‘DAD’ siyasi literatürde ‘direnç’ demektir…
“Yazmak benim için bir direnişe dönüştü artık. Yazmasam hayatta olduğuma kendimi ikna edemeyeceğim sanki. Yazabildiğim sürece varım, varsam yazmalıyım. Mektup, makale, şiir, öykü, roman, şarkı… Yeter ki yazmak olsun.” (Selahattin Demirtaş, DAD, Dipnot Yayınları, 2023.)
Selahattin Demirtaş yaklaşık yedi yıldır cezaevinde. Anayasaya aykırı olan ve bu açık aykırılığı herkesin bilip kabul ettiği bir anayasa değişikliğiyle dokunulmazlıklar ‘bir kereye mahsus’ kaldırıldı ve Demirtaş çok sayıda partiliyle birlikte cezaevine girdi. Söz konusu anayasa değişikliği anayasa tarihimizin yüz kızartıcı işlerinden biriydi. Neyse ki fazla insanın yüzü kızarmadı.
Demirtaş’ın bunca zaman neden cezaevinde olduğunu bilmeyen yok. Bilenler içinde dile getiren, az. “Seni başkan yaptıracağız” demiş olsaydı yıllarını orada geçirmeyecek, dört başı mamur bir yaşam sürecekti. “Yaptırmayacağız” dedi ve bedelini ödedi, ödüyor. Ayrıca Demirtaş, şu devirde ‘dışarıda’ olması uygun kaçmayacak kadar yetenekli bir siyasetçi.
Altı küsur yıldır, 12 metrekarelik hücresinden yazıp çiziyor, sesini duyuruyor, sosyal medya hesabını son derece aktif kullanıyor, seçmenine yön veriyor, bana kalırsa partisinin oyunu korumasına da epey katkı sunuyor. Dışarıdaki pek çok siyasetçiden daha doğru değerlendirdiğini düşünüyorum olup biteni, ülkenin halini, özellikle gençlerin ve kadınların yaşadıklarını.
Seher, Devran, Leylan, Efsun… Son olarak DAD adlı hikâye kitabı çıktı o hücreden. Edirne’den bunca işe nasıl yetişiyor diye merak ediyorum doğrusu, yalnızca sosyal medyada değil, köşe yazıyor, sorulara yanıt veriyor, akademisyenlere soru yöneltiyor, ittifak görüşmelerine müdahil oluyor. Çok da seviliyor. İçten, kardeşçe ve yoldaşça bir sevgi bu.
Yıllar önce, 2014 cumhurbaşkanlığı seçimi ardından, Radikal gazetesinden Ezgi Başaran’la söyleşisindeki bazı yorumlarını eleştiren bir yazı kaleme aldığımda karşılaştığım tepkileri hatırlıyorum. Bir kısmı hazımsızlıktan kaynaklansa da gençlerin büyük bir kısmı ailelerinden birine söz söylemişim, yakınlarına haksızlık etmişim gibi kızmıştı. Örneğin Kürt öğrencilerimden biri hakkımda zehir zemberek bir şeyler yazmıştı ve özellikle Kürt gençlerin Demirtaş’a muhabbetini o günlerde fark etmiştim. Öfkeli öğrenciyle çay içip barıştık bir-iki gün sonra!
Demirtaş’ın yalnızca HDP’liler safında değil, daha geniş bir kitlede sevgi ve saygı uyandırdığına kuşku yok. Hak edilmiş bir saygı bu, iyi niyetin, disiplinli bir çalışmanın, pes etmemenin karşılığı. Yazıp çizdikleri ancak disiplinle mümkün, bu nedenle disiplinin altını özellikle çizme ihtiyacı hissettim. İnatçı da. DAD’ın sonunda, yukarıda alıntıladığım satırların hemen ardından yazma işini inada bindirdiğini söylüyor: “İş inada bindi artık. Beni ne kadar burada, 12 metrekarelik bu hücrede tutarlarsa, o kadar zaman boyunca yazma serüvenimi sürdüreceğim.”
2013’ten bugüne, 10 yıldır bu memlekette huzurlu bir gün geçirmedik gibi. Çevremde hemen herkes dokunsan ağlayacak halde, fena doldu millet, haksız da değiller, değiliz. Bu kadar felakete tanık olmaya, bu kadar aşağılanmaya, bu kadar hor görülmeye, bu kadar gerilime, bu kadar yıkıma, bu kadar süfliliğe ve yalan dolana muhatap olmak kolay değil. Ne zaman biter, biter mi, geçer mi, bu da belli değil. Seçimden, seçim kazanmaktan söz etmiyorum, onu kazanır muhalefet nasıl olsa; herhangi bir sandığa istiflenemeyecek derdi, efkârı var yorgun ve yılgın ahalinin.
Diğer yandan, yeni bir siyasetin olanakları da en vahim koşullarda filizleniyor. Dolu dizgin dinciliğin olduğu yerde toplumsal cinsiyet tartışılıyor, ırkçılığı harlamaya çalışanlarla onları inatla ciddiye almayanlar aynı ülkenin yurttaşı, tahammül edilemez boyuttaki yoksulluk ve gelir eşitsizliği sosyal devlet vurgusunu giderek daha belirgin hale getiriyor, genç bir adam iktidarı kızdıran stickerlar hazırladığı için gözaltına alınırken, yüz binlerce yurttaş buna tepki gösterip ‘yeter artık’ diyor…
Umut ve umutsuzluk için yeteri kadar gerekçemiz var yaşadığımız toprakta. Demirtaş’ın, yaşamın ve toprağın her yerine, her ânına, insanına dokunan hikâyeleri, söz konusu umut ve umutsuzluk ihtimalleri arasındaki gerilimi iyi anlatıyor. Tercihi, hemen her zaman umudu ve mücadeleyi büyütmekten yana. ‘Çöplük’ başlıklı hikâyesinde olduğu gibi; “…şimdi yaşama zamanıdır; hayata tutunma, umuda sarılma bir lüks değil, mecburiyettir, görevdir orada.” Siyaset, toplumsal cinsiyet, din, dil, köken ve servet farklılıkları, zor koşullarda yaşam savaşı verenler, kazanan ve kaybedenler, aşk… Küçük insanın dünyasını iri laflar etmeden beceriyle anlatışı bir yana, kurmaca konusundaki yaratıcılığı da giderek dikkat çekici hale geliyor.
Tecavüzcülere ceza veren kadın örgütü, eşini her gün yazdıklarıyla yaşatabileceğini düşünen adam, matrak mı matrak Karton Piyer, kurguları hayli yaratıcı Kader ve Uçurum, şu malum ‘israf’ çarkının gayet güzel betimlendiği Düriyemin Güğümleri… Dünyada, ülkede güncel ve yakıcı olanı çok iyi takip ettiği ve kavradığı kanısındayım. Son sözcüğün altını bir kez daha çizmek isterim, kavrayışı çok güçlü biri Demirtaş.
Bir de ‘Demirtaş mizahı’ gerçeği var tabii. Yıllardır cezaevinden siyaset yapan, hâlâ milyonlarca seçmeni yönlendirme gücü olan birinin böylesine güçlü bir mizah duygusuna sahip olmasına çok seviniyorum. Geçenlerde, İzmir İktisat Kongresi’nin 100. yılı vesilesiyle düzenlenen kongrede konuşan Sırrı Süreyya Önder, Bertolt Brecht’ten bir alıntı yaptı: “Beni gülümsetmeyen şeye güler geçerim.” Yazıp çizdiğinde, söylediğinde, kıvamında bir mizah olmayanlara tahammülde zorlanıyorum. Bomboş heriflerin, genellikle zevksiz takım elbiseler içinde caka sattığı bir yerdir bizim memleket. Ciddi görünüp ağır oturaklı pozlar takınmak ister, çabaladıkça daha da gülünç hale düşer sayın bıyıklılarımız. Hâlihazırdaki kareli ceketliler ise o takım elbiseli bıyıklıların yalnızca bir sürümü. Neden bilmiyorum, şimdi aklıma geldi… Yıllar önce, babasının arabasını kullanan bir arkadaşa, “Arabada neden teyp yok?” diye sorduğumda, “Babam ciddi insandır, müzik dinlemez” yanıtını vermişti. Ciddi ve saygın görünebilmek için halden hale giren bomboşların ülkesinde, yaşasın gülmesini ve güldürmesini bilen ciddi ve saygın siyasetçiler.
Yazıya, ‘Demirtaş’ın hikâyeleri pek DAD’lı’ gibi bir başlık mı koysam acep diye düşündüm, sonra, günün birinde bir hikâyesinde ‘berbat espriler yapan bir Anayasacı eskisi’ karakteriyle karşılaşmaktan korkup vazgeçtim!
Eline sağlık Selahattin Demirtaş’ın, yine güzel yazmış. Tez zamanda çıkmasını, sevdiklerine kavuşmasını ve yeni hikâyeler yazmasını dilerim.
Kısa film önerisi: Ümit Kıvanç’ın, Demirtaş’ın ‘Ah Asuman’ hikâyesinden yaptığı filmi bir kez daha hatırlayalım.