Aktüel Yorum

“ÜSKÜDAR’DAN ÖTE”NİN ŞAİRLERİ[*]

TEMEL DEMİRER

“Her şey bir ilkle başlar

Şiir bir sözcükle

Aşk bir dokunuşla

Gelecek bir adımla

Unutma

Hiçbir güç senden daha

Güçlü değil”[1]

Bilmem bilir misiniz?!

“Ben şairim./ Namus işçisiyim yani” der ve eklerdi Ahmed Arif: Üsküdardan bu yan lo kimin yurdu! He canım…”

Oraların şairlerinden söz etmek istiyorum.

* * * * *

Elias Canetti, “Nazik konuları açıklamanın en iyi yolu şiire başvurmaktı. Şiirler her duruma uyardı,” notunu düştüğü mevzuda, Irwin Ednan şöyle der: “Şiirin etkisi, şairin ruh hâlini ya da düşlerini ifade etmesinden ve bilincimizde uyardığı o özlü görüşten ileri gelmektedir. Bir hüzünlü an, bir coşku ya da evrensel bir sevinç, şairin imbiğinden geçerek kâğıt üzerinde bir dize olmaktan çıkar, yaşayan bir organizma hâline gelir.”

Evet o; Hilmi Yavuz’un, “Baba düz yazıdır; anne şiir”; Turgut Uyar’ın, “Şiir, matematik gibi kolaydan başlanılıp öğrenilmez. Kolaylık, bir beğeni olarak yerleşiverir insanın kişiliğine, sonra da kolay kolay değiştirilemez”; Albert Camus’nün, “Çekip gidene her şeye mizah, kalıp bekleyene her şey şiirdir”; Gilbert Keith Chesterton’un, “Şiirin ana fikri doğru tahmin etmektir, çocukların yaptığı gibi,” diye tarif ettiği şeyken, Diyarbakırlı Ahmed Arif ile başlayalım:[2]

O, fırtına gibi şiirlerin şairiydi. Yaşamı boyunca “kan tutmuş korsanlar, haramla beslenmiş azgın, düzmece peygamberler ve cüceleri ve iğdiş ve aptal kölelerine karşı” durdu… Hapislerde prangalar eskitti… “Vurun ulan, vurun, ben kolay ölmem” dedi…

“Öyle yıkma kendini/ Öyle mahzun, öyle garip/ Nerede olursan ol// Dayan kitap ile/ Dayan iş ile/ Tırnak ile, diş ile/ Umut ile, sevda ile, düş ile” derken şunların altını çizerdi: “Bütün korkulardan uzak…/ Bir sevdadır böylesine yaşamak!”

“Biz bu halkı sevdik/ Ve bu ülkeyi./ İşte bağışlanmaz/ Korkunç suçumuz…”

“Ömrümüz çelimsiz, kısa./ Çabamız korkunç ama…”

“Umut, saklımızda ölümsüz bayrak/ Kırmızı kırmızı,/ Dalga dalgadır.”

* * * * *

Sonra ‘Kîne Em?’ diye haykıran ve asıl adı Şehmuz olan Cigerxwîn… O, 1903’de dönem Mêrdîn’in (Mardin), şimdi ise Êlih’e (Batman) bağlı Kercews (Gercüş) ilçesinin Hisar beldesinde (Hesarê) dünyaya geldi.

1914’de I. Dünya Savaşı’nın başlaması sonucu ailesi ile birlikte Kuzey ve Doğu Suriye’nin Amudê şehrine göç etti. Küçük yaşlarda çobanlık ve ırgatlık yaptı. 18 yaşında Amed’e gelen Cigerxwîn medresede din eğitimi aldı. Bu dönemde Kürt kültürü ve edebiyat klasikleri ile tanışan Cigerxwîn Şeyh Said İsyanı’na katıldı. İsyandan sonra Şeyh Said’in büyük oğlu ve isyanın II. lideri olan Şeyh Ali Rıza Efendi’nin kadrosuna katılarak Rewanduz’a ve daha sonra Bağdat’a gitti.

1928’de Kürtçe şiirler yazmaya başlayan Cigerxwîn, Hawar dergisinde, Kürt halkının o dönem içinde bulunduğu durumun kendi üzerindeki etkisinden yola çıkarak, ‘Yüreği Kanlı’ anlamına gelen Cigerxwîn ismini kullanarak şiirler yayınladı. Daha sonraki yıllarda Xoybûn örgütü içinde de yer aldı.

1946’da Qamişlo’ya geçen Cigerxwîn burada politik faaliyetlerine devam etti. Aynı yıl ‘Civata Azadî û Yekîtiya Kurd/ Özgürlük Meclisi ve Kürt Birliği’ adlı siyasi yapılanmanın başına getirildi.

1948’de Suriye Komünist Partisi’ne üye oldu. Parti ile birlikte faaliyetler yürüterek 1957’ye kadar Qamişlo’daki Cizîrê bölgesi içerisinde yer alan ‘Cizîrê İçin Barış Komitesi’ adlı kuruluşun başkanlığını yaptı. Ardından 1957’de Suriye Komünist Partisi’nden ayrılıp, Suriye Kürdistan Demokrat Partisi’ne katıldı. Burada merkez komitesi üyesi olarak politik faaliyetler sürdürdü.

22 Ekim 1984’de 81 yaşındaStockholm’de hayatını kaybetti.

* * * * *

Ve modern Kürtçe şiirin Şêrko Bêkes. Sadece bir şair değil, aynı zamanda bir militandı o. Gençliğinde peşmerge saflarında savaştı. Haksızlıklara, özellikle de kadın cinayetlerine karşı mücadele etti hep.

Mirin (ölüm) adlı şiirinde: “Ku pelek mir/ herfek ji min mir/ ku kaniyek mir/ peyveke min mir/ ku baxçeyek mir/ hevokeke min mir/ Lê ey keça/ gunde Heledîn/ dema tu hatî kuştin/ deh şiîrên min mir/ Bir yaprak öldüğünde/ bir harf yitirdim./ Bir kaynak öldüğünde/ bir sözcük yitirdim./ Bir bahçe öldüğünde/ bir cümle yitirdim./ Ey Haladin köyündeki/ on yaşındaki kız/ seni öldürdüklerinde/ on tane şiir yitirdim,” dizelerindeki duyarlılıkla.

1940’da Süleymaniye’de doğan Şêrko Bêkes, henüz 8 yaşındayken, Güney’in önemli şairlerinden babası Faik Bêkes’i kaybetmiş. “Evimizde çıra ve mum yoktu, şiirle aydınlanıyorduk” sözü çocukluğunda yaşadıklarının özetidir.

Saddam’ın baskılarından ötürü İsveç’e göçmek zorunda kalmıştı; şiirleri çeşitli dillere çevrildi, ödüller aldı.

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin kurulmasıyla ülkesine dönüp Kültür Bakanı oldu. Özgürlükçü uygulamaları ve duruşuyla iktidara ters düştü. Kimi şiirlerinin sansürlenmesi üzerine Şêrko Bêkes “Şiirimin tek bir dizesini otuz bakanlığınıza değişmem,” diyerek istifa etti. Ardından İsveç’e döndü.

Vasiyetnamesinde: “Beni Süleymaniye’deki Azadî Parkı’na, 1983 şehitleri için kurulan anıtın yanına gömün. Orada nefesim kesilmez. Genç kadınlar, erkekler, sevgililer misafirim olur” der.[3]

Ölümü “kelebekler boğazına göç” olarak tanımlayan Şêrko Bêkes 4 Ağustos 2013 sabahı, dilinde “Ağlıyorum ve gözüm Diyarbakır’da” dizesiyle “kelebekler ülkesine” doğru yola çıkar; “Eğer/ benim şiirimden/ Gülü çıkarırlarsa/ yılımın bir mevsimi ölür/ şiirimden Sevgiyi çıkarırlarsa/ iki mevsimim ölür/ Ekmeği çıkarırlarsa/ üç mevsimim ölür/ Özgürlüğü çıkarırlarsa/ bütün yılım ölür, ben de ölürüm,” dizeleri eşliğinde.

* * * * *

“Alevdir çünkü benim şiirim,” diyen O, hep Edmond Jabès’in, “umut belki de gelecek sayfadadır/ kapatma kitabı” dizelerini anımsatandı; “Annem sürgünde öldü, babam sürgünde öldü,” dizesindeki vurguyla.

Dizeleri bir manifestoydu sanki…

“Kötülüklerin büsbütün egemen olduğu/ Namussuz bir çağ bu biliyorsun”

“Ne demiş uçurumda açan çiçek?/ Yurdumsun ey uçurum.”

“Biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz ya/ Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını,/ İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz”dakiler gibi.

O, Dersim sürgünü “Kürt Cemo”ydu; asıl adı Cemalettin Seber ya da bilinen adıyla Cemal Süreya…

Yokluklarla, zorluklarla geçmiş bir çocukluğun izleri şiirlerine yansımış. Dersim sürgünü bir çocuk olduğunu yıllar sonra açıklasa da bu, onda her dem kanayan bir yara olmuştur.

1988’de yaptığı bir söyleşide bu travmayı şöyle açıklamıştı; “Anılarımın kökeninde yer etmiş. Küçükken, altı yedi yaşımda doğduğum yerlerden, evimizden, bahçemizden kopartılmıştım. Ardından aileme felâketler gelmişti. Annem ölmüş, babam yoksul düşmüştü. Bunlar yer etmiş bende, bir yerde sanatçı duyarlılığını etkilemiş demek. Silinmezler.”

Dersim katliamından hemen sonradır. Binlerce insan yerlerinden yurtlarından alınıp sürgüne gönderilir. O dönemde Erzincan’ın ilçesi olan Pülümür’de vagonlara bindirilip sürgüne gönderilen ailelerden biri ve o aileden 7 yaşında bir çocuktu: “Bizi bir kamyona doldurdular. Tüfekli bir erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagona doldurdular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu. Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler. Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki,” dizeleriyle anlattığı![4]

1950’lerden itibaren ‘II. Yeni’nin sevda şairi olarak bilinse de, yasaklara da baskılara da kulak tıkamaz Cemal Süreya’nın dizeleri.

Yaşamı 1990’ın 9 Ocak gecesi sonlanan sürgün şiirilerinin şairidir Cemal Süreya; “Ben bir yük vagonunda açtım gözlerimi/ Firavunun ekinlerini yöneten Yusuf da…” dizelerindeki vurguyla.

Kolay mı? Şairliği bu sürgünün izleriyle doludur Onun.

Kürt-Alevî bir aileden gelen Cemal Süreya, sürgün olarak tanınmak, bilinmek istemez. Sürgün yerine göçmen olarak adlandırılmak ister çocukluğunun derinliklerinde.

“Kürtler yalan söylemek zorunda/ Arnavutlar doğru” dizeleriyle içindeki o sırrın sebebini yine kendi açıklar Cemal Süreya. Bilir ki Kürtler açısından, sürgünlüğü ve kimliklerini gizleme zorunluluğu, onları yalan söylemeye iter; Arnavutlar için ise böyle bir zorunluluk geçerli değildir.

Muzaffer İlhan Erdost, Cemal Süreya’nın ideolojisi için “Sosyalizm onun için ilkin açık, sonra gizli sevgilisi olur. Yani sosyalizmi sevmenin yasak olduğu günlerde gizlemedi. Sosyalist olduğunu sosyalizmin ‘moda’ olduğu günlerde de çığlıklamadı ben sosyalistim diye” ifadelerini kullanırdı.[5]

Evet, 1966’da kaleme aldığı, “Biz kırıldık daha da kırılırız/ Ama katil de bilmiyor öldürdüğünü/ Hırsız da bilmiyor çaldığını/ Biz yeni bir hayatın acemileriyiz/ Bütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyor/ Şiirimiz, aşkımız yeniden,/ Son kötü günleri yaşıyoruz belki/ İlk güzel günleri de yaşarız belki/ Kekre bir şey var bu havada/ Geçmişle gelecek arasında/ Acıyla sevinç arasında/ Öfkeyle bağış arasında/ Biz kırıldık daha da kırılırız// Doğanın altın şafağından/ İnsanın altın şafağından/ Tarihin altın şafağından/ Biz kırıldık daha da kırılırız/ Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza,” gibi unutulmaz dizelerin şairiydi Cemal Süreya:

“Bir çiçek duruyordu, orda, bir yerde,/ Bir yanlışı düzeltircesine açmış; // Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.”

“Kuşlar toplanmışlar göçüyorlar/ Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.”[6]

“şu üç günlük sevdalara inat/ serserice değil adam gibi seviyorum”

“Öyle birini sevin ki,/ Yüreğinin solda attığını hissettirsin,/ Kavgada yiğit olsun, devrimci olsun,/ Ekmeğini eşitçe bölüşebilsin yok olanlarla./ Öyle birini sevin ki,/ Sosyalizm koksun her sözü;/ Yazılmamış bir kitap gibi baksın gözleri./ Öyle birini sevin ki,/ Yoldaşın olsun Ömür boyunca;/ Her direnişte, her kavgada, yan yana.”

“Vakit tamamdır diyorum./ Ve sokağın sesi/ Diyor ki değil daha/ Vakit var daha…”[7]

* * * * *

“Öcünü akarak alır ayrılıkların/ aşkımız bizim zifiri su işçimen kederimiz/ doldurup karangu boşlukta kovasını/ özlenen uykuyu dökünce üstümüze/ Güneşi gösterir bize güzeldir gece,” dizelerindeki Diyarbakır’lıydı O…

William Blake “Kimileri sonsuz gecede doğar” demişti. Kürt Adnan Satıcı da onlardandı.

Ev baskınlarını, gece yarısı siren seslerini ve hapishaneleri sığdırdı dizelerine.

Fernando Pessoa’nın ‘Huzursuzluğun Kitabı’ndaki,[8] “En ıstırap veren duygular, en can yakan heyecanlar, aynı zamanda en saçma olanlardır. İmkânsız şeylere karşı, sırf imkânsızlığın yarattığı istek, hiç var olmamış olana özlem, geçmişte olabilecek olana arzu, farklı olmamanın acısı… Bilincin bu yarım tonları içimizde acı verici bir manzara çizer,” satırlarındaki üzere.

Coşkusu da, aşkı da heyecanıyla eştir. Boşuna yazmamıştı şu satırları: “sensin benim kimsesizliğim, ne mutlu bana/ kadınım ben seni kendime kattım/ aynam şaşı şimdi, giysilerim dar/ menevişli ipeğim, canım içinde canım”.[9]

* * * * *

Ve “Hadi gülümse bulutlar gitsin/ İşçiler iyi çalışsın, gülümse/ Yoksa ben nasıl yenilenirim/ Belki şehre bir film gelir/ Bir güzel orman olur yazılarda/ İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse.

Sazlarım vardı, ırmaklarım vardı çok/ Çakıl taşlarım vardı benim/ Ama sen başkasın anlıyor musun?

Tut ki karnım acıktı, anneme küstüm/ Tüm şehir bana küstü/ Bir kedim bile yok anlıyor musun?

İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse,” dizeleriyle Kemal Burkay…

* * * * *

Sonra “- Şiir başta olmak üzere, öykü, roman, oyun ve deneme gibi edebiyat türlerinde verdiği eserlerde kendine özgü lirizmiyle bir kültür figürü…

– Kendi topraklarında kök salmış insanların hayatlarını kuşatan töreleri, şamanistik dönemden kalma inanışları, masal öğelerini, folklorik deyişleri vb. oyunlarının merkezine alıp bu kuşatılmışlığı aşmanın şiirsel dilini kurdu…

– Poetik birikimden etkilenerek, modern şiirin gelenekle olan ilişkisini bir sorunsal olmaktan ziyade kazanım ve imkân olarak gördü;

– Şiirlerinde, çocuklukla, toplumla, tarihle hesaplaşarak ağrılı bir lirizmi egemen kılma ustalığını gösterdi,”[10] diye tanımlanan Murathan Mungan.

O; “Kaç yol arkadaşı kaldı şimdi geriye?/ Gençliğin ilk acılarını birlikte keşfettiğimiz kaç yol arkadaşı?/ Sürüyerek götürdüğümüz dargın beraberlikleri saymazsak ne kalıyor elimizde?/ Ölenler,/ Bir de telefonları,/ adresleri,/ kendileri değişenler…” deyip eklerdi: “Sen bildiğim gibi kalmadın ama,/ ben unuttuğun gibiyim hâlâ”…

“Ne geçmiş tükendi ne yarınlar vurgusuyla, “Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,/ Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,/ Daha biz kimseye küsmemiş,/ Daha kimse ölmemişken,/ Eskidendi, çok eskiden/ Şimdi ay usul, yıldızlar eski/ Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden./ Geçen geçti,/ Geceyi söndür kalbim/ Geceler de gençlik gibi eskidendi./ Şimdi uykusuzluk vakti,” derken haykıranlardandı O:

“Söylenecek sözün çokluğu,/ Bazen insanı dilsiz bırakır./ Tıkanır kalırsınız./ Haklılığın suskunluğu,/ diğer suskunlara benzemez.”

* * * * *

Ve nihayet, bende çok emeği olan Orhan Kotan abimin hâlâ yol gösteren sarsıcı dizeleri:

“çünkü isyan bıçağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum

ve kederin

ve solgun yüzlü işçilerin üzerine

dağbaşlarının hırçınlığı savruluyor benden.

çünkü beni ateşiyle dimdik tutan kin

çünkü benim gözbebeklerimde tutuşan şafak

miting afişleri

cesur pankartlar

ve binlerce militan

derin denizlerin aydınlığı

zorlu sabahlar

gökyüzü ve lâle

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata.”

 

20 Ağustos 2025 13:40:54, İstanbul.

 

N O T L A R

[*] Rojnameya Newroz, Eylül 2025…

[1] Ferit Edgü.

[2] Bkz: i) Temel Demirer, “… ‘Halkın Sıradan ve Gariban Ozanı’: Ahmed Arif”, Kaldıraç Dergisi, No:253, Ağustos 2022… ii) Temel Demirer, “Ezilenlerin, Ötekileştirilenlerin Şairleri”, Güney Dergisi, No:97, Temmuz-Ağustos-Eylül 2021… iii) Temel Demirer, “Leylâ Erbil: ‘Seni, Anlatabilmek Seni’…”, Özgür Bağcılar Aylık Bağımsız Yerel Dergi, No:3, Şubat 2014 iv) Temel Demirer, “Şiir -Çok Ama Pek Çok!- Önemlidir; Özellikle de Karanlıklarda”, Rojnameya Newroz, Aralık 2018… https://temeldemirer.blogspot.com/2019/04/siir-cok-ama-pek-cok-onemlidir.html

[3] Hicri İzgören, “Şair Ölür Şiir Kalır”, Yeni Yaşam, 10 Ağustos 2023, s.10.

[4] Hicri İzgören, “Dersim Sürgünü ‘Kürt Cemo’…”, Yeni Yaşam, 11 Ocak 2024, s.11.

[5] Tarık Özyıldırım, “Cemal Süreya: Bir Sürgün, Bir Şair, Bir Sürgün Şiiri”, 9 Ocak 2024… https://www.evrensel.net/haber/507619/olumunun-34-yil-donumunde-cemal-sureya-bir-surgun-bir-sair-bir-surgun-siiri

[6] Cemal Süreya, Seviş Yolcu, Can Yay., 2021.

[7] Cemal Süreya Sevda Sözleri, Can Yay., 1990, s.116.

[8] Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı, çev: Saadet Özen, Can Yay., 2006.

[9] Eren Aysan, “Bakçada Yeşil Çınar (Adnan Satıcı Anısına)”, Cumhuriyet, 30 Mart 2024, s.12.

[10] Zeynep Oral, “Murathan Mungan: Geçmişten Geleceğe”, Cumhuriyet, 21 Temmuz 2024, s.11.

 

Temel Demirer

hâlâ “tek yol devrim” gerçeğine bağlı olan(lardan); ve nihayet “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek!” diyen(lerin) safındaki sıradan, vasıfsız, herhangi biriyim... 54 tevellütlüyüm... Kemal’den olma Necla’dan doğmayım... Çorum ili Kale mahallesi nüfusuna kayıtlıyım... Okur yazarım... Ve nihayet hâlen “sakıncalı” dedikleri(nden) ve GBT’lerindeyse sabıkalıyım...
Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu