Aktüel Yorum

Organize Suç Örgütü Bir Devlet

Uzun zamandır yazmıyordum. Kalem de paslanıyor böyle durumlarda, ayrılıklarda paslanan yürekler gibi sesleniyor dost bildiklerin: “Hani her daim birlikte olacaktık?” Ve kulaklarını okşuyor yüreğini mengenelerde sıkarken o muhteşem fısıltı: “Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm!” Sen yine de “ayrılıktan zor belleme ölümü! Mihriban”

Siteminde kalem haklı, öpüp koklamadığım kâğıt haklı! Gurbette bıraktığım sözcükler, dost yüzlerde okuduğum gülücüklerde şekilleniyor ve “hadi!” diyor, yeniden bir “merhaba” çek, elini kalbinin üzerine koyarak. Sungurlu’yu ziyaret et önce, ananın, babanın, ablanın, eniştelerin, yeğenlerin ve dostların mezarlarına yüreğinde beslediğin çiçeklerden serpiştir, onları rahatsız etmeden. Sonra Ayvalık’a git Galip babayı bul, birer kadeh tokuştur kabri başında, iki damla gözyaşı, “yarasın!”, “bununla balık çok güzel gider, dur yarım saatte hazırlarım!” … Ve Sarıkamış’ı Kars’ı da unutma sakın.

Uzun zamandır yazmıyordum, ama çok yoğun çalıştım. Kendi tarihimin bütün belgelerini yayınlamakla meşgulüm. Biraz da kaçmak gibi bir şey belki bu kendi gerçekliğimden: “Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm!”

***

Kendi yaşamıma kendim karar verdim ve kararlarımın sonuçlarına kimseyi katmadım, zarar görmesinler diye benim kararlarımın sonuçlarından. Kendi kaderimi kendim yazdım, ne Allaha inandım, ne puta taptım. İlyas babamdan öğrendiğim bir ahlakım, Galip babadan aldığım eğitim ve öğütlerim ve kendimce biçimlediğim bir duruşum oldu yaşamımda her zaman. Birkaç kez tutuklandım, hapis yattım Türkiye’de, Suriye’de bir zaman, işkence gördüm, çok kez ölümle yüzleştim… 11 Muhaberat sınırda bastırdı gece vakti, tam “Suriye’ye geçtik artık” dediğimiz bir anda, 11 kleşinle taradılar, kıl payı döndük yaşama.  Ama sürgün, “yaşam” olmayan başka bir yaşamın adıdır. Neşet Ertaş bozlağı, Karac’oğlan’dan alır sözü ve kendi toprağında, ağaç görmez ot bitmez kırlıkları çınlatır:

“Üç şey vardır bu dünyada çekilmez / Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm!”

Ozan doğru söylemiş, ne ölüm ne yoksulluk dert değil de, o inancım olmasa dayanmak mümkün değil bilirim ayrılığa. Ve ne zaman efkar bassa, ne zaman aşkı bulsam amaçta, ne zaman yüreğim silah olsa, o zaman koşar gelir Ruhi Su, elinde sazı, kocaman bir ses ve dağları çınlatan avazı: “Gelir günler gelir, hesap sorulur!”

*****

Bu film onlarca kez tekrar etti, yüzlerce kez seyredildi, ama ne cellat bıktı öldürmekten, ne biz korktuk ölmekten. “Başın öne eğilmesin/ Aldırma gönül aldırma” diye haykırırken Sabahattin Ali’yi yaşatırız yüreklerimizde bugün bile saygıyla. Sabahattin Ali’nin şiirleri şarkılaştırılmıştır, kitapları klasiktir. Ve onun kafasını taşla parçalayarak 2 Nisan 1948’de yaşamına son veren kişinin adını ancak Google gibi çağdaş teknolojinin arama motorlarından bularak öğrenebilirsiniz. Ama katil belli: MAH (yani yeni adıyla MİT).

Biliyoruz, Avrupa’da Türkiyeli muhaliflere yönelik saldırıların sahibi, yani Paris’te, 13 Ocak 2013’de, bir dernek odasında katledilen üç Kürt kadın yoldaşımızın (Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in) yaşamına son veren kişiyi kimse tanımaz. Ama katil aynı isim: MİT (yani eski adıyla MAH).

İşte kirli bir tarihin dünü bugünü.

*****

Deniz Poyraz. Ne güzel isim. Ogün annesinin iş yerine, annesinin yerine çalışmak için gidiyor. İzmir Konak’da HDP İl Başkanlığı binası. 24 Haziran 2021. Her taraf polis dolu, ama kanlı Türk bayrağının önünde parmaklarıyla yaptığı kurt işareti ve silahıyla resim çektiren bir faşist, polislerin gözünün içine baka baka üç silahla binaya giriyor ve Deniz’i katlediyor.

Sıradan bir gösteride bile göstericileri kelepçeleyerek gözaltına götüren polis, Deniz’in üç silahlı katilini kelepçelemeden götürüyor…

*****

12 Eylül sonrası 34 yıl yasal yollarla giremediğim ülkeme ilk kez 2015 Mart sonunda yasal olarak gidebilmiştim. 7 Haziran 2015 seçimlerinde HDP saflarında Adana’da aktif olarak görev üstlendim. Şimdi zorlamaya gerek kalmadan hatırlayalım: 7 Haziran 2015 seçimlerinden birkaç hafta önce (18 Mayıs 2015), Adana ve Mersin HDP il binalarında,  eş zamanlı ayarlanmış iki bomba faili belli eller tarafından patlatılmıştı. Adana ve Mersin’de günlük seçim çalışmalarının programlanması her gün sabah 10:00’da HDP il yönetimi sorumluları, HDP vekil adayları ve diğer sorumluların katılımıyla gerçekleştiriliyordu. Adana o günkü toplantısını 1 saat ileriye ertelemişti. Bu nedenle kargoyla iletilen bomba toplantının yapılacağı odaya konuldu. Ve toplantının 1 saat sonraya ertelenmesi nedeniyle şans eseri bombalar boş odada patladı. Biri ağır üç kişi yaralandı.

Adana’da seçim çalışmalarına ben de HDP adayımız Rıdvan Turan’la birlikte katılıyordum. Eğer tesadüfen toplantımız 1 saat kadar ertelenmiş olmasaydı, belki de birçok yoldaşımla birlikte bugün yaşıyor olmayacaktım.

Mersin’de ise bir saksı içerisine yerleştirilmiş ve toplantı saatine göre ayarlanmış bomba, “odadaki çiçek çokluğu nedeniyle” balkona konulmuştu. Ve saat 10:00’u az geçe iki kentte de aynı saatte bombalar patladı. Şans eseri birkaç yaralı ve ağır yaralı dışında ölüm olmadı.

*****

Hatırlayalım, 2015 seçimine birkaç gün kala Demirtaş’ın Diyarbakır’da yapılan seçim mitinginde de Kürt halkının sağduyusuyla sakinleştirilen öfkeli kitleler, alana yerleştirilmiş olan bombanın patlamasına rağmen büyük bir katliamdan kıl payı kurtulmuşlardı.

Hatırlayalım, danışmanlığını yaptığım HDP milletvekili Rıdvan Turan’ın beni koruma amaçlı olarak izin vermemesi nedeniyle katılamadığım “Barış Yürüyüşü”nde devlet düzenekli bombalı saldırıyla 100 kişinin öldürüldüğü ve faili meçhul olmayan Ankara Gar Katliamı. Ve rerede bir halay grubu görse katılmaktan kendini asla alıkoyamayan Metin Ayçiçek’e, Barış Yürüyüşü’ne katılma iznini verseydi, belki ben de halay çeken grubun içinde bugün yaşıyor olmayacaktım.

Hatırlayalım, devlet düzenekli bombalarla 34 kişinin öldürüldüğü “faili meçhul” olmayan Suruç katliamı…

Hatırlayalım, yasal bir parti olan HDP’nin Ankara Genel Merkez Binası’nın yakılması ve içerisindeki HDP’lilerin öldürülme teşebbüsleri…

Hepsi bildik devlet üretimi, ve hepsi halkımızın gözleri önünde gerçekleşiyor.

*****

Deniz Poyraz İzmir-Konak’da, annesinin yerine çalışmak için geldiği HDP İl Binasında bir faşist tarafından katledildi. Katliam yerine gelen anne “Başımızı eğmeyeceğiz!” diye slogan atıyordu.

Hatırlayın, 1972 Mayıs’ında darağacı altına getirilen yoldaşımız Deniz, Yusuf ve Hüseyin de “başımızı eğmeyeceğiz” demişleri… Kızıldere’de katledilen 10 yoldaşım da “başımızı eğmeyeceğiz” demişlerdi. 80 Ekim’’inde idam sehpasında bu sistemi lanetleyen ve kendi sandalyesini tekmeleyen yoldaşım Necdet Adalı da başını eğmedi.

Denizlerin ölmediğini gördük. Denizlerin ölmeyeceğini hepimiz gördük. İnsanın insana zulmü ve insanın insanı sömürüsü devam ettikçe Denizler bir poyraz gibi esecektir bu ülkenin zalimlerinin üzerinde.

Günümüzde şerefini onurunu üç kuruşa satmış, adını anarken bile tiksinmeden anamadığımız Süleyman Soysuz gibi birinin içişleri bakanlığı yaptığı bir ülkede, insan onuru için verilen bu kavgadan kaçan da ya Süleyman gibi soysuzdur ya Erdoğan gibi hırsızdır.

*****

Kimliğinin meslek hanesinde “hırsız, gaspçı, sahtekâr, katil, tecavüzcü, pedofil, sapık” gibi onlarca tanımın yer aldığı bir iktidar çetesini başımızdan eksik etmeyen halkımız da bu suçun ortağıdır. Gözünün önünde para sayma makinalarını, ayakkabı kutularında dolar olarak dağıtılan rüşvetleri, sabahlara kadar ancak boşaltılabilen kasaları izlemesine rağmen bu iktidara oyunu veren halkımızın da “temiz olduğunu” söylemek mümkün değildir.

Tayyip Aile Şirketi’nin tek başına devlet olduğu bu ülkede, zenginlere uyuşturucu ve seks partileri düzenleyebilen yasal TV kanallı sapık Adnan’ın hem “Hoca” hem “Mehdi” olarak tanımlanabildiği ve buna rağmen hiçbir Müslüman tarafından “din elden gidiyor!” diye bağırarak saldırıya uğramadığı bir ülkede rahat mısınız?

Kız çocuklarının okula gitmesinin cehennemlik günah olduğuna kadar birçok deli saçması iddiaların sahibi Cüppeli Ahmet soytarısının bu ülkede koskoca bir cemaate sahip olmasını rahatlıkla kabul edebiliyor musunuz?

“Öz kızını öperken şehvet duymanın nikâha etkisi olur mu” sorusunu yanıtlayan Türk Şeyh-ül İslam’ı Diyanet İşleri Başkanı’nın verdiği yanıt; bütün bu sapıklıkları özetleyen bir yanıt değil midir? “Babanın şehvetle kızını öpmesi ya da şehvetle ona sarılmasının nikâha bir etkisi yoktur” diye yanıtlayan pedafoli sapkını bu aşağılık din tacirini taşlamadığınız için hiç utanmadınız mı?

Karısı tarafından koruma polisleri yardımıyla kocası “bakan” Berat’ı bir başka kadınla bir teknede “uygunsuz bir ilişkide” bastıran (cumhurbaşkanı danışmanlarından biri olan) gelinin babası Tayyip ise, bu ülkeyi hangi şirkete benzetebilirsiniz acaba?

Tayyip’in karısı “porsiyonlarınızı küçültün” derken, (saray masrafları muaf olmak üzere) tasarruf yasası çıkaran bir Cumhurbaşkanı’nın kimliğini hangi akılla izanla açıklayabilirsiniz?

*****

Daha sık yazacağım artık, kendime psikolojik olarak katkım olsun diye. Çünkü 40 yıldır yazıyorum ama belli ki bu halkı uyarabilecek bir şeyler bulamadım. Şimdi anlıyorum: Tabiiki böyle bir ülkede, bizdeki gibi bir ana muhalefet partisi olunca, her türlü pislik güvence altına alınmış olur. Genel başkanının otel odalarında yaptığı seks partilerinin düzenleyicisi, iktidar partisinin muhalefette çalışan kolu ise, al birini vur ötekine demekten öteye bir şey kalmıyor.

Sorun kimin kiminle ilişki kurduğu değil, bu ilişkiyi sürdürebilmek için uyguladığı yöntemlerdedir aslında.

*****

Ve halkımız ayrıntısını bildikleri bu iktidar ve muhalefet ittifakını 20 yıldır sürdürmektedir. Ve ne zaman, Karaman’da Ensar Vakfı’nda 45 çocuğun (Müslüman) hocaları tarafından taciz-tecavüze uğramalarına ilişkin açıklamasında (İslamcı hükümetimizin) Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu’nun “bir kereden tecavüz olmaz”, “(İslami bir kurumda) buna bir kere rastlanmış olması, hizmetleri ile ön plana çıkmış bir (İslami) kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz” diyebilen (İslamcı) kadın bakanı yuhalamayan, yüzüne tükürmeyen, görünce kusmayan insan tipinin çoğunluk olduğu bir ülke, asla temiz bir ülke olamaz! Ahlaki olarak dibin dibine vurmuş, zihinsel olarak kapkaranlık, ruhsal olarak kirli bir ülkedir. Ve varlığını kabul etmek zor olsa da, 20 yıldır böylesi ahlak yoksunu bir iktidarı devam ettirebilen bir halkın büyük çoğunluğu kirlidir.

