Aktüel DünyaAktüel Yorum

78 Aralık Maraş Katliamı

Her yıl bu günlerde Maraş katliamı ile ilgili etkinlikler, anmalar ve yazılarla o tarihin unutulmaması, tarihle yüzleşme istemleri gündemleşir. O zamanla ilgili gözümün önüne bir iki kare gelir. Bunların ne kadar doğru ne kadar anlatılanlarda etkilenmiş kareler olduğunu tam kestiremesem de, bilinçaltıma, beynimin bir taraflarına yerleşmiş kareler olduğu belli.

O zaman yaşananlar zaman içinde doğru-yanlış algılamamla iç içe geçmiş belki, ne kadar doğru ve net olarak hatırlıyorum kestiremesem de hep aynı resimler gözümün önünde akar gider.

Bu resim karelerinden birtanesi Maraş’ta yaşananların ilk haberini bir düğünde aldık gibi kalmış aklımda. O yüzden olsa gerek 78’in Aralık ayında gittiğimiz bu düğün unutulmaz bir kare olarak kaldı beynimde. Düğünün kendisi önemsiz aslında ama o an hissetmiş olduklarım düğünün kendisini unutulmaz kılan.

Bu yaşıma kadar onlarca düğüne katıldım. Genel olarak birbirine benzer düğünler. Aynı kargaşa, aynı stres ve gelin damat kaprisleri. Davetli olduğumuz düğünlere gideriz, geliriz bir iki dedikodu ve unuturuz. Beynimizde yer edinmeyecek kadar önemsizdirler. En yakınlarımızın düğünlerini dahi unutur gideriz.

Henüz çocuğum!

Evet, yaşadığımız şehrin dışında bir düğündeyiz.  Aileden birisinin düğünü. Ve biz çocuklar kendi dünyamızda etrafta koşturup duruyoruz. Derken birden insanlarda bir hareketliliğin başladığını fark ediyoruz.

Ne olduğunu anlamıyoruz. Algılanan ise, sadece insanların yüzünde oluşan bir keder, şaşkınlık ve tam ne olduğunu bilememenin getirdiği soru dolu bakışlar.

Bir haber alındı…

Birden ani toparlanma ve düğünü acele bir şekilde bitirme girişimi. Bir şeyler oluyordu. Hiç te iyi olmayan bir şeyler…

Hareketlilik…

Biz küçüğüz ne olduğunu anlamamız imkansız. Düğünün bitirilmesi ve dışarıdan gelen misafirlerin, yani bizlerin, apar topar hazırlanıp yola düşmemiz.

Sanki herkes bir an önce evine giderse duydukları gerçek olmayacakmış gibi bir beklenti, bir umut…

O akşam evlere dönüldü.

Beklenen bir şey kalmamıştı, havada “ölüm” kokusu vardı. Bu “ölüm” kokusu her saniye hayatımıza biraz daha çok yayılıyordu sanki.

Bizler bir şeylerin olduğunu ve bunların ise hiç de hayra alamet olmadığını seziyorduk ancak korkudan anne ve babalarımıza bir şey sorma cesareti de gösteremiyorduk. Ne de olsa biz sadece çocuktuk ve olup bitenleri kavrayacak durumda değildik.

Günümüzdeki sahip olduğumuz haber ağı yok henüz. Haber almak, bilgilere ulaşmak öyle zor ki. İnsanların beklemekten başka bir şansı da yok. Dil sorunu olduğundan yabancı kaynaklardan yararlanmak da nerdeyse olanaksızdı. O dönemin tek haber kaynağı ise Köln Radyosu. Akşamın bir saatinde, göçmenlere yönelik, her dile bir saat ayrılan bir radyo programı. Ve biz çocukların dahi sessiz oturup dinlemek zorunda olduğumuz saatlerdi bunlar.

Radyoda verilen haberler yetersiz bulunduğunda, anne, babalar ve aynı dil konuşan hemşeriler bir araya toplanıp pür dikkat Alman haberlerinde haber olarak geçer diye televizyonlara kilitlendiklerini anımsıyorum. Evlerimiz birer yas evine dönüşmüş, bir tedirginlik duygusu ve neyin ne kadar doğru olup olmadığını kestirmeye çalışma gayretleri.

Aslında en kötüsü ve inanmak istenilmeyen, insanların gerçekten bu denli bir vahşeti yapabileceğinin, gerçekleşiyor olmasıydı.

Alman kanalları da haber yapmaya başladığında ise olanların doğru olduğu ve yaşanan vahşetin boyutu kavranılmaya başlandı.

Kadınların ekrana yapışmış gözlerinden dökülen gözyaşları benim belleğime çizilenler.

O zamanlar biz çocuklar da haberlerde gördüğümüz resimleri ve olayları algılamada zorlansak ta, o görüntüleri unutmamız mümkün olmadı ve olacağını da zannetmiyorum.

Hiç unutmayacağımız, unutamayacağımız resimler ise;  karnında bebeği canlı canlı çıkartılan hamile kadın, canlı canlı göğüsleri kesilenler…

O yas ortamında çocuk beynimizde olayları anlamak, neden bunlar oldu, neden analarımız günlerdir yas tutup ağlıyorlar diye kendimizce anlamlar çıkartmaya çalışmamız.

39 sene geçti ve Maraş olayları denildiğinde işte bu resimler gözümün önünde canlanır. Gözyaşları, çaresizlik ve neden diye soru dolu bakışlar…

Belki bu yüzden düğünleri sevmem. Düğün denildiğinde farkinda olmadan o tarihi hatırlıyor olmamdan olabilir.

Çocukluğumuzun siyah kareleri, toplumun ve ona göz yumanların, destekleyenlerin yüz karası, toplumsal utançlarımızdan bir tanesi… ki çoğaldılar; Sivas, Roboski…

O zamanı Maraş´ta çok uzaklarda yaşamış olsak da, bizlerde bıraktığı izler, evlerimizi yas evine dönüştüren, analarımızın gözlerinde dinmeyen gözyaşları ve bize sürekli söylenilen ‘sakın ha hiç bir yerde alevi olduğunuzu söylemeyin’ tembihleri gelir aklıma.

Geriye kalan ise korku, ölüm, acı, gözyaşında oluşan resim kareleri…

( Bu yazıyı seneler önce yazmıştım ve hala hersene aynı duygular yaşandığında bu sene de sadece geçen senelerin sayısını değiştirerek sizlerle paylaşmak istedim…)

Ayse Kazci / 18.12.2017

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu