Aktüel Yorum

Tehlikeler ve aşmanın yolları hakkında

Şu ana kadar, ne TBMM Komisyonu’nun, ne de İmralı sisteminde kısmi değişikliklerin en küçük bir hukuki ve yasal garantisi yoktur. “Olumlu gelişmeler” iktidarın iki dudağından çıkacak bir talimatla anında yok olabilir.

Hukuki ve yasal garantilerin olmadığı durumlarda, “olumlu gelişmeleri” garanti altına alacak olan faktör bu gelişmelerin “toplumsallaşmış”, yani halkın örgütlü ve eylemli gücüne dayanıyor olmasıdır.

Şu anda “Barış ve Demokratik Toplum Süreci” en küçük bir hukuki ve yasal garantiye sahip olmadığı gibi, TBMM Komisyonu’nun varlığını ve İmralı’da varolduğu söylenen kısmi iyileleştirmeleri tehdit eden çok ciddi gelişmeler vardır. Ne yazık ki, “Barış ve Demokratik Toplum Süreci”ni mitinglerle, şölenler ve konserlerle “destekleme” dışında, iktidar cenahından gelen bu tehditlere karşı muhalefet güçleri arasında ne geniş bir ittifak, ne de halk kitlelerinin örgütlü eylemlerinden söz etmemiz mümkün değildir.

Önce bu süreci tehdit eden somut iç siyasi duruma bakalım: Bir yandan TBMM Komisyonu’nda toplumun yüzde doksanını aşan çoğunluğunu temsil eden siyasi partiler yer almış ve yüz yıllık Kürt sorununda çözüm ararken, diğer yandan AKP iktidarı seçmen çoğunluğunu temsil eden CHP’ye karşı bir darbe süreci başlatmış. Darbeyi basit bir “belediyeleri ele geçirme” amacına bağlamak, “bize de aynısı yapılmıştı” diyerek önemsizleştirmek, Komisyon’da demokratikleşme sağladığımızda zaten bu darbe de geriye çekilecektir diye düşünmek büyük bir hata olur. AKP yargısı CHP belediyelerini yalnız tutuklamalarla çökertmeye ve ele geçirmeye çalışmıyor. Bu yargı CHP belediyelerini ülke çapında bir “suç örgütü” sayıyor. Eğer yargılamalarda, çoğu sahte delillere ve zorla itirafa mecbur edilenlerin ifadelerine dayanarak belediye başkan ve çalışanları “suç örgütü” denerek mahkum edilirse, bilinmeli ki bu yargılamanın ucu CHP’nin kapatılmasına kadar uzanacaktır.

Size aşırı bir idiaa gibi gelecek olan bu öngörü, iki somut olguya dayanıyor: Birincisi içinden geçtiğimiz Üçüncü Dünya Savaşı’dır. Bu savaşta Türkiye, ABD ve İsrail devletleri tarafından İran’a karşı savaşa sürüklenme tehlikesiyle karşı karşıya. Böyle bir savaş, yıllar sürebilecek bir hazırlığı gerektirir. Ve bilinmeli ki, böyle bir hazırlık “demokratikleşme süreci” olmaz. Yaşanan ekonomik kriz, devlet krizi, toplumsal kriz koşullarında savaş hazırlığı “muhalefetsiz ve seçimsiz faşizm sürecini” zorunlu kılar. Ben CHP’ye yönelik darbeyi böyle bir sürecin ön adımları olarak görüyorum. Kolayca görüleceği gibi, bu adımlar TBMM’de kurulan Komisyon’un varlığı ile çelişmektedir ve Başkan Apo’nun “norm devletle” giriştiği “demokratik uzlaşmaya” karşı sabotajdır.

Öngörüm ikinci olarak şu olguya dayanıyor: Erdoğan ve çevresi TBMM Komisyonu’nun adının da gösterdiği gibi demokrasi yönünde adım attığı gün ilk seçimde iktidardan düşecektir. 2015 yılından beri iktidarın boğazına kadar suça bulaştığı düşünülürse, Erdoğan ve onu kullanmak isteyen “norm dışı devlet” Kürt sorununda çözüme yönelik demokrasiyi önlemek için elden geleni yapacaktır. Şu anda CHP’ye yönelik darbe girişimi bunu gösteriyor.

O halde yeni bir değirlendirme yapmak, demokrasi için “müzakere” ile darbeye karşı mücadeleyi acilen uyumlaştırmak gerekiyor. Darbe durdurulamazsa “Barış ve Demokratik Toplum Süreci” kesinlikle başarısızlığa uğrayacak, İmralı kapıları bir kere daha kapatılacaktır.

Şimdi de iç siyasi durumdan, özel olarak Türk devleti adına Dışişleri Bakanı Fidan tarafından yürütülmekte olan, Suriye politikasına kısaca bakalım. Fidan, Coloni’nin Dışişleri Bakanı’yla yaptığı görüşmeden sonra ortak basın toplantısında, Türkiye’deki çözüm sürecini Özerk Yönetim’in Coloni rejimine, “İslami Arap ulus devleti” temelinde teslim olmasına doğrudan bağladı. Bunun anlamı açıktır: Siyasi partiler Komisyon’da ne tür tavsiye kararları alırlarsa alsınlar, Fidan ve temsil ettiği devlet kliği, demokratik, adem-i merkeziyetçi, laik, demokratik ulusçu ve kadın özgürlükçü Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi terörist, cihatçı, mezhepçi, Arap milliyetçisi ve kadın düşmanı Coloni rejimine teslim olmadığı sürece, demokratikleşme yönünde en küçük adımın atılmasına izin vermeyeceklerini ilan etmiştir. Fidan’ın bu konuşmasından hemen sonra Savunma Bakanlığı adına konuşan sözcü Tuğamiral, QSD’yi yeniden “terör örgütü” olarak tanımladı.

Bu gelişme gösteriyor ki, Fidan, yeni Genelkurmay Başkanı ve Erdoğan sözde Türkiye’de Kürt sorununun çözümünden söz edilirken, Suriye’de Rojava’yı tasfiye etmek için Suriye’nin içişlerine silah zoruyla müdahale etmeye hazırlanmaktadırlar. Bu yönde atılacak en küçük bir adım Başkan Apo’nun inisiyatifiyle başlayan çözüm sürecinin sonunu getirir.

O halde bir yandan DEM Parti ve dostları darbeye karşı CHP’yle eylemli ittifak adımları atarken, CHP de Suriye’nin içişlerine karışma yeltenişine karşı DEM Parti’yle eylemli ittifak adımları atmalıdır.

Aynı zamanda CHP yaptığı mitinglerle erken seçimi zorlarken, DEM Parti de müzakere sürecine karşı yapılan sabotajlar karşısında masasında, erken seçim de içinde, bu sabotajları önleyecek her türlü barışçı yöntemlerin bulunduğunu iktidar güçlerine açıkça bildirmelidir. Şöyle: Ya darbe ve Rojava’ya saldırı süreci durdurulur ya da erken seçimle çözüm sürecine yürünür. “Barış ve Demokratik Toplum Süreci” CHP’ye karşı darbe ve Rojava’ya karşı savaşla tehdit edilirken, ya bunları durdurun ya da erken seçime gidin ültimatomu amaca uygun ve demokratik bir tutum olacaktır.

Deniyor ki, “erken seçim gündemimizde yok”. Tamam. Gündemimizde olmayan erken seçimi “gündeme” değil, “masaya” koymaktan söz ediyorum.

Herkesin “göreceği” şekilde…

Not: Konunun ciddiyeti nedeniyle, bu yazıdaki sadece kendi kişisel görüşlerimi dile getirdiğimi okurların dikkatine sunarım.

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu