Aktüel Yorum

İç savaş, şaklabanlar ve biz

Genişleme ve büyüme eğilimindeki 3. Dünya Savaşı yerkürenin genelinde etkisini çeşitli alt üst oluşlarla derinden hissettiriyor. Geçtiğimiz hafta gerçekleşen Birleşmiş Milletler (BM) örgütünün zirvesi bu durumun ne düzeye ulaştığını açıktan gösterdi. Özetle bu buluşma bildiğimiz anlamda BM’nin sonunun fiili ilanıydı. Ayrıca Colani ve Erdoğan’a Trump rejiminin bahşettiği “meşruiyet” neo-faşizmin dünyaya dayattığı hukukun da özetini bize veriyordu. Aynı zamanda zirve dünyanın genelinde ve tüm düzeylerde siyasal temsil krizinin kendini açığa vurduğu zeminin sembolik bir ifadesi oldu.

Önce kısaca Amerika’da yaşanan gelişmelerden bahsedelim. Trump’ın hükmettiği ülkede giderek basın özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü gibi haklar ortadan kaldırılıyor. Trump basına ağır para cezaları içeren davalar açarak, tehdit ederek gazetecileri Erdoğan’ın uçağına aldığı yalaka takımına dönüştürmeye çalışıyor. Antifa’nın terör örgütü ilan edilmesi ise ABD’de faşizmin yerleşmesinin adımlarına eklendi. Kararları tek başına alan, yasama organlarını lüzumsuzlaştıran ve giderek açıktan bir imparatora dönüşen Trump’ın ülkesine nasıl bir gelecek vaad ettiği şüpheli. Zira giderek siyasal cinayetler artıyor. Amerikan kamuoyundan bu saldırılara destek de var. Son olarak Michigan kentinde bir Mormon kilisesine saldırı düzenlendi. Kilise ateşe verilirken saldırgan dahil 5 kişi öldü, 8 kişi yaralandı. Amerikan basını faili deli falan diye geçiştirmeye çalışıyor ancak saldırgan Thomas Sanford isimli bir “gazi”. Şu övünülen deniz piyadelerinden, 2004-2008 arası Irak’ta kan dökenlerden. Bir bumerang etkisi olabilir mi? İşin bu kısmı bence tali, asıl önemli olan şiddete taraftar olanların artması. Trump rejimi kendi yakın çevresi ve bir kısım oligarktan başka kimseyi temsil etmiyor. Bu durum kaçınılmaz olarak sorunları tırmandıracaktır. Herkesin silah taşıyabildiği bir ülkede bunun sonunu tahmin etmek zor değil. Umarız olmaz ancak “İç Savaş” bu kez öncekinden (1861-1865) bir hayli farklı, herkesin herkesi öldürdüğü türden cereyan edecektir. Şimdiden senaryoları yazılmaya, filmleri yapılmaya başlandı bile: Civil War (Alex Garland-2024).

BM’nin sonu meselesine gelince bu durum ağır ağır da olsa zaten bir süredir yürürlükte. Kendini dünyanın imparatoru olarak gören Trump bu yavaşlığa tahammül edemiyor, diğer ülke yöneticilerini beceriksizlikle suçlayarak bir an önce BM’yi denetimine alıp bütün dünyayı kendince nizama sokmak istiyor. Bu olmazsa BM’yi bitirecek. Ancak şimdilik yeni güç dininin peygamberi Trump’a itiraz edenlerden tapanların çok olması nedeniyle işleri yolunda. Belki de halkları temsil etmekten uzak bu kurumun ömrü uzayabilir ve pratikte Trump’ın dünya konseyine dönüşebilir.

Erdoğan’ın ABD ziyaretine gelince kısaca şöyle ifade edeyim; Ukrayna lideri Zelenski’ye yaşatılan rezaletin pohpohlu cinsiydi. Trump ve yardakçıları bu kez hırpalama yerine bol iltifatı tercih ederek Erdoğan ve hempasını ayakta uyutup soydular ve gıklarının çıkmamasını sağladılar. Buna karşın malum diktatör ve diğer Müslüman ülkelerin liderleri Filistin konusunda Trump/Netanyahu’nun isteklerine boyun eğerek tam bir teslimiyet sergiledi. Ancak ‘şöyle yaptık böyle yaptık’ yalanlarını kendi halklarına sıralamaya devam edecekler. Nitekim yalandan kim ölmüş? Gazze “barış” planına gelince basitçe ifade edersek İsrail’in sahada alamadıklarını diplomatik yolla elde etmesi diye tarif edilebilir. Kuşkusuz sonraki hedef Batı Şeria’nın da ilhakı olacaktır. Bu arada TC ile İsrail arasında yeniden uzlaşma ihtimali güçleniyor. TC destekli HTŞ’nin Özerk Yönetim’e dönük saldırıya hazırlandığı haberleri bu olasılıktan besleniyor olabilir.

Yevgeni Zamyatin’in Biz (1920) isimli romanını anımsayanlarınız vardır. Fazlasıyla öngörü yüklü bu kitap matematik tarafından düzenlenmiş bir toplumun yanı sıra ‘Tek Devlet’, ‘Velinimet’ ve devasa bir ‘Yeşil Duvar’ gibi bazı kavramlardan bahsediyor. Trump’ın bütün dünyayı kendi imparatorluğuna dönüştürmeye çalışması, kendini velinimet olarak sunması, ülkeler ve zihinlere aşılmaz duvarlar örmeye çalışması kitapta resmedilen distopyaya uygun. Erdoğan ve Bahçeli’nin vaziyeti ise yine Zamyatin’in metninde geçen yağmur yağsın diye barometredeki cıvayı boşaltanlara daha çok benziyor.

İrili ufaklı diktatörler, egemen siyaset anlayışı her yere duvarlar örerek bizleri köleleştirmeye çalışsalar da şimdiye kadar beceremediler. Hesaplayamadıkları hep bir şeyler oldu. Sonuçta düşünce uçucudur, hapsedilemez.

Nitekim devletlerin-milletlerin-dinlerin kalpazanlık üzerine kurulu birliği değil halkların/doğanın bir arada, barış içinde ortaklaşa yaşamı bizim ütopyamızı süslemeyi sürdürüyor.

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu