Aktüel Yorum

Sanat demek yaratıcılık demektir

Paradigma ve sanat tartışmaları -1-

Sanat demek yaratıcılık demektir. Önder Apo “paradigma yaratıcılıktır” diyerek tek kelimeyle nasıl bir yoğunlaşma içerisinde olmamız gerektiğini gösterdi. O halde paradigmanın en güçlü uygulanacağı ve öncülük yapması gereken alan sanat alanıdır diyebiliriz.

Yaratıcılık yeterince gelişmiyorsa bunun sebeplerini iyi tartışmak ve anlamak gerekiyor. Genel pratiğimiz için ezberler, alışkanlıklar, dogmatizm, parçalı düşünmek, darlık, azla yetinmek, rehavet, iktidar özellikleri sıralanabilir. Ancak sanat açısından bunları aşmak da yeterli değildir. Sürekli olumsuzluklar üzerine konuşmak yerine alternatifin nasıl gelişeceğine bakmak daha pozitif bir enerji ortaya çıkaracaktır.

Yapıcılığın cüretiyle insanlığın yeniden doğuşuna

Sanat büyük bir duygu işidir. Büyük cüret gerektiriyor. Toplum içinde ama toplumu aşan bir duruşa sahip olmadan yeni sanat anlayışı geliştirilemez. Elbette şimdiye kadar önemli bir mücadele verilmiş, kültür-sanat adına devrimsel gelişmeler yaratılmıştır. Kaldı ki toplumsal kültür tarihimiz çok güçlüdür. Son iki yüz yılın kapitalist sömürgeci saldırıları gelişene kadar tarihin her aşamasında kültürümüz tüm kültürleri etkilemiştir. 50 yılın mücadelesiyle de tüm insanlığa öncülük yapabilecek muazzam bir potansiyel oluşmuştur.

“Öncü” diyorsak bunun anlamı da eskileriyle kıyaslanmayacak bir kapsama sahiptir. Avrupa merkezli “Avangart” adı verilen öncü sanat anlayışı veya diğer akımlar bahsettiğimiz gelişmeyi karşılamaya yetmez. Çünkü Avrupa merkezli hiçbir düşünce ve sanat akımı insanlığın özüne varmayı tam olarak başaramamıştır.

Bugüne kadar sanatın her alanında yüzlerce akım geliştirildi. Bütün bunları incelemek gerekiyor. Hangi koşullarda ortaya çıkıp neyi savundular? Hangi sonuçlara yol açtılar? Bu incelemenin amacı herhangi bir sanat dalında kendine göre yeni bir akım geliştirmek değildir. Sanatsal arayışları ve hangi aşamalardan geçildiğini bilmek tekrarı önleyeceği gibi nerede eksik kalındığını da anlamaya yarar.

Dar anlamda her bir sanat alanının ayrı ayrı kendi akımını geliştirmesi yerine Avrupa Rönesans’ında olduğu gibi tüm sanat-edebiyat-bilim alanlarında bir yeniliğe ihtiyaç vardır. Ancak Avrupa Rönesans’ı da aşılmıştır; onu aşan düşünce dünyası insanlığın özüne ulaşabilmeyi başarmış olan Demokratik Modernite paradigmasıyla gelişmiştir.

Avrupa Rönesans’ının aşılmasının iki temel sebebi vardır

Birincisi, modernite sınırlarında kalmasıdır. İkincisi de, bununla bağlantılı olarak dayandığı tarihsel sürecin Avrupa merkezli olmasıdır. Avrupa’da “Yeniden Doğuş” için eski klasikler incelenmiş ve o dönemde değersizleştirilen insanlık haline karşı “insanın keşfedilmesi” ve Avrupalılık kültürünün geliştirilmesi hedeflenmiştir. Ancak bu zemini istismar eden kapitalizm zamanla kendi hegemonyasını kurmuştur. Günümüzde tüm insanlığın bir kez daha “Yeniden Doğuş” gibi bir sürece ihtiyaç duyması bundandır.

Yarım kalan insanın yeniden keşfi

Kapitalist moderniteye karşı demokratik modernite insanlığın “Yeniden Doğuş”unu ifade etmektedir. Bunun zihniyetini, felsefesini, tarih ve bilim anlayışını, düşünce çerçevesini Önder Apo geliştirmiştir. Demokratik modernite, kapitalizme karşı olan tüm toplum kesimlerinin özgür yaşam seçeneğidir ve büyük bir birikime sahiptir.

Avrupa Rönesans’ı kendi köklerini Greko-Romen kültürüne dayandırdığından onu canlandırmaya çalışmıştır; Demokratik Modernite ise tüm insanlığın köklerini esas alarak özgür yaşam değerlerini geliştirmeyi hedeflemektedir. Bu nedenle insanlığın oluşum tarzı olan komünaliteyi esas almaktadır.

Kapitalizm komün olmaktan çıkmaktır. Alternatifi komünal yaşamdır. Bu yalın gerçeği kavramak ve kavratmak için verilen mücadele Avrupa Rönesans’ını çok aşmaktadır.

İnsanın keşfini Yunan Dünyası’ndan öteye geçmeden arayan anlayış tam anlamıyla insanın özüne varamamıştır; Avrupa’da gelişen Rönesans, Reform ve Aydınlanma hareketinin kapitalizmin istismar zeminine dönüşmesi ve onun sınırlarını aşmaması da bundandır. Yeni Komün Hareketi toplumsal aşınmaların giderilmesini insanın özüne varmakta bulur; bu koşullarda sanat insanlaşma mücadelesi olur.

Komün insanlığın ilk aşkıdır

34 yıla yakın zindan direnişinin 9 ay 10 gününü İmralı’da Önder Apo’nun yanında geçiren Nasrullah Kuran yoldaşın yazdığı ama henüz yayınlanmamış olan “Gül Sus Deyince Bülbül Susar mı?” adlı şiir kitabının girişinde Ehmedi Xani’nin büyük bir sözü yer alıyor:

“Hem düşünce adamları demesin

Kürtler aşkı kendilerine amaç etmediler!”

“Aşkı amaç edinmek” sanatı en güzel ifade eden bir sözdür. Ve insanlığın ilk aşkı toplumsallığın kendisidir. Komün ilk aşktır! İnsan bu aşk sayesinde yaşamını anlamlı hale getirmiş, sürü olarak yaşamaktan kurtulmuştur.

İnsanlığın özü komünalitedir ve komünal yaşam hiçbir istismar sistemine geçit vermez. Varoluşundan beri yüzbinlerce yıl boyunca komünal olduğu halde nasıl olmuş da insanlık komünaliteden kopuş gibi bir sorunla karşılaşmıştır? Buna yol açan ilk toplumsal yarılma, ilk çelişki günümüzdeki tüm çelişkilerin ana kaynağıdır.

İlk çelişkinin yol göstericiliği

İlk çelişki çözülmeden diğer çelişkilerin aşılması mümkün değildir. Varlığını komünal olarak gerçekleştirmiş olan insanın karşılaştığı ilk toplumsal yarılma kadın ve erkek arasında gerçekleşmiştir. Bu çelişkinin nerede, nasıl başladığını anlamak kadar kadın-erkek eşitliğini ve özgür birlikteliğini tekrar sağlamak tüm insanlığın yeniden doğuşunun temelini oluşturmaktadır.

Tüm bilim, sanat, edebiyat ve düşünce alanlarının “insanı keşfetme” görevi vardır. Avrupa Rönesans’ında yarım kalan bu görev Demokratik Modernite paradigmasıyla tamamlanabilir. Bunun sanatsal ifadesi nasıl olacak? Öncelikle sanatın yeni paradigmayla tanışması ve yenilenmesi gerekiyor.

Kapitalizmin insanca yaşamı yok ettiği koşullarda tüm boyutlarıyla ve en ince detaylarına varıncaya dek kendi farkını yaratmak ve kadim kültürel değerlerini korumak kadar nasıl bir yaşam isteniyorsa onu göstermek sanatın başat rolü olarak değerlendirilebilir.

Yaşam komünleşirse yani demokratikleşirse sanat yenilenecek ve kanatlanacak bir alan bulur. Sanat komünleşirse insan ruhundaki güzellikleri açığa çıkarır, geriliklerden arındırır, yaratıcılığı geliştirir ve yaşamı özgürleştirir.,

Paradigma ve sanat tartışmaları -2-

Paradigmasal değişimin amacı, insanlığın özüne yani komünaliteye varmaktır.

“Yeni insan, sosyalist insan” amacını daha önceleri de birçok felsefe ve mücadelede görüyoruz ama bunlar ya bireysel, grupsal dar sınırlarda kalmış ya da devlet aygıtıyla zehirlenmiştir.

Liberal çarpıtmalar ve devlet-iktidar alanları dışında kalarak insanlığın özüne ulaşmayı ve bunu çağdaş değerlerle buluşturmayı ifade eden paradigma temelinde bir değişim sürecini yaşıyoruz.

Sanat gerekçe ve engel tanımaz

Değişim işi kolay değil deyip kendimize gerekçeler oluşturmak yerine paradigmanın özüne varmak için yapıcı bir eleştiri-özeleştiri sürecini geliştirmek zorundayız. Sanat alanı başka alanla kıyaslanamaz. Siyasal duruş, örgütsel ve yönetsel realite ve gerekçeler, farklı kurumların yaklaşımları ne olursa olsun sanat alanı kendini bunlarla kıyaslayamaz, kendine bahane bulamaz. Çünkü sanat paradigmanın en ileri düzeyde temsil edildiği alandır. Toplum ve siyasetten ayrı değil, ama hep bir adım önde olmak zorundadır. Sanatın böyle bir özelliği vardır. Topluma ve siyasete etkide bulunur, kişilikleri şekillendirir, kalıpları parçalar, öncülük yapar. Bu cüret var mıdır sanat alanımızda? Bu yönlü ısrar ve mücadele var mıdır? Eğer bu durumda değilsek nedenini paradigmasal temelde sorgulamalı ve çözümü, paradigma değerlerini sanatımızda inşa etmek kadar sanatın ve sanatçının rol ve misyonunu doğru anlamakta aramalıyız.

Liberalizmin teorisyenleri “sanat sanattır, bir amacı, rolü filan yoktur” derler. Sonuçta bağlandığı yer eğlence kültürü ve popülizmdir. Kapitalist çürümüşlüğün savunusu bu şekilde yapılmaktadır.

Liberalizme karşı sanatın rolü anlaşılmayınca maalesef gerekçelerimiz bitmek bilmiyor. Oysa sanat gerekçe tanımaz. Sanatın sadece kendi önündeki engelleri değil, toplum önündeki engelleri aşacak kadar güçlü bir duruşa kavuşması gerekiyor.

Örgütlü olmak komünalite için hayatidir ama sadece örgütlü olmakla sanat yapılamaz. Bir örgüt ve yönetim gerçeğine bağlanmakla sanat her sorununu çözemez. Demokrasi başta olmak üzere ne kadar paradigma ölçülerine göre olup olmadığına bakmak ve bunun mücadelesini vermek gerekiyor.

Sanatın anlamına uygun davranmadığımız için sürekli dar-örgütsel sorunları tartışıp duruyoruz. Sanat tartışmasını yeterince yapamıyoruz. Sanat alanı paradigmanın gereğini yaparken her türlü örgütsel, kurumsal, yönetsel gerçekliği demokratik, özgürlükçü niteliğiyle aşmayı ve kendi alanında komünleşmeyi hedeflemezse öncü olamaz.

Sanat ruh kazandırır ve demokratikleştirir

Siyasetin veya örgütsel yapıların eleştiremediği, tartışamadığı veya derinliğine ele alamadığı her konuyu sanat alanı incelikli tarzda, estetize ederek çok güçlü değerlendirebilecek potansiyel ve role sahiptir.

Zihniyet ve vicdan devrimi özgür düşünce ve ruh işidir. Sanattan daha iyi hangi alan bunu yapabilir? Önder Apo “bir ulusun geçmişine ışık tutan veriler, o ulusun yarattığı destanların, söylencelerin, türkülerin, oyunların içinde yaşar” diyor. Demokratik ulus anlayışıyla kültürel değerlerimizi açığa çıkarmak kadar bunları çağdaş evrensel değerlerle buluşturmak sanatın en temel görevidir. Özgür düşünce ve ruh kazanmak kendini inkâr ederek asla olmaz; kendi kökleriyle buluşmayı gerektirir ama sadece geleneğin canlandırılması da yeni zihniyet ve ruh için yeterli olmaz. Demokratik çağdaş değerler vurgusu ve komün kavramı yeni sürecin yönünü tayin etmektedir. Ortak ruh, farklılıklara açıklık, kültürel zenginlik, ortak yaşam anlayışı gibi tanımlamalarla bunlar somut hale getirilebilir.

Sanat, özlemini duyduğumuz, hayalini kurduğumuz özgür yaşamı hem göstermeli hem de inşasında rol oynamalıdır. Halil Dağ: “Hayallerimle yaşıyorum, dehşet veren bir dünya ama hayallerimin orta yerindeyim!” demişti. Hayalleri gerçeğe dönüştürme mücadelesinde sanat dünyanın tüm dehşetine rağmen insana, topluma nefes aldırır. Toplum sanatla buluştukça duygu ve zihniyet dünyasında köklü değişimler yaşar.

Demokratikleşmeyi, komünleşmeyi ve tüm paradigmasal ölçüleri sanattan daha iyi neyle topluma taşırabiliriz? Eğer demokrasi sadece yönetim olayı olarak ele alınırsa sanat onun gölgesinde kalır; demokrasi bir yaşam tarzıdır ve sanat bunu inşa etmekten sorumludur.

Sanatı siyasetin basit bir uzantısı gibi görenler iktidar hastalığının gözleri perdeleyen, ruhu kurutan hastalığına yakalanmıştır. Siyasetten tamamen ayırmaya kalkanlar da düzenin pespaye propagandasıyla sahte özgürlüklerin dalgasına kapılmıştır. Demokrasi ve özgürlüğün sanatı kendi hedef ve ilkelerine sahiptir ama siyaset ve toplumdan kopuk olamaz. Ölçüsüz değildir ama kendini geleneksel kalıplarla sınırlandırmaz. Kimin ne dediğini dikkate alır ama kendisine engel yapmaz, kendi yolunu açar.

Kalıpçı veya yasakçı mantıkla daraltan, moralden düşüren, sınırlayan ve kendine göre dayatmalarda bulunan kim olursa olsun, nerden gelirse gelsin sanatın bunların hepsini sabırla, tahammülle, demokrasinin gücüyle ve en önemlisi de kendi rolünün farkındalığıyla aşma ısrarı olmalıdır.

Eleştirileri dikkate alan ama yılgınlık göstermeyen, pes etmeyen, geriye çekilmeyen bir özelliği vardır sanatın. Böyle değilse sanat ruhuna girilmemiş demektir. Herhangi bir işe benzemez; eleştirildi diye yıkılmaz, yasaklandı diye pes etmez, demokratikleştirir. Engelleme, sınırlandırma yaklaşımları içten-dıştan nereden gelirse gelsin sanat kendi başına demokratik bir isyandır; yaratıcılığına güvenir çünkü sanat paradigmanın kendisidir. Gücünü oradan alır ve paradigma adına mücadele eder. Yeni dönemi bu ruhla karşılayan sanat alanı demokratik toplum inşasında öncü olur; zihniyetten yaşam tarzına etkilemediği alan kalmaz.

Toplumsallaşmanın kanıtı; yeni eserler, yeni yüzler

Demokratik sosyalizm, demokratik toplum, komün gibi kavramların hepsi aynı anlama gelmektedir ve insanlaşma mücadelesinin özünü ifade etmektedir. Sanatımız bunu esas alıyor. Yeni paradigmanın sanatını yapacaksak reel sosyalist, ulus-devletçi, cinsiyetçi yaklaşımlar başta olmak üzere dinci, milliyetçi, bilimci, kapitalist-iktidarcı toplum ve toplumsallık karşıtı tüm etkilerden kendimizi arındırmamız gerekiyor. Hangi ölçülerin, hangi yaşamın duygusunu, ruhunu sanatımıza yansıtıyoruz? Bunları sorgulamak ve alternatifini geliştirmek için muazzam bir tecrübe ve birikim oluşmuştur. Nitel-nicel dönüşüm ve sıçrama yapma zamanıdır.

Eskilerin tecrübesine dayalı öncülük rolüyle yeni yeteneklere fırsat tanımak, salt merkezlere hapsolmayı aşarak, topluma yayılan demokratik komün anlayışıyla binlerce sanatçıyı açığa çıkarmak mümkündür. Yapılmıyorsa, geliştirilmiyorsa toplumdan, komün ruhundan uzaklaşma ve iktidar etkileri sorgulanmalıdır.

Sanat komünleri dışında özgürlüğün, demokrasinin, toplumun sanatı yapılamaz. Yeni sanatçılar da gelişemez. Üstelik günümüzde iktidara dayalı teknolojik olanaklar tüm sanat alanlarını ve sanatçıları korkunç bir baskı altına almış, özgür sanata nefes aldırmamak için sistem tekelciliği geliştirilmiştir. Toplumsallığın dağıtılması, reflekslerin yok edilmesi, yabancılaşma “sanat” eliyle gerçekleştiriliyor. Buna karşı dayandığımız toplumsal öz direngendir ve günümüzün iletişim ve teknik koşullarında sanatın kendine has avantajları da vardır. Fakat her şeyden önce belirleyici olan komün anlayışıdır. Komün olmayan her şeyde bir yapaylık ve yüzeysellik vardır.

Sanat içeriği, niteliği, sanat akademisi, organizasyonu, faaliyetlerin tümü komün bilinci ve anlayışıyla oluşturulduğunda kapitalizm ve kültür emperyalizminin tüm saldırıları karşısında başarılı olunabilir.

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu