
Türkiye bir kavşaktadır
Türkiye Cumhuriyeti’nin İsrail’le olan ilişkilerinde uzun bir süredir derinlerde artarak devam eden gerilim ilk olarak 1 Ekim 2024 tarihinde Erdoğan’ın TBMM’nin açılış konuşmasında net olarak açığa çıktı.
Söz konusu konuşmada Erdoğan “İsrail’in Gazze ve Lübnan’dan sonra yönünü çevireceği yer bizim vatan topraklarımız olacaktır” diyerek bir süredir giderek kötüleşen İsrail/Türkiye ilişkilerinde yeni bir eşiğin daha aşıldığını ilan etmiş oldu.
Yakın zaman öncesine kadar Türkiye bölgede daha çok İran, Suriye ve Irak’la politik olarak rekabet ederken, çoğu zaman birçok stratejik konularda İsrail’le birlikte davranırdı. Bir çoğumuzun da bildiği gibi uzunca bir süre Birleşmiş Milletler’de İsrail yanlısı bir tutum takınmıştır; İsrail de başta Kürt sorunu olmak üzere bir çok konuda aktif olarak Türkiye’nin yanında pozisyon almıştı.
Fakat zamanla bölgede bütün ilişkiler alt üst oldu. Yukarıda ismini saydığımız devletler günümüz koşullarında neredeyse bölgesel denklemin tamamen dışına düşmüşlerdir. Suriye ve Irak’ın bir daha karşılığı olan birer politik irade olarak ortaya çıkıp çıkamayacakları kuşkuludur. İran ise yoğun saldırı altındadır ve görünen o ki daha uzunca bir süre kendi dışındaki meselelerle ilgilenecek gücü olmayacaktır.
Peki bu noktaya nasıl gelindi, daha düne kadar Türkiye ve İsrail neredeyse stratejik ortak olarak anılan iki devletken, şimdi neden her an birbirleri ile çatışacak iki ülke olarak pozisyon alıyorlar?
Bu sorunun muhakkak birden çok cevabı var. Fakat bana göre en önemlisi AKP iktidara geldikten sonra geliştirdiği “Yeni Osmanlıcılık” siyaseti olmuştur. AKP mutlak manada Arap sokağının hakimi olmaya ve Erdoğan’ı da Sünni İslam’ın lideri olarak öne çıkarmaya çalıştı.
Bu proje bir süre sonra Türk devleti tarafından da onaylandı ve Erdoğan üzerinden hayata geçirilmeye çalışıldı. Eski Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın hükümette yer alması, hemen ardından bu sürecin Yaşar Güler’le devam ettirilmesi söz konusu ortaklığın devam ettiğinin göstergesi olmaktadır.
Dikkat ederseniz bu dönemde Türkiye’nin sadece İsrail ile değil, aynı zamanda Suudi Arabistan ve diğer körfez ülkeleri ile de ilişkileri muazzam gerilmişti. AKP iktidarı başta Mısır olmak üzere bir çok ülkede Körfez ülkeleri ve İsrail’in aleyhine Müslüman Kardeşler’i destekledi.
Türkiye uzunca bir süre saldırı pozisyonundaydı, fakat şimdi artık savunmadadır. Türkiye’nin geçmişteki iddialarını sürdürebilmesinin koşulları artık tamamen ortadan kalkmıştır. Gelinen noktada Suriye ve Irak’ın politik sahneden çekilmesi ve İran’ın gücünü önemli ölçüde yitirmesi sonrası Türkiye bölgede aracısız doğrudan İsrail’le muhataptır.
Bu Türkiye için oldukça yeni bir durum. Eskiden Türkiye bölgesel rakipleri ile her gerildiğinde Kürtler üzerinden yeni politik pozisyon ortaya çıkarabilmekteydi. Fakat bu İsrail’le objektif olarak mümkün değil. İsrail’in eli görece olarak Kürt sorununda oldukça rahat ve geniş bir manevra alanı var.
Kendi adıma İsrail’in Türkiye ile sıcak bir çatışmaya girmek isteyeceğini düşünmüyorum, fakat İsrail Türkiye’yi, politik, askeri ve ekonomik olarak çok güçlü tecrit edebilir. Nitekim Doğu Akdeniz’de Türkiye, İsrail öncülüğünde tecrit edilmiştir. Türkiye bütün bölgesel kalkınma planlamalarının dışına itilmektedir, İsrail Suriye’de Türkiye’nin oyun kurucu olmasına izin vermiyor, yine Irak ve diğer bölge ülkeleri üzerindeki nüfuzunu kullanarak Türkiye’nin tecrit olmasını sağlıyor. Fakat bu tek taraflı bir oyun değil; geçmişte Yeni Osmanlıcılık adına Türkiye İsrail’i kuşatmaya çalışmıştı.
Türkiye bölgesel denklemden tek başına sağlam çıkamaz. Bir kez daha Kürtlere ihtiyacı var. Düşünün Gazze rezaletine, ortaya çıkan insanlık dışı görüntülere rağmen Türkiye bölgede İsrail’e karşı moral üstünlüğü bir türlü ele geçirememektedir. İsrail her defasında Türkiye’ye “tencere dibin kara!” demektedir.
Türkiye’nin tenceresinin dibi gerçekten kara ve bu kara lekenin adı da Kürt Sorunu olmaktadır. Kürt Halk Önderi bu noktada Türkiye’ye muazzam kıymetli bir alan açmaktadır. Türkiye eğer Kürt Halk Önder’inin uzattığı eli tutarsa sadece askeri, ekonomik, politik olarak değil, ahlaki olarak da bölgenin en önemli ülkesi haline gelir. Böyle bir Türkiye işte o zaman herkesin Türkiye’si olur ve bütün bölgeye yön veren, tayin edici bir ülke olur.
Türkiye bir kavşaktadır, direksiyonu nereye kıracağını hep birlikte yaşayarak göreceğiz!