
Bir özür ve emeksiz özgürlük üstüne
Geçtiğimiz Pazartesi günü, Ankara Barosu ve sendikaların çağrısıyla, 80 milyonluk ülkede, iki-üç düzine insan parlamento kapısında toplanınca, “Türk toplumu uyanıyor ve hak ile özgürlükler talebinde bulunuyor” fikrine kapılmış, olanları, umudun yeşermesi görmüştüm.
Ama, yazıyı gönderdikten hemen sonra, içim yanarak yanıldığımı anladım. “Kırk yıllık hani, Kani”ye dönüşmüyordu. Okurdan önce, kendime mahçup olmuştum. Ama yapılacak bir şey yoktu.
Polis zorunu, su tankları, copları, gaz fişeklerini gören o küçücük kalabalık, bir daha görünmemek üzere dağılmış, kaybolmuş, bir başka gruptan da ses çıkmamıştı.
Oysa unutmamalıydım: Emek verilip kazanılmamış değer hak değil, bağıştı. Toplumsal bağışların kitle tabanı, iğretiydi. Avanta olduğu için de değersizdi, bağış.
Yeni Anayasa metni ile bağışlar budanıyor, adalet duygusu öldürülüyordu. Buna karşılık toplum, sesini kaybetmişti. Savunma refleksleri ölüydü.
Kürtler, Türklerin Türklere karşı diktatörlük tepişmesinde ayak altında ezilmek istemedikleri için kenarda duruyorlardı. Başı koparılmış HDP ise parlamentoda “var” bile kabul edilmiyordu.
CHP ise kalabalığın önüne geçemiyor, adliye sistemi, kamu kurumları ve toplumsal haklarla özgürlükler, tek tek diktatörün “ağzına layık” biçime sokuluyor, Anayasa adı altında diktatörlük nizamnamesi düzenliyordu.
Geçmişte bağışlananlar Türk İslam ittifakı tarafından geri alınıyordu.
Seçim rüşveti makarna, bulgur, pirinçle geçinen, şu soğuk günlerde kömür yolunu gözleyen, avanta, ihale, kredi derdinde olan yandaşlar, diktatörün adalete de baş efendisi olmasından hoşnuttu.
Gün, “efendi ile iyi geçinip avantaya bakma” günüydü, onlar için.
Kimileri için haklar ve özgürlükler, bedelsiz kazançlardı. Ayrıca hiç biri, tek başına karın doyurmuyordu. Ama bedeli ödenmiş özgürlükler değerliydi. İnsan, da ödediği bedel oranında insandı.
Mesela, Avrupa yüz yıllara yayılan mücadele ile, bu kemale ermişti. Kimse sosyal ve ekonomik bakımından, devletin kapısında boynu bükük dilendi değildi, artık. Anayasa ve yasalar herkesin hakkını teslim ediyordu.
Seçilmişler de diledikleri kadar götüren efendiler değil, hizmetkardı. Halkın vergileri, onun, bunun ayakkabı kutularıda saklanmıyor, evlerin kasa niyetine kullanılan odalarında istiflenmiyor, özel kasalara tıkıştırılmıyordu. Halktan kimse, “çalıyorsa, benim paramı saklıyor” diyerek, hırsızlığı yeren karşıtını azarlamıyor, iktidarın yazarı, “bizimkiler çalıyor, ama iş de yapıyorlar” diyemiyordu.
Fransa’nın ilk Anayasası, bu yüzden insan derisiyle ciltli olarak, müzede sergileniyordu. O cilt, uğrunda feda edilen hayatları temsil, ödenen pahayı, fiyatı ifade ediyordu.
1295 yılında Kraliyete kabul ettirilen Magnakarta belgesi o günden beri, hak ve özgürlüklerin belgesi olarak, Britanya kutsallarındandır.
Batı, kan ve ateş üstünde koşarak, haklarını kopardığı için, yeni Hitlerler, Mussolini, Franko, Salazarlar çıkamıyor, kimse özgürlüklere dokunmaya cesaret edemiyor.
TC’ye gelince, toplumsal haklar ve özgürlüklerden hangi, fiyatı, pahası ödenerek elde edildi? Hiç bir şeyin!..
“Yedi düvelle çarpışarak vatanımızı kazandık” teranesi de yalandır. Bu ayrı bir hikaye.
Kulluktan Cumhuriyet rejimine geçiş için, kim ne bedel ödedi? Bedelini bırakın, Cumhuriyetin ne olduğunu bilenlerin sayısı bile sayılıydı. O nedenle, Atatürk bir sabah Cumhuriyet dediğinde, çok kişi “acaba başımıza ne gelir” korkusuyla, saklanacak delik aramıştı.
Demokrasi ise yıllar yılı yergi ve sövgülere konu olmuştu. İsmet Paşa, Amerikan yardımı alma adına, zorlama demokrasi kapısı açmıştı. Zorlama olduğu için de sakattır. “Türk tipi” küçümsemeyle anılıyor, bu demokrasi…
Türk tipi demokraside her şey sandıktan ibarettir. Orta yere konan sandığa oylar atılıyorsa demokrasi vardır, TC’de. Sistemin devamı olan askeri dönemlerde demokrasi yok. Çünkü seçim sandığı eksik.
Ancak, bu sandıksal demokrasi, Kürtler için geçersizdir. Kürt seçilmişler de dokunulmaz dokunulmaz değildir. Faşizmin ruhu kalıbından çıktıkça, seçmenine küfretmeyen Kürt seçilmiş, günümüzde olduğu gibi parlamentodan hapishanelere sürüklenmektedirler.
Yine günümüzde Kürt belediyeleri gasp edilmiş, yetkiler çalınmış, başkanlar, Roboskî katliamını yapmış, şehirleri yıkmış, Cizre’de çoğu çocuk 144 kişiyi, diri diri yakmış katil gibi hapsedilmişlerdir.
Bu bakımdan Türk demokrasisi püsküllüdür. Parlamento, demokrasiyi Recep Tayyip’e uydurup, tıpkı Suudi Arabistan ve Katar’daki gibi adaleti, askeriyeyi, polisi, üniversiteleri tek elde toplamak için Anayasayı değiştiriyor.
Türk toplumunda, tepki niyetine “tık” sesi yok.
Özgür Politika
Ahmet Kahraman