Hep Marks’ın o sözü gelir aklıma ve halkımın ahlakına ilişkin umutlarım kırılır: “Her toplum, layık olduğu yönetimle yönetilir!”

*****

BİR MÜJDE: Bu ülkede Saray erkanından başlayıp parlamentonun yarısından fazlasını sarmış olan onca hırsızlık, yolsuzluk, gasp, servetin üzerine çökme, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı, kadına tecavüz, görevi suiistimal, muhalif gazetecilerin şiddete maruz kalması, yasalara aykırı olarak SADAT gibi sivil silahlı güç oluşturma, sahte darbe girişimleriyle 300’e yakın kişinin ölümüne neden olmak; Organize Suç Örgütü Lideri Mehmet Ağar’ın oğlu olan milletvekili Tolga Ağar’ın Kazakistanlı bir gazeteci genç kıza tecavüz edip ölümüne neden olmasına rağmen suçun üstünün kapatılması vb. devlet suçu Sedat Peker tarafından kanıtlarıyla açıklanmasına rağmen Tayyip-Soysuz çetesinden tık çıkmadığı; tek bir operasyon yapılmadığı; tek bir kişinin tutuklanmadığı günümüz koşullarında nihayet suçlu bulundu.

Kamu Adına Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Terör Suçları Soruşturma Bürosu’nun yaptığı araştırma raporunu delil sayarak, T.C.Türk Milleti adına Ceza Muhakemesi’ne ve hüküm vermeye görevli ve yetkili Ankara (20.) Ağır Ceza Mahkemesi’nde İsmail Metin AYÇİÇEK hakkında dava açılmıştır.

DAVACI: Kamu Adına Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı.

ŞÜPHELİ: İsmail Metin Ayçiçek, İlyas Oğlu Günnaz’dan olma…

SUÇ: Terör Örgütü Propagandası Yapmak (Şubat-2015 / Ekim 2016 arasında gazetelerde yayınlanan 17 yazım ve suç kaynağı olarak gösterilmiş.)

SEVK MADDESİ: 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 43/1 ve 53/1(2 kez) maddeleri.

Bu savcı salakasına söyleyecek tek sözüm var: Beni hapsedebilirsiniz, köpekleriniz ısırabilir vb. Ama “Türk” milleti adına yargılayamazsınız. Çünkü millet adına yaptığınız katliamlar o güzel toprakları halklar mezarlığına dönüştürdü. Uyuşturucu satışını da, kitlesel katliamları da, soygun ve cinsel saldırıları da her zaman kapsamı sizinle başlayıp sizinle biten bayrak, millet, devlet adına yaptınız.

Beni ancak gerçekten de Türkiye Halkları’nı temsil edebilen mahkemeler yargılayabilir. Siz yargılayamazsınız, sadece cezalandırırsınız.

İkincisi ben “sözü edilen suçun” ŞÜPHELİsi değilim, onurlu bir FAİLiyim. Dün olduğu gibi bugün de yazdığım bütün yazıları, yaptığım konuşmaları, savcıların karşı çıktığı her satırı, her sözcüğü sonuna kadar savunuyorum. Ne Tayyip ve sülalesi gibi hırsız, ne Sülü ve hempaları gibi soysuz olmadım.

Siz tarihin çürümüş olan yanı, lağımın üreticisi bile değil, lağım farelerisiniz. Biz lağımı bütün sonuçlarıyla insanlık tarihinden silmeye kararlı onurlu temizlik işçileriyiz.

Asla unutma ey  Bevvâl-i çâh-ı zemzem: (Zemzem Kuyusuna İşeyen Adam)

Bizim tarihimiz zulme karşı isyanların tarihidir. Spartaküs’den gelir, Pir Sultan’da dillenir, Denizlerle Mahirlerle yeşillenir, İbrahim’le kardeş olur halklarla, Mazlum’larla, Mahsum’larla Kemal’lerle bir’lenir.

Asla unutma ey  Bevvâl-i çâh-ı zemzem:

“ Kadılar, müftüler fetva yazarsa  /  İşte boynum, işte kement asarsa / İşte hançer, işte kellem keserse / Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan! ”

Haydi bakalım! Sizden korkan, sizin gibi şerefsiz olsun!

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Reklamı engelleyerek iyi yapmışın, yazıya odaklanmakta fayda var.