sonunda bazı varsayımlardan, olgu ve bulgulardan, sayısız değişkenden, haberdar olunan ve olunmayanlardan söz ediyoruz demektir. O gün gördüğümüz ya da bir gün sonrasına ilişkin tahmin ettiğimiz ne varsa, son derece karmaşık bir ilişkiler ağının ürünü. Ayrıca herhangi bir güncel siyaset yorumu -diğer her konuda olduğu gibi- yorumlayanın kim olduğuyla, bir diğer söyleyişle ‘ideolojisiyle’ ilişkili. Tavuk olmadığımıza göre ideolojimiz var ve olup biteni onun sınırları dahilinde değerlendiriyoruz. Bir ekonomik ya da siyasi krize, sosyalistin ya da liberalin bakışı, ele alışı, yorumlarken başvurduğu kavramlar, tarihsel arka plan ve varılmak istenen sonuç nasıl aynı olabilir, mümkün mü böyle bir şey?
Sürekli ekran-kamuoyu önünde yaşayan yorumcuların kahir ekseriyetinin, kanaat önderliği rolünün baskısıyla olsa gerek, zamanla yorum faaliyetinin içermesi gereken ‘kuşku’dan masun bir biçimde savunduğunu fikrisabit haline getirdiğini gözlemliyorum. Konuyu kuşku payı bırakarak yorumlayan değil, ilk iddiasını doğrulamak için sözünü nalıncı keserine dönüştüren biri olmak. Oysa insan yanlış yorumlayabilir, hata edebilir, bir şeyleri görmüyor olabilir, belki görme ihtimali yoktur, bazen saçmalar da. Üstelik şu ‘yalan dolan çağında’ yanılgı payı her zaman daha yüksek. Fikrisabit tutum, düşünen ve düşünceyi takip eden açısından zararlı, yorumlayanın inandırıcılığını yitirmesine neden oluyor. Haklı olmakla haklı çıkmaya çalışmak arasındaki farktan söz ediyorum aslında. Seyirci ve okur, kendisine kapı açma ihtimali olan bir yoruma mı, yoksa dinlediği yüzün kendisiyle meşguliyetine mi tanık olmalı, soru bu.
Son olarak, TV yorumculuğunun artık yalnızca iç siyasete ilişkin olduğunun altını bir kez daha çizmeli. Yazılı medyanın durumu daha iyi, ancak muhalif TV’lerin dış dünya ile bağlarını bu denli koparması ve orada olup bitenleri de ancak Türkiye ile ‘iltisaklı’ ise dikkate değer bulması hayra alamet değil. İçe kapanma yalnızca iktidarın çabası ve marifetiyle yaşanmıyor.
Merdan Yanardağ’ın tutuklanmasına ilişkin not: Bıkıp usanmadan yinelemek gerekiyor: Birinin hakkı sizin hakkınızdır, birinin hakkı ihlal edildiğinde sizin hakkınız ihlal ediliyordur, birinin düşünce ve ifade özgürlüğü yok sayıldığında sizin özgürlüğünüz yok sayılıyordur, birinin ‘hukuka aykırı’ biçimde tutuklanabilmesi sizin de özgür olmadığınız anlamına gelir. Henüz ‘dışarıda olmak’, özgür olmak anlamına gelmez. Bugün Merdan Yanardağ’ın ifade özgürlüğünü umursamayanlar, kendi yurttaşlık/insan haklarından feragat ediyordur. Muhalefetteki kimi siyasetçiler meşreplerince davranmış, zevzeklik etmiş ve ediyor olabilirler, aferin onlara; ancak bu saçmalık bizleri ilgilendirmez, hayat bizim hayatımız. Hayatımıza, hak ve hukukumuza sahip çıkmak zorundayız. Ayrıca yazacağım bu konuyu, memleketin muhalif görünümlü siyasetçisinin bönlüğünü ve riyakârlığını. Şimdilik Ali Duran Topuz’un yazısını önermekle yetiniyorum, hukuken de gerekli her şeyi söylüyor.