Aktüel Yorum

YAZMAK EYLEMİ İLE SÖZÜN GÜCÜ[*]

TEMEL DEMİRER

“Yaşadığımız dünyanın

durumunu görmeyenin

o dünya üzerine yazacak

hemen hiçbir şeyi yoktur.”[1]

Son zamanlarda yazmak eylemi ile sözün gücü “tartışılır”(?) oldu!

Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt vb. yazarların “iyi yürekli, mücadeleci yoksul karakterleri”ne günümüz post-modern edebiyatında rastlamak güç, hatta imkânsız.

“Neden” mi? Post-modernler için “Yoksulluk, mücadeleci sınıf edebiyatı yapmak demode oldu” da ondan!

Sormalıyım…

“Benim için bu milletin, şu milletin ferdi olmak değil, insanlığın yüz karası olup olmamak önemli.” “Mal, mülk, para… Kafa zenginliği olmadıktan sonra ne yarardı!” “Ne düşünüyorum biliyor musun? Ne düşünüyorsun? Adam kuş olmalı diyorum, bildiğin kuş. Kanatlı. Uçmalı bir güzel. İstediği yere,”[2] vurgusuyla, “Ne dediğini bilen bir yazar için sınıflar dışında bir edebiyat yoktur” diyen Orhan Kemal, öykü ve romanlarında haksızlığı, yoksunluğu, toplumsal çelişkileri anlattığı için birçok kez yargılanırken; bir davada, yargıcın “Niye hep yoksulları anlatıyorsun?” yollu sorusuna verdiği şu yanıtla aklanmıştır: “Ben ciddi bir yazarım. Zenginleri bilsem onları yazardım. Fakirleri bilirim!”[3]

Sormalıyım… Bugünlerde de bunun neresi demode!

Ya da benzer biçimde “Adaletsizliğin olduğu yerde tarafsız kalıyorsan, haksızlık yapanın tarafını tutuyorsun demektir”…

“Yaşam umutsuzluktan umut üretmektir, insan bugüne böyle gelmiştir”…

“İçimde müthiş bir umut var. Bu insanlar böyle kör kalmayacaklar… Böyle aptal, böyle taş gibi sağır olmayacaklar”…

“İnsan olmadıktan sonra güzel göz, güzel kaş, sırım gibi boy herkeste var. İnsan dediğin yüreğiyle, inceliğiyle insan olmalı”…

“Zulme sessiz kalan bir gün zulme uğrar. Haksızlığa karşı durmak insan onurudur”…

“Doğanın yozlaşmasının sonu insanoğlunun yozlaşmasıdır. Yozlaşmış, zıvanadan çıkmış, çürümüş insanlığın ne yapıp ne yapmayacağını şimdiden kestirebilir miyiz? Çılgınlığının üstünden gelip, doğayı yeniden yaratıp, insanlık kendi yaratıcılığına yeniden dönebilir mi? Sonumuza şimdiden ağlamaya mı başlayalım? Yoksa başımızı iki elimiz arasına alıp doğayı kurtarmak için elbirliği ederek bu çılgınlığa dur mu diyelim?”[4]

“Denizde balık bitmez sandılar. Denizde balık da biter, su da biter. Bakmazsan, su gibi harcarsan toprak da biter, hava da biter. Dünyada sersebil harcarsan bitmeyecek şey yok. Dünyada her şey biter. Akıl bitince dünyada her şey biter”…

“Dünya parayla alınır. Yürek alınmaz”…[5]

“Bir gün bir yazar çıkar da Anadolu kasabalarının iç yüzünü yazarsa, işte o zaman niçin bir çıkmazdayız, niçin bu kadar geri, korkunç durumdayız, her şey gün gibi ortaya çıkar. Türkiye’nin en büyük problemi ortaya çıkar”…[6]

“Benim kitaplarımı okuyan katil olmasın, savaş düşmanı olsun. İnsanın insanı sömürmesine karşı çıksın. Kimse kimseyi aşağılayamasın. Kimse kimseyi asimile etmesin… Beni okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar, cümle kötülüklerden arınsınlar”…

“Sosyalizm insanın kendisine, insanın insana, insanın emeğe saygısıdır,” demenin neresi demode?

1940’lı yıllardan ölümüne dek bir umut türküsü söyler Yaşar Kemal; “Eşitlik olsun, insan hür olsun, insan insana kul olmasın,” diye haykırır; O, yazdıklarıyla ve duruşuyla yerelden evrensele uzanan bir değerdir.

Yazdıkları, kendi deyimiyle “mecbur adam”ların öyküleridir. Yani ezilen, sömürülen ve yeri geldiğinde başkaldıranların safındadır.

Angaje edebiyatın en iyi örneklerindendir: “Ben ‘angaje’, bağımlı bir yazarım, kendime ve söze ve insanın onuruna bağımlıyım” demişti sağlığında. Bu duruşunu yargılandığı bir davada yargıçlara karşı da söylemişti:

“Benim yazılarım halkımıza birer çağrıdır. Öncelikle batıdaki, doğudaki çocukları, savaşta ölmüş anaları çağırıyorum. Bu savaş en çok sizin yüreğinizi yaktı. Herkesi çağırıyorum, sayın yargıçlar sizleri de bu savaşı durdurmak isteyenlere katılmaya çağırıyorum. Bu ülke hepimizindir ve bu ülke insanlık tarihinde çok uzun yaşamaya layıktır. Hem de onuruyla yaşamaya… Unutmayalım ki, bir ülkenin insanlarının onuru en azından toprağı kadar kutsaldır. Benim taraf tutmam kadar doğal ne var ki… Kendimi bildim bileli Türkiye’nin halklarının yanındayım. Kendimi bildim bileli zulüm görenlerle, hakkı yenenlerle, sömürülenlerle, acı çekenlerle, yoksullarla birlikteyim.”

Yaşar Kemal, dünya görüşüyle sanatını bir bütün olarak gördüğünü, halka ve doğaya olan inancını, sanatının emekçi ve mazlumların çıkarlarının emrinde olduğunu dile getirmiş ve bu gerçeklikte yazmıştır.[7]

Ve “Karıncalar birleşirse, filleri yutar,” vurgusuyla “Zulüm eden bir kez zulmünün cezasını görmedi mi, önü alınmaz”…

“Dünyada insan birbirini sevmeli! Sevmezse günler tükenmez! Sevmezse dünya zindan olur. Sevmezse yaşadığının farkına varamaz. Sen somurt, komşun somurtsun, ne olacak sonu. İnsan dediğin dünyada sevmeli,” diyen Fakir Baykurt niye demode olsun!

Post-modern zırvaların ötesinde bir yanıtı var elbette…

Karl Marx’ın, “İnsanların varlıklarını belirleyen şey bilinçleri değildir; aksine onların bilinçlerini belirleyen şey toplumsal varlıklarıdır,” saptamasını haklı çıkaracak gelişmelerle 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte kapitalizm örgütlü toplumu yok etmeye çalışırken, sanatta da bireyselleşme ve piyasalaşma beraberinde geldi.[8] Durum sadece Türkiye’ye de özgü değildi. ABD’nin soğuk savaşı kazanmasıyla tüm ülkelerde benzer bir Hollywoodlaşma yaşandı. Düşün hayatı tüketim kültürü tarafından esir alınmaya başlandı.[9]

Bunlara bir de yasaklar, kitap toplatmalar, çok boyutlu baskılar eklenmeli. Korku iklimi ağır saldırı altındaki edebiyat ve sanatı da etkiliyor: Oto-sansürün yaygınlaşması, neo-liberal azgınlığın saldırı gibi…

Ancak iş burada bitmiyor: Toplumsal değişimlerin, mücadelelerin olduğu her yerde sanat da vardır, var olacaktır. “İlk işçi hareketlerinin olgunlaşmaya başladığı Avrupa’nın 1850’li yıllarında, bunun doğrudan ya da dolaylı olarak edebiyata yansımalarını okuyoruz. İlk büyük sıçrama bu konuda Émile Zola’nın Germinal’idir,”[10] örneğin…

* * * * *

Yazmak eylemi şahsında sözün gücü tartışılamazken; Jean-Paul Sartre’ın ifadesiyle, “Hepimiz bir hikâye anlatıcısıyız.”[11]

Malum: Söz, insanın başkalarıyla birlikte yaşaması zorunluluğuyla yani toplumsallaşmasıyla birlikte gerçekleştirdiği eylem içinde ortaya çıkan bir kavram olarak doğmuştur.

Dilin, sanatın, edebiyatın ölümsüzlüğüyle insanın ölümsüzlüğü eşdeğerde, eşanlamdadır.

Yazılı sanat ürünlerinin en eskisi olan Gılgamış’ın ölümsüzlük arayışı serüveni, insanlığın ve sanatın da serüvenidir…

İnsanlığın ölümsüzlük arayışı tükenmeyeceğine göre, bu arayışın önemli araçlarından biri olan edebiyat da tükenmez…

Don Kişot’un serüvenlerine hâlâ gereksinmesi var dünyanın. Ekmek çaldığı için yıllarını cezaevinde geçiren çocuklar var olduğu sürece Jean Valjean da ‘Sefiller’in öteki kahramanları da aynı zamanda günümüzün de kahramanıdır.

Aşk var olduğu sürece ‘Romeo ve Juliet’, ‘Anna Karenina’, ‘Madam Bovary’, ‘Eugéne Grandet’, ‘Carmen’, ‘Cemile’ hâlâ günümüzün kahramanlarıdır.

Savaşlar olduğu sürece ‘Savaş ve Barış’ın, ‘Çanlar Kimin İçin Çalıyor’un, ‘Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’un, ‘Paris Düşerken’in, ‘Ateş’in, ‘Durgun Don’un kahramanları hep aramızda yaşar.

‘Suç ve Ceza’daki Raskolnikov, ‘Moby Dick’deki Kaptan Ahab, ‘Babalar ve Oğullar’ındaki Bazarov, ‘Kızıl ve Kara’nın Julien Sorel’i, Martin Eden, Jean Christophe ölümsüz kahramanlarıdır dünyanın.

‘Ölü Canlar’ın, ‘Gazap Üzümleri’nin, ‘Germinal’in, ‘Bitmeyen Kavga’nın, ‘Fırtına’nın, ‘Ana’nın, ‘Fontamara’nın kahramanları hâlâ yaşıyor dünyanın çeşitli yerlerinde.[12]

Onlar şahsında yazmak eylemiyle müsemma sözün gücünü yok edemezsiniz. Çünkü “Bizi dayanıklı ve güçlü kılacak hikâyelere ihtiyacımız var,”[13] insan(lık) olarak…[14]

Bunun için yazmak direnmektir.

* * * * *

Abartmıyorum: “Yazarların görmediği şey olmamış demektir.”[15]

Yazmak önemlidir, sorumluluktur, yaşama taraf olmaktır. Tam da bunun için “Yazarlık işi, niteliği ne olursa olsun, yüreği, sinirleri ve aklı, sıradan yaşam algısından daha kavurucu ısıda tutmayı gerektirir. Pazarlık yoktur; ‘Değer mi?’ diye de sorulmaz,” der Sandor Marai…

“Öğrendiklerimin çoğunu dinlediklerimden/ Bildiklerimin çoğunu düşündüklerimden/ Unuttuklarımın çoğunu yaşadıklarımdan/ Yazdıklarımın çoğunu unuttuklarımdan çıkardım,”[16] vurgusu eşliğinde “İyi yazamıyorsan, iyi düşünemezsin; iyi düşünemiyorsan başkaları senin yerine düşünür,” diye uyarır George Orwell.

Evet, evet “Yazmanın başlangıcı bir tuhaf içe doğuş ânıdır. Biriken ne varsa usulca söze dönüşüverir. Sese dönüşüverir. Dilinize düğümlenir.”[17]

Çünkü “Yaşamın ve çalışmanın temel amacı, kişinin başlangıçta olmadığı kişi olmasıdır. (…) Yazma konusunda veya bir aşk ilişkisinde geçerli olan, yaşam için de geçerlidir.”[18]

“Yazmak, her şeyi aşka dönüştürmektir. Yazmak budur,”[19] der ve ekler İlhan Berk: “Yazmak, yaşamın yerini aldı. Yazmadan yaşamak diye bir şeyi anlamaz oldum. Artık bir suya, bir eve, bir sokağa, insanlara yazmak için, bir onun için bakar oldum. Bir yaprağı bunun için elime alıyordum, bir sokaktan geçerken, bir kadına, bir adama, bir kuşa, gökyüzüne bakarken, hep yazmak için bakıyordum. Yaşamımın artık başka bir anlamı yoktu, her şey ama her şey yazılmak içindi.”

Aynı konuda Aziz Nesin, “Adı unutulmuş bir küçük ülkenin, adı duyulmamış en değersiz yazarı bile, kendi gücü içinde bütün dünyayı değiştirmek, yeniden yapmak çabası içinde değilse, yazık onun harcadığı mürekkebe, kâğıda, yazık o yazıları okumak için okurların boşa giden zamanlarına…”

Yaşar Kemal, “Bize; ‘Bunlar hep yoksulluğu yazıyor,’ diyorlar. Bir ülkede yoksulluk varsa, onu yazmayan yazar değil; insan bile olamaz”…

Paul Valery, “Yazmak, geleceği görmektir”…

Thomas Carlyle, “Bir kitap, yürekten yazılmışsa ancak o zaman başka yüreklere ulaşabilir”…

Friedrich Nietzsche, “Bir filozof söyledikleri ya da yazdıklarıyla değil, nasıl yaşadığıyla, hatta yürüyüşüyle tanınmalıdır”…[20]

Ludwig Wittgenstein, “Kişi yalnızca en korkunç acılar içindeyken yazmalı o zaman bambaşka bir anlamı olur yazdıklarının”…

Özetle, yazmak bir dönüştürme eylemidir: Yazarın kendini, okuru, dünyayı…

* * * * *

Toparlıyorum: “Yapay zekânın insanların yapıp ettiği işlerin büyük bir bölümünü devralacağı aşikâr. Mekanik ve rasyonel işler dışında edebiyata, şiire, sanatın her dalına yönlendirildiklerini de biliyoruz. Jean Baudrillard’ın deyimiyle insan ‘ortadan kaybolma sanatı’nı sonunda icat emiş gibi görünüyor,”[21] zırvalarıyla muhatap olduğumuz süreçte “Edebiyatın ayrı, siyasetin ayrı eylemler olduğunu savunmaya kalkışma”yın[22] sakın ola…

Edebiyat, toplumun aynasıdır. Edebiyatçıların düşünce ve davranışları toplumun değerlerini, soru(n)larını, umutlarını yansıtırlar.

“Yolda kalmış öyküler, yol almış öyküler, yarı yoldan dönmüş öyküler, yoldan çıkmış öyküler, yolumuza çıkan öyküler, yolumuzu kesen öyküler; anlamak, anlatmak için yolumuzu beklerler”ken;[23] edebiyat toplumsal değerler üreten, zalime ve zulme öfke duyup, onları teşhir edendir. Sanatçı olmanın birinci koşulu, zorbanın karşısında olmaktır.

Malum: “Hurafe dogmadan güç alır edebiyat ise dogmayla savaştan…”[24]

“Edebiyat tarihi öfkeli yazarlar şairlerle büyüdü ve şairler kendi gelecekleri için öfkeyi, isyan ile itiraz ile devrimci tutum ve davranışlarla resmetmek, anlatmak gerektiğini iyi bilirler; daha doğrusu tarih bu türden örneklerle doludur.”[25]

Şimdi yeniden bu eşikteyiz…

* * * * *

O hâlde, vicdanına sadık kalmanın ne demek olduğunu anlatıp, “Bütün büyük eylemlerin, bütün büyük düşüncelerin önemsiz bir başlangıcı vardır.” “Bugünlerde mutluluk bir suç gibi… Mutlu olduğunuzu asla kabul etmeyin. ‘Ben mutluyum’ demeyin, aksi hâlde her yerde kınanırsınız. -Başkaldırıyorum, o hâlde varım!” diyen Albert Camus’yü…

Yusuf Atılgan’ın, “Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde; sözle, yazıyla, resimle ya da susarak!” satırlarını…

John Steinbeck’in, “Her şey bitmemişti, korkunun bulunduğu yer öfkelendiği sürece hiçbir zaman her şey bitmeyecekti.”[26] “Eğer başınız dertteyse, inciniyorsanız ya da ihtiyaç duyuyorsanız fakir insanlara gidin. Yardım edecek olan yalnızca onlar,” uyarısını…

Ve nihayet Theodor Adorno’nun, “Kendini bir ölçüde saf ve temiz tutan bir insanda dünyaya direnmesine yetecek kadar nefret, cesaret, özgürlük ve hareket imkânı vardır,” tarifindeki eylemin yenilmez gücünü, hayata dokunan sorumluluğunu hatırlayın…

24 Eylül 2024 20:29:18, İstanbul.

N O T L A R

[*] Görüş, Temmuz 2025…

[1] Elias Canetti.

[2] Orhan Kemal, Bereketli Topraklar Üzerinde, Remzi Yay., 1975, s.255.

[3] Vecdi Sayar, “Yaşadın mı Büyük Yaşayacaksın”, Birgün, 2 Haziran 2024, s.19.

[4] Yaşar Kemal, “Yaşar Kemal ile Binbir Çiçekli Bahçede”, Cumhuriyet Kitap, No:1755, 5 Ekim 2023, s.3.

[5] Yaşar Kemal, İnce Memed, Ant Yay., 1969.

[6] Yaşar Kemal, Bir Bulut Kaynıyor, Toros Yay., 1989.

[7] Hicri İzgören, “İnce Memed 100 yaşında”, Yeni Yaşam, 26 Ekim 2023, s.11.

[8] “12 Eylül felâketi de ancak yirmi otuz yıl sonra romanlara konu olmaya başladı. Şimdi ayrı bir toplumsal sorun yaşıyoruz. Yoksulluk. Bu çok dramatik, yakıcı bir sorun ve ülkenin toplumsal ve siyasal havasını değiştirmeye başladı. Bu sorunun öykülerde ve romanlarda anlatılıp anlatılmaması gibi sorun doğal olarak hemen akla geliyor. Sanırım henüz erken. Yaşanan toplumsal sorunlar geçmişte daha çabuk mu yansıyordu romanlara, öykülere? Belki. Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Fakir Baykurt, Tarık Dursun K. ve daha pek çok yazar, toplumsal sorunlara karşı daha çabuk refleksler gösteriyordu, bunu söyleyebiliriz. Hatta daha da geriye gidelim, Sait Faik var, herkesten önce…” (Semih Gümüş, “Hayat da İnsan da Edebiyatta da Değişti”, Birgün, 25 Haziran 2024, s.13.)

[9] Barış İnce, “Toplumsal Bakış Bireysele Döndü”, Birgün, 25 Haziran 2024, s.13.

[10] Aydın Şimşek, “15-16 Haziran Direnişi Edebiyatı da Besledi”, 7 Haziran 2024… https://www.evrensel.net/haber/520467/15-16-haziran-direnisi-edebiyati-da-besledi

[11] Jean-Paul Sartre, Sözcükler, çev: Mahmut Özdil, Sayfa Yay., 2011

[12] Öner Yağcı, “İnsan Romanın Neresinde?”, Cumhuriyet, 23 Mart 2024, s.11.

[13] Mine Özgüzel, Yaşam Hikâye mi?, Doğan Kitap, 2023.

[14] “Siyasal söylemlerin kitlede belirli duyguları üretebildiği ölçüde onaylandığını görüyoruz.” (Oğuzcan Ünlü, “Dr. Esra Dicle: Duyguların da Politikası Var”, Birgün, 18 Ocak 2023, s.15.)

[15] Elias Canetti, Edebiyatçılar Üzerine, çev: Gürsel Aytaç, Payel Yay., 2007, s.11.

[16] Özdemir Asaf, Özdemir Asaf’ça, Adam Yay., 2. Baskı, 1989, s.20

[17] Şükrü Erbaş, “Üzerimizde Soğuyan Zaman”, Birgün Pazar, 10 Mart 2024, s.13.

[18] Michel Foucault-Huck Gutman-Patrick H. Hutton, Kendini Bilmek, çev: Gül Çağalı Güven, Om Yay., 1999.

[19] İlhan Berk, Toplu Şiirler, YKY., 2017

[20] William Faulkner farklı düşünür: “Şunu anladım ki yaşamanın her türlüsüyle yazmanın her türlüsü arsında kapatılmaz bir uçurum uzanır. Yaşayabilenler yaşar, yaşayamamanın acısını çekenler de bu acıyı yazarlar.”

[21] Ayşe Acar, “ChatGPT ile Felsefe”, Cumhuriyet Pazar, 7 Temmuz 2024, s.2.

[22] Özdemir İnce, “Eski Yazılar 7”, Cumhuriyet, 23 Haziran 2023, s.2.

[23] Murathan Mungan, Kibrit Çöpleri, Metis Yay., 2011.

[24] Güray Öz, “Dogmalar Savaşı Kazandı mı?”, Birgün Pazar, 24 Mart 2024, s.8.

[25] Güray Öz, “Edebiyat Kulvar Değiştirdiğinde”, Birgün Pazar, 10 Mart 2024, s.13.

[26] John Steinbeck, Gazap Üzümleri, çev: Ergün İlgin, Halk Yay., 1974

Temel Demirer

hâlâ “tek yol devrim” gerçeğine bağlı olan(lardan); ve nihayet “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek!” diyen(lerin) safındaki sıradan, vasıfsız, herhangi biriyim... 54 tevellütlüyüm... Kemal’den olma Necla’dan doğmayım... Çorum ili Kale mahallesi nüfusuna kayıtlıyım... Okur yazarım... Ve nihayet hâlen “sakıncalı” dedikleri(nden) ve GBT’lerindeyse sabıkalıyım...
Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu