Servet Ziya Çoraklı´nın ölüm yıldönümü yaklaşırken (29 Aralık 2009)… Suat Bozkuş´un kaleme aldığı yazıyı yazımlamak istiyoruz anısına.
Servet Ziya Çoraklı´ölüm yıldönümü yaklaşırken… 10 ocak 2010 tarihinde Suat Bozkuşun kaleme aldığı yazıyı yazımlamak istiyoruz. |
10 Ocak 2010 | ||
|
||
Servet Ziya daha lise sıralarında yani çocuk yaşta iken komünistlik suçuyla sürgün edilmiş (Ne yazık ki o hayata veda ederken ülkesinde hala çocuklar vuruluyor, işkence görüyor ve zindanlara tıkılıyor). Ömrü boyunca da bu ‘suç’una onurla sahip çıkmıştır. Bu ‘suç’ onun kimliği ve onuru olmuştur.
1970’lerden beri şiirler yazdı, şiir kitapları yayınlandı ve birçok şiir-edebiyat etkinliğine katılmıştır. Bu nedenle sanat çevrelerinde ve basında şair Servet Ziya Çoraklı olarak bilinir. Şiirlerinden bazıları Sıddık Doğan, Alper Öktem ve Fuat Saka gibi sanatçılar tarafından bestelendi. Şiirlerini ve şairliğini değerlendirmeyi sanat-edebiyat eleştirmenlerine bırakıyorum. Zaten bunu hakkıyla yapanlar var. Ama şunu kesinlikle söylemeliyim ki, o doğuştan şair ruhluydu. Yıllar geçti ama küçücük bir çocuk saflığı, heyecanı ve coşkusu değişmedi. Kalbi eminim ki, son ana kadar bir çocuk gibi tertemiz sevgiyle çarptı. Hayatından bazı çizgiler aktarayım ki onu tanımayan okuyucular kendisi karar versin. Liseden komünist Servet Ziya kuşağının devrimci rüzgarıyla bütünleşmekte vakit kaybetmez. Herhalde onu en çok yaralayan olaylardan birisi de yakın arkadaşı ve yoldaşı olan TÖB-DER İstanbul Şube Başkanı Celal Çelik’in katledilmesidir. Ama bu saldırılar geri adım atmasına değil, tam tersine mücadeleye daha da yoğunlaşmasına neden olur. Çok sevdiği öğrencilerini ve mesleğini bırakıp zamanını tamamen devrimci mücadeleye ayırır. O artık her yaştan her meslekten devrimcinin ‘hocası’dır. Herhalde adını söyleyen kimse çok azdır. Herkes ona ‘hocam’ derdi. TSİP ve TKP(B) örgütlerinde üyelikten başlayıp merkez komiteye kadar değişik organlarda görev alır. Sanatçı arkadaşlarıyla birlikte İstanbul Sinematek yönetimine seçilir. O zamana kadar seçkin-aydın sinemaseverlerin bir kulübü durumunda olan Sinematek artık kapılarını halka açar. Sendikalara, grevci işçilere, gecekondu halkına ve gençlere çok ucuza, bazen de parasız toplu gösteriler yapılır. Herhalde Sinametek olmasaydı o tarihlerde İstanbul’da yaşayan birçok yoksul-emekçi dünya klasiklerini hiç göremeyecekti. Sinematek kantini de devrimcilerin uğrak yeriydi. Ortada kalmış birçok devrimci orada barınmıştır. Bu nedenlerle Sıraselvilerdeki Sinematek birçok kez polisin baskınına uğradı. Bu mücadele içinde onu ve eşini en çok yaralayan herhalde biricik kızları UMUT’un amansız hastalığı oldu. Tam da bunun üstüne 12 Eylül faşizmi gelince hem kaçaklık hem parasızlıkla boğuşa boğuşa Servet Ziya kızı UMUT’u kaybetti. Ama devrime ve devrimci mücadeleye olan UMUT’u hiç azalmadı. 1981 sonlarında iyice bastıran polis operasyonlarından sonra örgüt kararıyla sürgün dönemi başladı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Hatay’dan sınırı yürüyerek geçip Şam’a ulaştılar. Oradan da bir yıl sonra Berlin’e… Açlık ve yokluklar içinde sürgün macerası başladı. Parti ve devrimci çevrelerdeki emekçilerin sahiplenmesiyle mücadeleyi sürdürdü. Ülkede 12 Eylül’e karşı kıpırdanmalar başlıyordu. O da mülteciliğe son deyip 85-86’da ülkeye geri döndü. Mücadeleye atıldı. O zaman basında çok meşhur olan Türk-İş İzmir mitinginde işçilere şekerli bildiri eyleminin içindedir. Yoğun polis önlemleri bildirilerin şeker gibi ambalajlanmasıyla aşılmıştır. Bu mücadele dönemi bir operasyonda yakalanmasıyla sona erer. Artık mücadelesi işkencede, zindanda sürecektir. Aydın cezaevinde iken yapılan jandarma operasyonunda koğuşa giren subayın “İşte hoca bu!” demesiyle zamlı tarifeye maruz kalır. Zindan yılları biter bitmez İstanbul’a gelip Hedef dergisinin yayınlanmasında görev aldı. Devir Türkiye ve Kuzey Kürdistan devriydi. DGM savcıları “Bu dergide K harfi görmek istemiyorum. Size ne Kürtlerden? Ne yazarsanız yazın karışmam ama K harfi gördüm mü sizi yakarım” diyordu ve yaktı da… Her sorun çözülüp dergi basılsa da dağıtıma girmeden toplatılıyordu. Parti kongresi nedeniyle yeniden yurtdışına çıkan Servet Ziya için bu ikinci mültecilik dönemi oldu. Bu defa Hamburg’a yerleşti. Son nefesini verene kadar da orada yaşadı. Hem şiirlerine hem de devrimci mücadelesine orada devam etti. Bir kaç anı: Bostancı’da 88-89 yılları olması gerekir. O Aydın cezaevinden yeni çıkmıştı. Ben de yurtdışından dönmüştüm, ama kaçaktım. İstanbul’da bir kaç defa buluşup konuştuk. Hasret giderdik. Ama yetmedi, ikimizi de kesmedi. Bana “illa bir akşam gel beraber yemek yiyelim” dedi. Ben “Yoldaş sen daha yeni çıktın. Ben de aranıyorum. İkimiz birden kodesi boylamayalım” falan dedimse de çok ısrar etti. Ben de kıramadım. Bizi Bostancı’da güzel bir restorana götürdü. O zaman meşhur olan bazı sanatçılar da oradaydı. Biz kenarda boş bir masa bulup yerleştik. Benim sırtım kapıya dönüktü. O kapıyı görüyordu. Yemekleri ısmarlayıp rakıyı yudumlamaya ve sohbete başlamıştık. İkimizin de neşesi yerindeydi. Birden hocanın”Anaaaaaaaaaa, bu ne laan?” derken yüzünün donup kaldığını gördüm. Ben “Ne oldu hoca?” derken başımı kapıya çevirince kapıdan girmeye başlayan onlarca resmi polisi gördüm. Yapacak hiç bir şeyimiz yoktu. “Boş ver, olan oldu” dedim. Biz tabii ki bizim için geldiklerini düşündük ama bir kaç saniyelik tereddütten sonra hiç bir şey olmamış gibi kadehlerimizi tokuşturmaya devam ettik. Meğersem ekipler normal kontrol yapıyorlarmış. Herkese kimlikleri çıkarmasını söylediler. Zaten herkesin kimliği vardı. Benimkisi sahteydi ama onu da fark eden olmadı. O kendi kuşağının hem prototipi hem de istisnasıydı. Tartışmasız devrimci ruhu da şair ruhu kadar güçlüydü. Devrimci mücadelenin her alanında bulundu. Bazen biraz önde bazen biraz arkada, bazen yer altında bazen açıkta olsa da hep yanımızda ve içimizdeydi. Son anına kadar siyasi gelişmeleri takip etmeye, DBH dahil yeni gelişmeleri değerlendirmeye çabalamıştır. Bir yoldaşı onu tanımlarken, “O gerçek bir komünistti” dedi. İşçilerle işçi, Kürtlerle Kürt, Ermenilerle Ermeni, kadınlarla kadın, Alevilerle Alevi idi. Yani bütün ezilenlerle birlikte olmak, onların mücadelesinde yer almak onun göreviydi. Bu nedenle herkes onu kendisinden sayar. Zaten onu son yolculuğuna uğurlayan kitlenin bileşimi bu sözlere bile gerek bırakmıyor. O önümüzdeydi, yanımızdaydı, arkamızdaydı. suatbozkus@hotmail.com
|