
İnsanın nasıl insan olduğu konusunda kafa yormaya başladığımız zaman dönüp ilk bakacağımız alan, canlılar aleminde en yakın akrabalarımız olan ve ortak bir atayı paylaştığımız diğer primat türleridir.
Primatların tümü sosyal bir yapı içinde yaşarlar. Goriller, bonobolar ve şempanzelerde alfa erkek birey ya da hiyerarşide baskın birey kavramı vardır. Tüm primatlarda görülen bu durum muhtemelen ortak atamız açısından da böyleydi.
İlk büyük devrim: Alfa bireyin düşüşü
Peki insan nasıl primatlardan ayrıştı? Bunu sadece fizyolojiyle açıklamak oldukça genellemeci bir yaklaşım olur. Bildiğimiz tek bir şey var ki homo genine sahip türlerin yaptığı en büyük devrim, alfa bireyin baskınlığına dayanan hiyerarşik yapıyı yıkmasıdır. Birçok bilim insanı, insanın insan olmasını sağlayan gelişme olarak başlangıçtaki bu devrimi gösterir.
New Scientist dergisinin son sayısında bir makale kaleme alan Jonathan R. Goodman da bu konuyu ele alıyor.
İnsan evrimi ve şiddet ve zorbalığa dayanan sistemin yıkılması
İlk insan evrimi konusunda araştırmalar yapan uzmanların ulaştıkları veriler insanların zamanla alfa erkekleri dışlayarak şiddet ve zorbalığa dayalı hiyerarşileri zayıflattığını gösteriyor. İnsanların daha karmaşık sosyal yapılar geliştirdikçe, başka hiçbir primatta görülmeyen bir şey yaptı: Kendilerini evcilleştirdiler. Silahlar yaratabilecek bilişsel kapasiteye ve ittifaklar kurabilecek zekaya ulaştıklarında, sosyal gruplarını yöneten büyük ve öfkeli baskın bireylere karşı koyabildiler.
Harvard Üniversitesi’nden primatolog Richard Wrangham, bunun insan toplumunu derinden şekillendirdiğini ileri sürüyor. Çünkü ilk insanlar alfaları ortadan kaldırmakla kalmadılar, aynı zamanda saldırganlık gibi insan özelliklerine karşı da doğal seçilim uyguladılar. Sonuç olarak insanlar daha iş birliğine yatkın hale geldi ve toplumlar daha eşitlikçi oldu.
Ancak modern dünyaya baktığımızda, gelir eşitsizliğinden siyasal gücün tekelleşmesine kadar birçok örnek bu tabloyla çelişiyor. Günümüzde toplum içinde daha hırçın, gözüpek ve baskın karakterler daha fazlasına sahipler. Bir anlamda avcı-toplayıcı dönemde hiyerarşiye karşı devrimle gelişen insanlık milyonlarca yıl sonra yeniden primat davranışlarına geri dönmüş durumda.
Eşitlikçilik dönemi bir sapma mı?
Bazı araştırmacılar, insanların doğası gereği eşitlikçi olmadığını, ancak tarım öncesi dönemde avcı-toplayıcı gruplar halinde yaşamalarının baskınlık temelli hiyerarşiler kurma eğilimimizi bastırdığını ileri sürüyor. Onlara göre insan eşitlikçiliği U şeklinde bir eğri izler: Başladığımız nokta –diğer büyük maymunlarda gördüğümüz sosyal yapıya çok benzer– geldiğimiz noktayla aynı. Aradaki “eşitlik dönemi” kısa bir sapmadan ibaret.
Goodman bu noktada şunları söylüyor: “Ben de insanların doğuştan eşitlikçi olmadığını düşünüyorum. Hatta insan toplumlarının hiçbir zaman tam anlamıyla eşitlikçi olduğuna inanmıyorum. Antropologların da belirttiği gibi, bugün yaşayan bazı avcı-toplayıcı topluluklarda bile bebek öldürme gibi sert uygulamalara rastlanabiliyor. Ancak bana göre mevcut eşitsizlik, atalarımızın saldırganlığı dışlamasından değil, alfa erkeklerin otoritesinden kurtulmanın başka, belki de daha sinsi bireylerin başarıya ulaşmasına yol açmasından kaynaklanıyor.
İnsanlık, sıkı baskınlık hiyerarşilerinin pençesinden kurtulduğunda, sosyal gruplardaki başarı artık topluluk içinde becerikli manevralarla belirlendi. Bu da başkalarını kurnazca manipüle etmeyi içeren bir tür sosyal zekanın –Makyavelci zekanın– yükselişine neden oldu. Evrimsel biyoloji diliyle söyleyecek olursak, ortada bir iş birliği ikilemi var: Bazı durumlarda başkalarıyla çalışmak lehimizedir, bazen de değildir. Ve herkesin de bildiği gibi, birlikte hareket etme ihtiyacı ile ihanet etme eğilimi zaman zaman çatışır. Sonuç olarak açık rekabet, “görünmez rekabet” dediğim bir biçime evrildi – yani bencil, rekabetçi veya sömürücü niyetleri gizlerken, dışarıya iş birliği yapıyor gibi görünme yetisi. Başka bir deyişle, iş birliğine dayalı bir dünyada rekabet etmek üzere evrimleştik.”
Sinsi bireyin önünün açılması
Goodman aslında bu konuda çok haksız değil. Günümüzdeki karmaşık toplumsal yapılarımızda alfa bir bireyin fiziksel yeteneklerinin çok bir etkisi yok. Daha ziyade sinsi, işbilir, demagog, manipülatör bireyin önündeki kanallar açılmış durumda.
Aristoteles’in deyimiyle, biz sadece sosyal değil, aynı zamanda politik hayvanlarız. Para, güç, eş seçimi, av becerisi veya başka prestij kriterlerine göre başarıyı maksimize etmek için toplum içinde stratejiler geliştiririz. Etkili bir biçimde iş birliği yapabilmek için yalnızca zeki olmamız gerekmiyor; seçici bir şekilde iş birliği yapacak, uygun olduğunda ihanet edecek –hatta bunu kimsenin fark etmeyeceği şekilde yapacak– kadar zeki olmamız gerekiyor.
Toplum kendini savunma mekanizmaları yarattı
Bu sinsi düşmana karşı toplumsallığımız aslında belli savunma mekanizmaları yaratmıştır. Bu savunma mekanizmasını, insan vücudunun kansere karşı mücadelesine benzetebiliriz. Zira insan vücudundaki kanser de aslında vücudun kendi öz hücresinden kaynağını almaktadır. Aynı sinsi bireyin toplumsallığı, toplumu çökertme yönündeki politik eylemleri gibi… Nasıl ki insan vücudu kansere karşı kendi savunmasını sürekli diri tutmaya çalışıyorsa, toplumlar da kendine tehdit oluşturan bu bireylere karşı bir savunma mekanizması oluşturur.
Goodman’ın yazısında bu savunma mekanizmasında yaşanan çöküşü şöyle açıklıyor: “Dünyanın her yerinde insan toplulukları, davranışları yönlendiren sosyal normları geliştirmiştir ve bu normlar, binlerce yıl süren deneme-yanılma süreçleriyle rafine edilmiştir. Ancak nasıl ki kanser hücreleri bağışıklık sistemini atlatmanın yollarını bulabiliyorsa, bazı bireyler de Makyavelci zekalarını kullanarak grubun sosyal normlarını kendi çıkarları için alt üst edebilir. Bu tür hilekarlık küçük ölçekli toplumlarda daha zor olur – çünkü herkes birbirini tanır ve kural ihlalleri kolayca tespit edilip cezalandırılır. Ancak son 10 bin yılda toplumlar büyüdükçe, bencilce davranma fırsatları da çoğaldı. Tarım ağları, şehirler ve nihayetinde ulus-devletler, hile yapmayı çok daha kolay hale getirdi. Çünkü herkesin birbirini kişisel olarak tanımasının mümkün olmadığı gruplarda, daha fazla kişiyi kandırmak kolaylaşır.”
Modern toplumun küçük toplumlardan öğreneceği çok şey var
Günümüz toplumları, milyonlarca bireyin anonim şekilde bir arada yaşadığı karmaşık yapılardır. Bu durumda, kültürel bağışıklık sistemini güçlendirmek her zamankinden daha önemli. Küçük ölçekli toplumların geliştirdiği ihtiyaç temelli paylaşım, kaynakların adil dağıtımı gibi normlardan öğrenilecek çok şey var.
Goodman’a göre çözümün ilk adımı, insan doğasını hem rekabetçi hem de iş birlikçi olarak kabul etmek. Eğitim yoluyla, bireylerin bu içsel çelişkileri fark etmeleri ve dayanışmanın uzun vadeli faydalarını içselleştirmeleri sağlanmalı.
Her birey kültürel bağışıklık sisteminin bir parçası
Bir başka deyişle toplumun her bireyi bu kültürel bağışıklık sisteminin bir parçasıdır; onun güçlenmesi için bilinçli tercihler yapmak zorundayız.
Modern insanlar olarak iş birliği içinde rekabet edebilen, gerektiğinde çıkarlarımızı gizlemeyi başaran, karmaşık ve çok yönlü canlılarız. Bu durum toplum için hem bir tehdit hem de bir potansiyel taşıyor. Toplumları ayakta tutan şey, bireylerin bu içsel ikiliği fark edip, dayanışmayı örgütleyen normlara sadık kalması. Çünkü bu normlar, insan olmanın normları, bu normların dışındaki birey toplumsallığa ve insanlığa büyük tehdit durumunda.