Aktüel Yorum

Ortak gündem ve mücadele

Bir Asliye cinsinden mahkeme CHP İstanbul İl Kongresini geçersiz ilan etti ve kongrede seçilen yönetimi de, onları seçen delegeleri de görevlerinden aldı. Alır almaz, Ankara’daki benzer mahkeme CHP Büyük Kurultayı’nı “mutlak butlan” diyerek iptal etmek üzere İstanbul mahkemesinin aldığı kararın hemen kendisine iletilmesini istedi.

15 Eylül’de CHP’nin hukuki girişimleri sonuç vermezse Özgür Özel yönetimi işten el çektirilecek.

Gördüğüm kadarıyla bizim yazarlarımız, gözümden kaçmadıysa Ertuğrul Kürkçü dışında bu gelişmelere dair tek bir yazı kaleme almadılar. Sanıyorum “bizim gündemimizde yok” diye düşünmekteler.

Gerçi DEM Parti kısa bir açıklama yaptı, Tuncer Bakırhan da konuya ilişkin, özellikle Özgür Özel’in tüm baskılara rağmen Komisyon’dan çekilmemekte direnmesine önemli vurgularda bulundu.

Şimdilik medyamızda ve siyasi hayatımızda durum böyle.

CHP’ye yönelik yargı sopasıyla yürütülen yıkıcı baskı “bizim gündemimizi” doğrudan ilgilendiriyor. Çünkü bu gelişmeler, örneğin Financial Times gazetesinde Howart Eissenstat’ın dediği gibi rejim Türkiye’yi “seçimli otoriterlikten açık diktatörlüğe hızla taşıyor.”

Demek ki konu sistem içi iki parti arasında bir savaş değil. O halde hiç birimiz “gündemimiz değil” diyerek bu gelişmelere gözlerimizi yumamayız.

Zaman zaman yazıyorum, Üçüncü Dünya Savaşı içindeyiz. ABD, İsrail ve İngiltere Ortadoğu’da inisiyatifi ele aldı, son darbeyi İran’a indirmeye hazırlanıyor. Olgular gösteriyor ki, İran rejimi teslim olmadığı takdirde, bu darbenin “kara harekatında” Türkiye ve Azerbaycan küresel güçler için harekete hazırlanması gereken iki ülke. Derin bir ekonomik, toplumsal ve politik kriz içindeki Türk devleti, böyle bir görevi demokrasiyi bıraktım, şimdiki “seçimli, muhalefetli otoriter” rejimle bile üstlenemez. Savaş böyle bir ülkede demokrasinin en son kırıntılarını bile yok eden faşist bir diktatörlüğü neredeyse olmazsa olmaz şart haline getiriyor. Eğer Erdoğan-Bahçeli yönetimi NATO’ya böyle bir savaşta rol oynama sözünü, tıpkı Erdoğan’ın Irak’ın işgaliyle ilgili ABD’ye verdiği söz gibi, verdiği gün, ABD Bahçeli’nin sözünü ettiği Türk devletinin Rojava’ya Şam’la birlikte askeri harekatına “rüşvet” kabilinden göz yumar.

CHP Büyük Kurultayı 15 Eylül günü iptal edildiği zaman, işte bu savaş yolunda Türkiye açık diktatörlüğe adım atmış olacak.

CHP yüz küsur yıllık tarihinde, kimi sürtüşmeler dışında kendisinin kurduğu devletle ilk defa karşı karşıya gelmenin eşiğindedir. Özgür Özel Asliye mahkemesinin tayin ettiği kayyumu İl Binasına sokmayacaklarını, daha önemlisi eğer 15 Eylül’de mahkemeden mutlak butlan kararı çıkarsa, Türkiye çapında yapılacak mitinglerde “alanı terketmeyeceklerini” ilan etti.

İl Yönetimine tayin edilen heyetin başı Tekin, bu pazartesi günü İl Binasına gireceğini açıkladığına ve Adalet Bakanı İstanbul mahkemesinde alınan kararın Ankara mahkemesindeki kararı “etkileyeceğini” söyleyerek mahkeme üstünde baskı yaptığına göre CHP ya devlet kolluk güçlerine karşı direnecek ya da geri çekilerek ağır bir yenilgi alacak.

Birinci şıkkın gerçekleşmesi Türkiye’yi, ancak tüm muhalefetin de direnişe katılmasıyla yeni bir demokratik mücadele aşamasına taşıyacak, başarıldığı durumda Başkan Apo’nun öncülüğündeki sürecin önü ardına kadar açılacak, başarılamadığı durumda ise CHP’nin başına geçecek olan Kılıçdaroğlu, müfrit ulusalcı klik ve Ergenekon yönetimi TBMM Komisyonundan çekilecek ve “barış ve demokratik toplum süreci” çökecek.

Bunun anlamı açıktır: Kılıçdaroğlu’nun yönetiminde CHP “açık diktatörlük” koalisyonunda Rojava’ya, içeride Kürt halkının tüm kazanımlarına karşıtlık temelinde yer alacak.

Bir parantez açmalıyım: Böyle bir gelişme Erdoğan ve AKP’nin de devre dışı kalmasına yol açabilir. Erdoğan gibi bir kişiliğe “norm dışı ve içi” devlet bugüne kadar “seçmen tabanı” nedeniyle tahammül etti. Açık diktatörlükte böyle bir kişiliğin devlete hiçbir yararı olmaz. Sırada bekleyen, rastgele söyleyecek olursam, Hakan Fidanlar, Süleyman Soylular, ismini bilmediğim kimbilir kimler var.

Bütün bu gelişmeler gündemimizin merkezindedir diye düşünüyorum. Farkında olalım olmayalım, bu gelişmeler Başkan Apo’nun Türkiye’ye tanıdığı son şansı yok edecek bir düzeye tırmanmıştır.

Bunu yeterince bilince çıkarmasak da, bilelim ki, böyle bir karamsar tahmin gerçekleştiği gün, Başkan Apo tam da özgürlüğe adım atacakken İmralı Zindanı’nda “yalnızlığa” mahkum edilecektir. Başkan Apo, bunun bilincindedir, bilincinde olduğu gibi sürecin tüm risklerinin sorumluluğunu yüklendiğini tarihi açıklamasında ilk günden açıklamıştır.

CHP’ye yönelik saldırının stratejik amacı “açık diktatörlük”tür. Taktik amacı ise CHP’yle Dem Parti arasında ittifak ihtimalini bertaraf etmek, CHP’nin TBMM Komisyonundan çekilmesini sağlamak, bu yolla Dem Parti’yi yalnızlaştırmak ve onun direniş gücünü kırmaktır.

Sonuç olarak eğer CHP geri adım atmaz, mitinglerinde topladığı milyonları demokrasi mücadelesine seferber etmeyi başarırsa, hepimiz bu direniş karşısında ne yapacağımızı düşünmek zorundayız.

Öyle uzun uzadıya değil, çünkü 15 Eylül’e sadece on gün kaldı.

İlk işimiz ise, İmralı Adası’nın üstündeki kara bulutları dağıtmak için Barış ve Demokratik toplum sürecine karşı yapılan sabotaja karşı çıkmak ve Başkan Apo’nun özgürlüğünü, her zamankinden gür sesle ve eylemli olarak haykırmaktır.

Mücadele dışında kalmak, bütün yükü DEM Parti’nin sınırlı sayıdaki yöneticilerine, üç kişilik İmralı’yla görüşme heyetine ve beş kişilik TBMM Komisyon üyesine, daha önemlisi esaret altındaki Başkan Apo’ya yüklemek, on gün sonra “hazırlıksız” yakalanmamıza sebep olacaktır. Başkan Apo’nun kaygı ve şüpheler içinde “bekleyişe” karşı, “örgütlenin” uyarısını unutmayalım.

Artık “onların ve bizim gündemimiz” yok, geleceğin “ortak vatanının” ve “demokratik ulusunun” ortak gündemi var.

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu