Aktüel Yorum

SINIFLI-SÖMÜRÜCÜ TERÖRİST DEVLETİN MARİFETLERİ[1]

TEMEL DEMİRER

“Zorunluluk anlamaya zorlar.”[2]

10 Ekim 2015 An-Kara Garı Katliamı’nı bugün, 3 Kasım 2025’de konuşuyoruz; yani 3 Kasım 1996’dan 29 yıl sonra.

Malumunuz, 29 yıl önce bugün, Susurluk’taki “trafik kazası”nda bir kamyon devlet gerçeğine çarptı ve de “derin (denilen) devlet”in ne olduğu gözlerimizin önüne serildi.

10 Ekim Katliamı’nı konuşmak, V. İ. Lenin’in “Devlet, özel bir şiddet örgütüdür; herhangi bir sınıfı bastırmak için bir şiddet örgütüdür,” diye tanımladığı hakikât ile yüzleşmektir.

Çünkü sınıflı sömürücü kapitalist devlet Gladio, Altın Post, Kontrgerilla, Ergenekon, “Derin (denilen) Devlet”dir! Yani 6-7 Eylül 1955’in,[3] Maraş-Çorum-Madımak’ın,[4] 16 Mart 1978 Beyazıt Katliamı’nın, Roboskî’nin,[5] Suruç’un,[6] Kürt illerindeki kirli savaşın,[7] Ankara Garı Katliamı’nın[8] mimarıdır…

Liberaller, post-Marksistler gibi lafı evirip çevirmeden açık ve net konuşalım: Sınıflı sömürücü devlet, siyasal suç makinesidir, sınıfsal bir hukuk(suzluk)tur, sömürü ve de terör(ist)dür![9]

Evet sınıflı sömürücü devletin ne olduğunu “ama”sız, “fakat”sız ortaya koymadan yol alamayız…[10]

“Devlet, özel bir güç örgütlenmesidir; belirli bir sınıfın bastırılmasına yönelik bir zor örgütüdür. Peki, proletarya hangi sınıfı bastırmak zorundadır? Doğal olarak, yalnızca sömürücü sınıfı, yani burjuvaziyi. Emekçiler devlete yalnızca sömürücülerin direnişini bastırmak için gereksinim duyar.”

“Marx’a göre, devlet, bir sınıfın egemenlik organıdır, bir sınıfın bir başkasını ezmesini sağlayan organdır; sınıflar arasındaki çatışmayı yumuşatarak bu baskıyı yasallaştıran ve ona süreklilik kazandıran “düzen”in kurulmasıdır.”

“Devlet, toplumun bağrından doğan ama kendisini onun üzerine koyan ve ona giderek yabancılaşan ‘güç’tür.”[11]

“Devlet, örgütlenmiş zorbalıktır ve toplumsal gelişmenin belli bir aşamasında kaçınılmaz olarak ortaya çıkar: Uzlaşmaz sınıflara bölünmüş toplum, varlığı belli ölçüde kendi varlığından kaynaklanan bir ‘iktidar’ı başa getirmeden yapamaz olur. Sınıfsal çelişkilerden doğduğu için devlet her zaman ‘güçlü’ olanındır; ekonomik üstünlüğü ele geçiren, bunun yardımıyla siyasal egemenliği de elde eden sınıfındır ve bu nitelikleriyle devlet, ezilen sınıfın dize getirilmesinin ve sömürülmesinin yeni bir aracıdır.”[12]

Vurguluyorum: Marksizm-Leninizm’i “aşanların” çoğaldığı bu “Fetret Devri”; Antonio Gramsci’nin, “Eskinin çürüyüp yok olduğu, yeninin ise bir türlü ortaya çıkamadığı bir değersizleşme, bir çürüme dönemi yaşıyoruz.” “Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor; şimdi canavarlar zamanı,” diye betimlediği (geçici) hâle ve ılımlılarına teslim olmamak çok önemlidir.

Geçerken hatırlatayım: “… ‘Ilımlılık’ sömürgecilik ajanlarının kullanmayı sevdiği kelimelerden biridir. Korkanlar veya herhangi bir biçimde ihanet etmeyi düşünenler hep ılımlıdır. Halk ise, kesinlikle, hiçbir zaman ılımlı değildir.”[13]

Şimdi tüm “tarafsızlık”, sınıflar üstü “demokratlık” yalanlarını elimizin tersiyle iterek; “Şu anda yapmamız gereken, varolan her şeyin acımasız, eleştirel değerlendirilmesidir; acımasız derken, eleştirimizin kendi elde edeceği sonuçlardan da, yerleşik güçlerle çatışmaya girmekten de korkmaması gerektiğini anlatmak istiyoruz,” diyen Karl Marx’a kulak vermektir.

10 Ekim’i (ve benzerlerini) konuşurken V. İ . Lenin’in’in, “Emperyalizm hem dışta hem de iç siyasette demokrasiyi yıkmaya doğru, gericiliğe doğru götürmek için mücadele eder. Bu anlamda emperyalizm söz götürmez bir biçimde genel olarak demokrasinin, bütün demokrasinin inkârıdır,” saptaması ile Antonio Gramsci’nin, “Kayıtsızlardan nefret ediyorum,”[14] uyarısı göz ardı edilmemelidir.

O hâlde başlayalım!

TANIM(LAR)I

Egemen şiddetin içeriği ve düzeyi artık ürüne el koyma aracı olan devletin ve onun örgütlü/ “meşru” şiddetinin araçları olan ordu ve polis kurumlaşmasıyla bağlantılıdır.

Malum: Mahatma Gandhi’nin, “Poverty is the worst form of violence/ Yoksulluk şiddetin en acımasız şeklidir!” saptamasındaki üzere egemen siyasal-toplumsal şiddet bekası için kendi yasalarını da çiğneyip, gayri ahlâki yöntemlere başvurmaktan geri durmaz.

Bu gerçek ışığında emekçilere, ezilenlere yönelik zulmün ya da terörün, örgütlü şiddetin nedeni konusunda -kimi “maruzatlar”a aldırmadan!- devlete “Sebep sensin” demeden olmaz; bu, 10 Ekim 2015 An-Kara Garı Katliamı için de böyledir…

Söz konusu hâl Fransızca kökenli “terör” ya da eski dildeki “tedhiş” sözcüğü ile tanımlı bir yıldırma, korkutma, bastırma eylemidir.

Prof. Dr. Kadir Cangızbay’a göre, “Tedhiş. TeDHiŞ, DeHŞet’le aynı kökten (D-H-Ş) ve de insanları dehşete düşürüp yapacağını yapamaz, söyleyeceğini söyleyemez, yazacağını yazamaz, çizeceğini çizemez, gideceği yere gidemez, kısacası mefluç, yani felçli hâle getirmeye yönelik şiddet eylemi /tehdidi…

Yüzlerce yıllık ‘tedhiş’, doksanlı yıllarda resmi metinler ve demeçler başta olmak üzere yerini ‘terör’e bırakmaya başlar: Alçakça bir operasyon. ‘Tedhiş’ yerine ‘terör’ü yerleştirmekle, terörden, yani tedhişten, dolayısıyla da terörizm ve teröristten bahsetmenin zorunlu koşulunun, ortada ‘insanları dehşete düşürüp mefluç hâle getirme’ye yönelik bir eylem veya tasarruf’un bulunması olduğunu gözlerden gizleyip, sınırları tümüyle belirsiz bir suç kategorisi yaratmak amaçlanmaktadır.

‘Tedhiş’ten bahsetmenin zorunlu koşulunun ‘dehşet yaratma’ olduğu, ‘terör’ gibi yabancı bir kelime aracılığıyla doğrudan görünmez hâle getirilsin ki ‘çocuklar ölmesin’ demek, ‘barış bildirgesi’ yayımlamak/ imzalamak ya da kravatında diğer renklerin arasında kırmızı-sarı-yeşil’in de bulunması, insanların teröristlikle suçlanması, hedef gösterilmesi ve her türden cezaya uğratılması için gerekçe yapılabilsin.

Devletin gözünde ‘terörist’, ne suçlu vatandaştır ne de düşman askeri; üstü hukuken baştan çizilmiş, yani ‘yok’, dolayısıyla fiziken de yok edilmesinde beis bulunmayan bir canlıdır. Bu şekilde, hukukun evrensel kuralı olan ‘yasayla tanımlanmamış suç da olmaz, ceza da’ anlayışı tümüyle devre dışı bırakılmış, ‘suç’ kişinin fiilinden tümüyle kopartılmış, dolayısıyla ceza da ödül de kişinin kimliği temelinde fişlenmesine tabi kılınmıştır: Tam tamına bir istihbarat devleti/ muhaberat imparatorluğu”dur.[15]

Tamı tamına böyle, ama dahası da var!

“Kapitalist ve ondan önceki sömürücü toplumların uyguladıkları şiddetin yöntemi ve biçimi ne olursa olsun, öz itibariyle hak isteyen, ezilen halkları sindirmek ve dirençlerini kırmak için uyguladıkları bir saldırı yöntemidir. Bu baskı kimi zaman ‘burjuva demokrasisi’ şeklinde tezahür etse bile özü değişmemektedir. Yani şiddet ve terör bunların temel ve vazgeçilmez uygulamaları olagelmiştir. Kapitalist ekonomik sistemin devresel ve siyasi bunalımları derinleştikçe uyguladığı şiddetin dozu da artar. Böylesi zamanlarda kapitalizmin en kanlı, en acımasız, en soykırımcı biçimi olan faşizm devreye girer. Başka türlü halkların ve emekçilerin hak arama istemlerini bastırmanın imkânı kalmaz. İşte o zaman terör ve soykırımlar kol gezer: Egemen şürekânın devreye soktuğu terör ve kitle imha silahlarıyla uygulanan soykırımlar bunun tipik örneğidir.

Tam da burada teröre bir tanım vermek gerekirse: Terör; sömürücü bir düzenin devamlılığı için kitleleri sindirmede baş vurulan ‘yasa tanımaz’, ahlâk bilmez, kana doymaz bir saldırı ve provokasyon uygulamasıdır. Bu tanımdan da rahatça anlaşıldığı gibi terör, sömürücü ve baskıcı güçlerin halkı sindirme yöntemidir. Bu nedenle demagojinin temel alındığı ve kandırma yönteminin kol gezdiği bir dünyada terör de kaçınılmaz olarak varlığını devam ettirmek zorundadır. Şimdi terörün ne olduğu ve teröristin de kimler olduğunu anlamak kolaylaşır.”[16]

Tam da bunun için yani sürdürülemez kapitalist emperyalist vahşetin ulaştığı boyutlarda kimi burjuvalar bile “Kendi günahlarımızı başkalarında görünce dehşete düşeriz,”[17] dercesine şunları ifade edebilmektedirler:

Kale Grubu Yönetim Kurulu Başkanı ve İSO Meclis Başkanı Zeynep Bodur Okyay, Ali Koç’un, “Kapitalizm ortadan kalkmalı,” sözlerine destek verirken “Kapitalizmin insanileştirilmesi” gerektiğini söyledi. Bodur, “Bir türlü azaltılamayan gelir adaletsizliği, terörün yolculuğunu hızlandırdı. Vahşi kapitalizme dur demezsek terörün yarın hangi başkentin kapısını çalacağını bilemeyiz,” dedi![18]

  1. “C” PRAĞİNDEN KARELER

Topal Osman’dan İpsiz Recep’e, oradan “ülkücü mafya”ya uzanan tarihte “Faili Meçhul -Olmayan- ‘Kayıp’(lar)” coğrafyasıdır T. “C”;[19] bunu kim inkâr edebilir ki?!

“Nasıl” mı?

Örneğin Devlet Bahçeli’nin, Abdullah Çatlı, Alaattin Çakıcı gibi mafya liderlerine “dava arkadaşım” diyerek sahip çıktığı ya da Tansu Çiller’in 26 Kasım 1996’da başbakan yardımcısıyken DYP grup toplantısında Abdullah Çatlı için, “Bu millet uğruna, bu ülke uğruna, devlet uğruna kurşun atan da kurşun yiyen de bizim için her zaman saygıyla anılır, şereflidir,”[20] dediği bir tablodan söz ediyoruz!

Bu kadar da değil!

  1. i) “Susurluk” davasında yargılanan eski Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, ülkücü Abdullah Çatlı’nın 1980’den 1994’e kadar çeşitli konsolosluklar ve valiliklerden 9 pasaport aldığına işaret edip, “Pasaportlar göz önüne alındığında şahsın sahte veya gerçek herhangi bir belge edinmekte bir güçlük çekmediği anlaşılmaktadır,” derken; Ağar’ın verdiği bu bilgi, Çatlı’nın devlet tarafından nasıl korunduğunu ortaya koymuştu.[21]
  2. ii) 1992-94 yılları arasında pek çok faili meçhul cinayete karıştıktan sonra devlet tarafından kimlikleri silinen dört itirafçının yeni isimleri yıllar sonra açıklandı. Haklarında onlarca suçlama olan bu kişiler artık yargılanabilecek. Öte yandan 3 Eylül 2010 tarihinde 16 yıllık JİTEM soruşturma ve duruşması davasında ilk kez iki sanık hâkim karşısına çıktı.[22]

iii) Turgut Özal, 1988’de, kimin tarafından örgütlendiği netleşmeyen bir suikast girişimine maruz kaldı. Tetikçi yakalandı, çok kısa süre cezaevinde yattıktan sonra serbest kaldı ve bu suikasta ilişkin hiç bir bilgi vermedi.

Suikast Savcısı Uğur Tönük, tetikçi Kartal Demirağ’la ilgili gelişmeleri 2006 yılında Can Dündar’a şöyle anlatmıştı: “Afyon Dazkırı’da 1974-77 seneleri arasında Ege’de meydana gelen sol hareketleri önlemek için bir kontrgerilla teşkilâtı kurulduğunu, Kartal Demirağ’ın da bu teşkilâtın yetişmiş bir elemanı olduğunu tespit ettik.”

Suikastçı Demirağ, özel kamplarda emekli askerlerce eğitilmişti. “Her şeyi vatanımız için yaptık” diyor, MİT’le ilişkisi olduğunu söylüyordu.

Tönük, Ortaköy’de bir villaya davet edildi. MİT görevlisi olduklarını sandığı üç görevli kendisine “Bu tahkikatı kesin” dedi. Tönük soruşturmadan çekildi.[23]

  1. iv) TBMM ilk kez 1991’de bir ihbar mektubuyla varlığından haberdar olduğu Yeşil’in dosyasını yeniden açmak için iki suç duyurusunda bulundu. 1991’deki Meclis raporu hem Yeşil’i hem cinayetleri örtbas etmiş.[24]
  2. v) İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Silivri’de görülen duruşmada dosyaya gelen evrakı okuyan Mahkeme Başkanı Hasan Hüyesin Özese, Adli Tıp Kurumu Başkanlığı tarafından düzenlenen raporda eski Özel Harekât Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin’in “ceza ehliyetinin tam olmadığı”nın kaydedildiğini açıkladı.[25]
  3. vi) Bodrum Yalıkavak’taki evinin banyosunda geçen günlerde başından silahla vurulmuş hâlde bulunan eski MİT görevlisi Tahsin Haluk Akter’in cinayete kurban gittiğinin ortaya çıkmasının ardından, ailesi katillerin bulunmasını istedi. 1987’de ortaya çıkan MİT raporunun ardından, MİT Arşiv-Sorgu Müdürü Ferdi Tamer ile Akter’in o dönem raporla ilgili telefon konuşmaları medyaya yansımıştı. Raporu yazan MİT görevlisi Mehmet Eymür’ün yanı sıra, Hiram Abas ve Korkut Eken de görevden uzaklaştırılmıştı. Tamer ise emekli olduktan sonra öldürülmüştü.[26]

vii) 28 Aralık 2011’de 34 kaçakçının bombardımanda yaşamını yitirdiği Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Roboskî’de yaşanan katliam “AKP’nin sırtındaki ağır bir savaş suçu”dur.[27]

viii) 28 Mayıs 1980 tarihinde başlayan ve 6 Temmuz’a dek süren Çorum Katliamı, sadece bir halkı hedef alan bir saldırı değil; aynı zamanda planlı, organize, devletin resmi ve sivil uzantılarıyla yürüttüğü sistematik bir imha girişimidir. Bu katliam, tıpkı Sivas, Maraş ve Dersim gibi, Türkiye’de toplumsal hafızaya kazınan en kanlı sayfalardan birisidir.[28]

  1. ix) Madımak Oteli ateşe verilerek 33 aydın, yazar ve sanatçının öldürüldüğü Sivas Katliamı’nda katledilenlerin anmasında, “Sivas’ı yakanlar, AKP’yi kuranlar” denildi.[29]
  2. x) Urfa’nın Suruç ilçesinde 20 Temmuz 2015’te 33 kişinin katledildiği, onlarca kişinin yaralandığı, IŞİD tarafından geçekleştirilen katliam davasında tüm taleplerin reddedilip tek sanığa ceza verilerek dosyanın kapatılmak istenmesine karşı katliamda oğlunu yitiren Feti Aydın, “Karar belleğimizde bir yara” deyip, mahkemede adaleti göremediklerini söyledi.[30]
  3. xi) İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt yerleşkesinde 1978 yılının 16 Mart günü devlet destekli faşistlerin saldırısına uğrayan 7 öğrenci katledildi, 50’den fazlası yaralandı. Davanın 2008 yılında zamanaşımı gerekçesiyle kapatıldı. Cezasızlıkla sonuçlandı.[31]

Bunlar yakın tarihten rastgele seçilmiş olaylar. Her birindeki “devlet” damgası, onun “terörist” yüzünü açık etmeye yetmez mi?

Hayır, bu kadarı da yetmez. Bir de Susurluk var!

“DERİN (DENİLEN) DEVLET”İN SUSURLUK’U

“The State Within/ Derin Devlet” denilen şey aslında kapitalizmin hülasasından başka bir şey değildir.[32]

“Nasıl” mı?

“Devlet aslında bir suç örgütüdür. Düşmansız yapamaz, varlığını ‘düşmanın’ varlığına borçludur. Bu yüzden de düşman üretmek, yeniden üretmek zorundadır. Bu amaçla da sürekli olarak teröre başvurur. Kelimelerin, kavramların ne anlama gelmesi ‘gerektiğine’ devletin adamları karar verir ama bu dünyada, bu sınıflı toplumlarda herkes için aynı anlama gelen bir kelime, bir kavram mümkün değildir. Devlet neyin terör, kimin terörist olduğuna karar verir ve gereğini yapar… Sözde suçla, suç örgütleriyle mücadele ettiği söylenir ama asıl suçu ve suçluyu üreten-yaratan devletin kendisidir… Toplumun geniş kesimlerini yoksullaştırarak, mülksüzleştirerek yol alır. Mülk sahibi sınıfların bir iktidar aracıdır ve onların hizmetindedir. Büyük hırsızlar (mülk sahibi sınıflar) daha çok çalsınlar diye, küçük hırsızları etkisizleştirmek esastır. Hapishanelerde yatanlar bilir: Orada büyük hırsızlara rastlanmaz…”[33]

Meseleyi Susurluk üzerinden açımlarsak: 3 Kasım 1996’daki Susurluk kazasının mafya, siyaset, polis üçgenini gözler önüne serdiğini inkâr eden var mı? Olabilir mi?

1990’lı yıllarda işkencede ölümler, yargısız infazları ve Abdullah Çatlı, Hüseyin Kocadağ, Sedat Bucak, Tansu Çiller, Mehmet Ağar, Veli Küçük, İbrahim Şahin, Korkut Eken, Ayhan Çarkın, Oğuz Yorulmaz, Ercan Ersoy, Ayhan Akça, Ziya Bandırmalıoğlu, Haluk Kırcı, Ömer Lütfi Topal, Ali Fevzi Bir, Sami Hoştan, Yaşar Öz’e uzanan icraatlar!

Hatırlar mısınız? T. “C” devletinin zirvesi 22 Aralık 1996’da Çankaya da bir araya gelip Susurluk kazasıyla ortaya çıkan kirli ilişkileri konuşmuştu. Masanın etrafında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in yanı sıra Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ile muhalefet liderleri Mesut Yılmaz, Deniz Baykal, Bülent Ecevit ve Muhsin Yazıcıoğlu oturuyordu. Susurluk ile ortaya çıkan devlet-polis-mafya-siyasetçi ilişkileri konuşulup, değerlendirmeler 75 sayfalık tutanak hâline getiriliyordu.

Tutanakta dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan bile “Bu nasıl şebeke” diye hayret ediyor. ANAP lideri Mesut Yılmaz, faili meçhul cinayetleri işleyenlerin devlet içinde korunduğunu söylüyor. Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller de, Abdullah Çatlı’yı koruyan sözlerine açıklık getiriyordu.[34]

“Derin (denilen) Devlet”in sivil yüzü “masum”u oynarken hâl, Leonard Cohen’in ünlü şarkısı ‘Everybody Knows/ Herkes Biliyor’u (Herkes bütün düzenbazlıkları, yalanları bilir ama her şey aynen devam eder!) hatırlatıyordu! Susurluk hakikâti bu şarkıda anlatılanın ta kendisi, hatta daha da fazlasıydı…

Sözü “Ayhan Çarkın’ın sözlerine dudak bükenler, Susurluk’ta nelerin kapatıldığını bilmiyor demektir,”[35] notu düşülen ve eski özel harekâtçının da “İki Abdullah’ı sevdim. Çatlı ve Öcalan,”[36] dediği maşaya bırakıyorum. Çünkü o, köy boşaltmalar, JİTEM korkusu ve Kürt işadamlarına yönelik cinayetlerle bezeli 90’lı yılların “kara kutusu” Susurluk hükümlüsü idi!

  1. i) Ayhan Çarkın, “91 cinayetten emniyetin de devletin de haberi var,”[37]
  2. ii) “Çok sayıda faili meçhul olaya karıştığını anlatan eski Özel Harekâtçı Ayhan Çarkın, “Vatan için yaptığımı düşünüyordum, yanılmışım. Asıl ölen benim. Öldürmedim, öldürttüler,”[38]

iii) Ayhan Çarkın’ın işkence edildikten sonra gömüldüğünü söylediği, 1992’den beri “kayıp” listesindeki üniversiteli genç Ayhan Efeoğlu’nun “kayıt dışı” şekilde gözaltına alındığı ortaya çıktı.[39]

  1. iv) Ayhan Çarkın, İstanbul’da 16-17 Nisan 1992’de İstanbul Emniyeti İstihbarat Şube Müdürü Hanefi Avcı’nın yönettiği ve ondan fazla kişinin öldüğü Dev-Sol operasyonlarında “Bedri Yağan ve Sinan Kukul, yargısız infaz sonucu öldürüldü, yargısız infaz yapıldı” deyip ekledi: “Çatışma süsü verilen diğer bir olay ise Kasımpaşa Kulaksız’da Nurten Demir ve İsmail Akerçeşme olayı da yargısız infazdır. Bu olay hem de tam karakolun bitişiğinde gerçekleşmiştir. O dönem hiç kimse ispatlayamıyordu. Hastane, adli tıp, basın, yargı hep aynı tip insanlar tarafından kuşatılmıştı. Halkın Hukuk Bürosu denilen avukatların içinde de bir sürü p..şt doluydu. Bir tarafından savunuyor öbür tarafından satıyorlardı. Sorgu ve işkencelere bile giriliyordu. Siyasi Şube’nin en alt katında nezarethane ve daha alt katta sorgu odaları ve işkence odaları vardı. Ya tiksindim o dönem, lanet gelsin sizin yaptığınıza. O dönem bazı kadınlara tecavüz de edilmiştir. İsimlerini yargıya verdim.”[40]
  2. v) Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince “Suç işlemek amacıyla kurulan silahlı suç örgütünün faaliyeti çerçevesinde tasarlayarak kasten birden fazla adam öldürme” suçundan tutuklanan Ayhan Çarkın, Mecit Baskın, Avukat Faik Candan ve Avukat Yusuf Ekinci cinayetleri konusunda ‘somut bilgiye’ sahip olduğunu anlattı. Çarkın, bu cinayetlerin Milli Güvenlik Kurulu ve devletin bilgisiyle gerçekleştiğinin kendisine söylendiğini iddia etti.[41]
  3. vi) Ayhan Çarkın’ın “O cinayetler MGK ve devletin bilgisi altında işlenmişti” itirafının ardından yeniden gündeme gelen Namık Erdoğan cinayetinde 16 yıl sonra balistiğe yollanan mermiler için DGM’nin “Mermiler bulunamamıştır” dediği ortaya çıktı. Yılmaz Erdoğan’ın ‘Kayıp Kentin Yakışıklısı’ adlı şiirinde anlattığı amcası Namık Erdoğan, 8 Mayıs 1994 günü kaçırılıp, cesedi Kırıkkale’de Kızılırmak kenarında bulunmuştu.[42]

vii) Faili meçhul cinayetler soruşturmasının en önemli tanığı Ayhan Çarkın, “Topal cinayetiyle ilgili kayıtlar Mesut Yılmaz’da,”[43] dedi.

viii) İtirafçı Ulaş Özel, JİTEM için çalıştığını belirterek, “Ben cezaevinde yatıyor gözükürken, dışarıda operasyonlara katılıyordum. Öldürdüğümüz kişi başına zarf içinde para alıyorduk,”[44] dedi.

  1. ix) Sedat Peker, Ankara’da devam eden faili meçhul cinayetler soruşturmasında 2 Kasım 20112’de verdiği ifadede işadamı Ahmet Hamoğlu’nun listeden çıkmak için Korkut Eken’e para ödediğini ileri sürdü.[45]
  2. x) Eski MİT’çi Mehmet Eymür dokuz sayfalık ifadesinde; içinde özel harekât polisleri, askerler, dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın da yer aldığı oluşumun adam kaçırdığını, infazlar yaptığını ve haraç aldığını örneklerle anlattı. Bu yapılanmaya karşı mücadele ettiği için tehdit edildiğini söyledi.[46]
  3. xi) Eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar, “Biz tarihin o sürecinde üzerimize düşmüş olanı, bütün iyi niyetimizle yapmanın gayreti içinde olduk. Kusurumuz olursa bilerek değildir, hizmet kusurlarıdır. Kusurlarımız olmuştur, suçumuz olmamıştır. Ben de çok konuşmak istiyorum, içim dolu ama bu süreç buna mani teşkil ediyor…”[47]

xii) Orgeneral Eşref Bitlis’in ekibinde yer alan eski Tunceli İl Jandarma Alay Komutanı Albay Kazım Çillioğlu’nun ölümü üzerindeki sır perdesi 17 yıl sonra aralanıyor. Ailesinin başvurusu üzerine klasik otopsi için 9 Haziran’da kabri açılan ve ilk incelemede iki kaburgasında kırık, kürek kemiğinde de delik tespit edilen Çillioğlu’na ait olay yeri fotoğrafı, 27 Haziran 2011’de Yeni Şafak gazetesinde yayımlandı. Fotoğrafta intiharı yalanlayan, cinayet ihtimalini güçlendiren detaylar var. Olay yeri fotoğrafı, Çillioğlu’nun ölümünden hemen önce darp edilerek lojmanının içinde sürüklendiğini ortaya koyuyor.[48]

“DEVLET TERÖRÜ”

Kimilerine “oksimoron” gibi gelse de, “Devlet Terörü”, sınıflı sömürü tarihi boyunca iktidarın muhalif sesleri, itirazı bastırıp, yok etmek için yasalarını tekzip eden yöntemlere başvuran uygulamadır. Yani devlet, doğası gereği, örgütlenmiş terördür. Yani iktidarın, dokunulmazlığını, çıkarlarını koruma metodudur. Terör de, onu yaratan muktedirin ta kendisinin, yani hâkimiyeti elinde tutanın icraatıdır.

Çünkü Eduardo Galeano’nun, “Brezilya’da köylüler sordu: İnsansız bu kadar toprak varken, neden topraksız bu kadar insan var? Onlara kurşunla cevap verildi”;[49] Louis Althusser’in, “Genel olarak verilen bir durumu kontrol etmek isteyenler, hiçbir zayıf noktanın sistemin tümünü savunmasız bırakmayacağından endişelenecektir,” vurgularıyla müsemma devlet terörü için eleştiren ve itiraz eden herkes terörist olabilir.

Coğrafyamızda süregiden “Ya bizdensin, benim gibi düşünürsün ya da teröristsin” pratiğindeki üzere…

Devlet terörü istikrarsızlaştırma, bastırma ve muhalefeti parçalanmayı hedeflerken; “Terörle Mücadele Kanunu” tam anlamıyla devlet despotizminin ne olduğunu sergiler.

“Nasıl” mı?

Örneğin:

“Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi Ahmet Hakan’ın Tarafsız Bölge’sinde ‘PKK terör örgütü değildir’ dedi ve kıyamet koptu.

Kıyamet önce program sırasında koptu. Katılımcılar Elçi’nin sözlerini ‘Şiddet ve nefretle’ protesto ettiler. Ardından milliyetçilik, ırkçılık ve dincilik bulamacında yol alan malum medyanın habercileri, yorumcuları Tahir Elçi’ye yüklendiler.

Onun da ardından ‘suç mahalli’ndeki yetkili savcılık olan Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı bu sözleri nedeniyle Elçi hakkında ‘Terör örgütü propagandası’ iddiasıyla soruşturma başlattı. Savcılığın iddiasını ciddiye alan Bakırköy 2’nci Sulh Ceza Hâkimliği de Tahir Elçi hakkında yakalama kararı çıkardı.

Diyarbakır Barosu’ndaki odasında oturan, evi belli, adresi belli, işi belli Tahir Elçi polisler tarafından ‘yakalandı’ ve mevcutlu olarak İstanbul’a getirildi. 20 Ekim 2015 sabahı savcının karşısına çıkarıldı. Savcı da bu ağır suçu(!) işleyen, kaçma tehlikesi(!) bulunan, delilleri karartabilecek(!) olan Tahir Elçi’yi tutuklama istemiyle sulh ceza hâkimliğine sevk etti.

Diyarbakır Baro Başkanı hakkında çıkarılan yakalama kararının gerekçesi de var. Aynen aktarıyorum: ‘Şüpheli hakkındaki soruşturmanın sonuçsuz kalmasını sağlamak amacıyla yurtiçinde saklandığı, tüm aramalara rağmen kendisine ulaşılamadığından ve tebligat yapılamayacağı anlaşıldığından yakalama emri düzenlenmesine…’ Vay be…”[50]

Evet, devlet terörü, devletin politik amaçlara ulaşabilmek için toplumda korku yaratmaya yönelik şiddet kullanması veya kullanma tehdididir!

Devlet terörü belirli bir davanın veya problemin propagandası için korku yaratmak üzere tasarlanmış, uluslararası düzeyde yasaklanmış şiddetin, ideolojik olarak motive olmuş stratejisidir.

Toplum üzerinde korku ve endişe ortamı yaratmak suretiyle politik amaçlarına ulaşabilmeyi hedeflemesidir.

Ve de devlet terörünün alet çantasında, “kapitalizm yasal mafyadır, mafya da yasadışı kapitalizm” diye tanımlanan mafya da vardır![51]

Gerçekten de coğrafyamızda mafyanın devletin aslî unsurlarından olduğunu bilmeyen var mı hâlâ?![52]

YERKÜRE ÖRNEKLERİ(NDEN)

“Tarihin” mutlak ruhu gerçekleştirmeye doğru ilerlediği düşüncesine karşı, “Tarih uyanmaya çalıştığım bir kâbustur” diyordu, James Joyce’un ‘Ulysses’sindeki entelektüel Stephan Dedalus…

Haksız da değildi. Çünkü egemen(ler)in tarihi bir kâbustan başka bir şey değilken; Hannah Arendt’in, “İktidar ile şiddet birbirine karşıttır, iktidarın bitmeye başladığı yerde şiddet başlar,” zırvasını bir kenara itip, emperyalizm gerçeğine kafa yormalıyız.

Malum: “XX. yüzyıl eski kapitalizmden yeni kapitalizme, genel olarak sermaye egemenliğinin sermaye egemenliğine dönüştüğü bir dönüm noktasıdır.”[53] “Kapitalizmin olanaklı en kısa tanımını yapmak gerekseydi, emperyalizmin kapitalizmin tekelci aşaması olduğunu söylerdik.”[54]

Buraya dek ifade ettiklerimize yerküre örnekleri(nden) birkaçını da eklemeden geçmeyelim…

Egemen terörün arkasında kim var?

Taliban, El Kaide, Boko Haram, İŞİD, El Nusra, daha onlarcası, doğrudan ve dolaylı olarak ABD ve NATO’cu ortakları tarafından yaratıldılar, finanse edildiler, eğitildiler, silahlandırıldılar, ekonomik ve stratejik emperyalist çıkarlar hebasına sahaya sürüldüler. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, “IŞİD, 40 ülkeden finansal destek alıyor. Bu ülkeler arasında G20 üyeleri de var,”[55] ifadesindeki üzere…

Gerçekten de sağcı bir kalemin bile itiraf ettiği üzere, “Dünyadaki her terör hadisesinin arkasında ABD vardır. ABD’nin XXI. Asır hedefi ‘Yeni Dünya İmparatorluğu’dur. Bu hedefe ulaşmakta en güçlü silahı ‘terör’dür.”[56]

Tıpkı 11 Eylül 1973’te Şili’de Devlet Başkanı Salvador Allende’nin ABD’nin tezgâhlandığı bir darbeyle katledilmesinde olduğu gibi. [57]

Kimsenin inkâr edemeyeceği gibi, Eric Hobsbawm’ın “Berlin Duvarı’nın yıkılışından sonra meydana gelen savaşların sayısı, tüm Soğuk Savaş döneminde yaşanan savaşları geçti,” saptaması hâlâ aktüelken; Irak Savaşı’ndaki güvenlik şirketi Blackwater USA; en ağır işkenceler de içinde olmak üzere şiddetin ansiklopedisini yazmıştı…

Ayrıca Sovyetler’e karşı yaratılan El Kaide lideri Bin Ladin, 11 Eylül’de ABD’yi kendi evinde vurdu. Okyanus ötesindekilerce büyütüldü, yine onlarca okyanusa gömüldü. O bir Amerikan Bumerangı, susturulan sahibinin sesi idi.[58]

Özetle ABD Başkanı Richard Nixon’lı o günlerden, Donald Trump’lı bugünlere, değişen bir şey yok!

“Nasıl” mı?

“Donald Trump’ın yeni güvenlik direktifi, anti-kapitalist inançları siyasi şiddetin habercisi olarak niteliyor. İroni: Sol yapısal analiz aslında insanları yalnız kurt saldırılarından uzaklaştırıp değişim için kitlesel örgütlenmeye yöneltir. (…)

Aynı sıralarda çok daha ciddi ve rahatsız edici bir hareket çok daha az dikkat çekti. Trump, NSPM-7 olarak bilinen “Yurtiçi Terörizm ve Organize Siyasi Şiddetle Mücadele” adlı bir ulusal güvenlik politikası muhtırasını imzaladı. Bu tür ulusal güvenlik direktifleri, idari emirlerden çok daha enderdir. İkincisi günlük hükümet operasyonlarını yönetme eğilimindeyken, birincisi federal hükümetin ordusu, kolluk kuvvetleri ve istihbarat bürokrasileri genelinde kapsamlı yeni politikalar belirleyebilir. NPSM-7, adından da anlaşılacağı gibi bu, Trump’ın göreve gelmesinden bu yana yayınladığı bu tür direktiflerin yedincisi.

Gazeteci Ken Klippenstein’ın bildirdiği üzere, NPSM-7 “‘şiddet içeren siyasi eylemlerle sonuçlanmadan önce’ de dahil olmak üzere, ‘siyasi şiddeti kışkırtan’ herhangi bir birey veya grubu ‘bozmak’ için yeni bir ulusal stratejiyi yönlendiriyor.” Uzun süredir Trump yönetiminin en gayretli otoriter üyelerinden biri olan Beyaz Saray özel kalem müdür yardımcısı Stephen Miller, bu anın “Amerikan tarihinde ilk kez sol terörizmi ortadan kaldırmak için tüm hükümetin çabası olduğunu” söyledi. (…)

Bu mutasvver siyasal şiddetin göstergeleri şöyle: i) anti-Amerikanizm, ii) anti-kapitalizm, iii) anti-Hıristiyanlık, iv) ABD hükümetini devirme girişimlerine destek, v) Göçte aşırıcılık, vi) Irkta aşırıcılık, vii) Toplumsal cinsiyette aşırıcılık, viii) Aile konusunda geleneksel Amerikan görüşlerini savunanlara düşmanlık, ix) Din konusunda geleneksel Amerikan görüşlerini savunanlara düşmanlık, x) Ahlâk konusunda geleneksel Amerikan görüşlerini savunanlara düşmanlık.

Bu, açıkça anayasal olarak korunan ifadenin gözetlenmesi ve izlenmesi için bir direktiftir. Hedefler, öznel olarak aşırıcılık olarak yeniden adlandırılan ve sözde onları şiddete yatkın hâle getiren standart sol inançlar listesinden herhangi birine sahip oldukları için şüphe altına girecekler.”[59]

Bir diğer örnek de İtalya’dan…

İtalya’da “Glaido’nun beyni” diye bilinen P2’nin uzantısı, P3 adlı gizli bir örgüt ortaya çıkarıldı.[60]

İtalya’da yargıç Paolo Borsellino cinayetini yeniden araştıran Caltanisetta Savcılığı’nda görevli hâkimler Sergio Lari ve Nico Gozzo, 18 yıl önce 19 Temmuz 1992’de mafyanın işlediği iddia edilen cinayete İtalyan gizli haber alma servisi ve derin devletin de karışmış olabileceği öne sürdü.[61]

İtalya’da siyaseti ve ekonomiyi etkileme amacıyla derin ve gizli örgütlenme iddiasıyla açılan soruşturma, iş adamları ve siyasetçilerin ardından yargı mensuplarına da uzandı. Yargıtay Başsavcılığı ve Yüksek Yargı Kurulu, gizli örgütlenmeyle ilişki içinde görünen yargı mensupları hakkında işlem başlattı. Telefon kayıtları, zanlıların kendi aralarındaki konuşmalarda Başbakan Silvio Berlusconi’den “Sezar” diye söz ettiklerini gösterdi.

İtalya’da 1970’li yıllardaki “P2” gizli mason locasını andıran yapısı nedeniyle kısaca “P3” diye adlandırılan gizli örgütlenmeye ilişkin soruşturmada, Milano Temyiz Mahkemesi Başkanı Alfonso Marra başta olmak üzere telefon dinlemelerine takılan savcı ve yargıçların ifadelerinin alınması kararlaştırırken Yüksek Yargı Kurulu da ihtiyati tedbir olarak Marra’nın görev yerinin değiştirilmesi için harekete geçti.

İtalya, 1981’de P2 Gizli Mason Locası skandalıyla sarsılmıştı. Licio Gelli’nin 1970’li yıllarda kurduğu P2, ülkedeki pek çok finansal skandalın ve karanlık siyasi manevraların mimarı olduğunun ortaya çıkarılmasının ardından 1981’de feshedilmişti.[62]

BİR KAÇ ŞEY DAHA

John Berger’in, “Dünya tek bir bütündür ve katlanılmaz olmuştur. Katlanılır olduğu zaman var mıydı hiç diye sorabilirsiniz. Daha az acı çekildiği, daha az adaletsizliğin, daha az sömürünün bulunduğu bir zaman oldu mu hiç?”[63] sorusunun tümüyle geçerli olduğu yerkürede “devlet terörü” ile “devrimci şiddet”in bir birinden çok farklı şeyler olduğu göz ardı edilmemelidir.

Devlet terörü… Şiddetin yeniden üretilmesi… Şiddetin kurumsallaşması… Şiddet kurumları olarak ordu/ polis[64] kurumları, usul ve mekanizmaları… Karakollar… Erkeğin kadına uyguladığı şiddet… vb’leri karşısında “Devrimci şiddet, ‘terörizm’ sözcüğünün yan anlam olarak içerdiği her şeyden kurtulmalıdır. Sorun, insanları günlük yaşamdan korku duyar hâle getirmek değil, eleştirel düşünce ve eyleme çekmektir.”[65]

Bu anlayıştan hareketle Emma Goldman’ın, “Alttaki bireysel şiddeti doğuran, üstteki örgütlü şiddettir,” haklı uyarısına ekler Malcolm X.: “Şiddet kullanmamak iyidir, işe yaradığı sürece.” “Barışçıl olun, kibar olun, kurallara itaat edin, herkese saygılı olun; fakat biri size dokunacak olursa onu mezara gönderin.” “Bize şiddet uygulamayanlara karşı biz de şiddet uygulamayız.” “Ben şiddet savunuculuğu yapmıyorum, ama adam durup dururken gelir benim ayağıma basarsa, ben de onun ayağına basarım.”[66]

Gerçekten de ezilenler açısından “Bütün büyük şeylerin başlangıcında şiddet vardır.”[67] Çünkü “Bağrında yeni bir toplum yatan bütün eski toplumların ebesi şiddettir,” Friedrcih Engels’in işaret ettiği gibi…[68]

Bu sınıflı toplumun zaruretiyken; “İnsan toplumuna sakin ve önyargısız bir gözle bakarsak, ilk olarak bize güçlünün sergilediği şiddeti ve zayıfın çektiği eziyeti görürüz.”[69]

31 Ekim 2025 15:43:26, İstanbul.

N O T L A R

[1] 3 Kasım 2025 tarihinde Ankara’da Alınteri, BDSP, Devrimci Parti, ESP, Partizan tarafından düzenlenen “Dünden Bugüne Devlet Katliamları” başlıklı panel-forumda yapılan konuşma… Rojnameya Newroz, Kasım 2025…

[2] V. İ. Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1969.

[3] Bkz: Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Bir Resmî Tarih Projesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu”, Rojnameya Newroz, Kasım 2022… https://temeldemirer.blogspot.com/2022/11/bir-resmi-tarih-projesi-6-7-eylul-1955.html

[4] Bkz: i) Temel Demirer, “Madımak’ta Yakılıp Yıkılan Hepimizdik”, Görüş, Temmuz 2021… https://temeldemirer.blogspot.com/2021/07/madimakta-yakilip-yikilan-hepimizdik.html

[5] Bkz: i) Sibel Özbudun, “Roboskî’nin Kanayan Karanfili”, Özgür Gündem, 4 Ocak 2013; Newroz, Yıl:7, No:227, 4 Ocak 2013; ii) Sibel Özbudun, “… ‘Devletin Kürtajı’: Roboskî”, Tîroj, Yıl:13, No:73, Mart-Nisan 2015; iii) Temel Demirer, “Bir Savaş Suçu: Roboskî Katliamı”, Newroz, Yıl:8, No: 261, Tarih: 25 Aralık 2014; iv) Temel Demirer, “Roboskî: Taammüden Devlet Katliamı!”, Kaldıraç Dergisi, No:151, Ocak 2014; v) Temel Demirer, “T. ‘C’nin Hülasası: ‘Hayata Dönüş’ Harekâtı’ndan Roboskî’ye!”, Kaldıraç, No:139, Ocak 2013; vi) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Faili Malûm Kırım; Roboskî”, Rojnameya Newroz, Aralık 2021… https://nupel.tv/sibel-ozbudun-temel-demirer-faili-malûm-kirim-Roboskî/ vii) Temel Demirer, “… ‘Cumhuriyet’in Roboskî’si!”, Avrupa Demokrat, Aralık 2024… https://temeldemirer.blogspot.com/2024/12/cumhuriyetin-roboskisi.html

[6] Bkz: i) Temel Demirer, “Katledildiğimiz Suruç’la Çoğaldık”, Kaldıraç Dergisi, No:193, Ağustos 2017; ii) Temel Demirer, “33’ler Suruç’tur; Biz 33’leriz!”, Kaldıraç Dergisi, No: 181, Ağustos 2016; iii) Temel Demirer, “Suruç’un 33’leri ve Onların Çağdaş Aydın’ı”, 33 Düş Yolcusu’ndan Çağdaş Aydın Anısına: Kırmızı Gül’ün Defteri, Hazırlayan: Saniye Aydın-Feti Aydın, Ceylan Yay., 2019, içinde; iv) Temel Demirer, “Öncesi, Sonrasıyla Suruç Güzergâhı…”, Kaldıraç Dergisi, No:170, Eylül 2015…

[7] Bkz: i) Sibel Özbudun-Temel Demirer, Kara Para Kirli Savaş (Türkiye’de Mafya ve Devlet), Özgür Üniversite Yay., 1996; ii) Sibel Özbudun-Temel Demirer-Jean Claude Grimal-Guilemette de Vericourt, Mafya Narkoekonomi ve Susurluk/ Şemdinli, Ütopya Yay., 2006…

[8] Bkz: i) Temel Demirer, “An-Kara’da Bir Kıpkırmızı Cumartesi”, Kaldıraç Dergisi, No:196, Kasım 2017; ii) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Unutmayacağız, Unutturmayacağız: Şahit Ol Ankara Garı!”, Rojnameya Newroz, Ekim 2015… https://rojnameyanewroz3.com/unutmayacagiz-unutturmayacagiz-sahit-ol-ankara-gari-sibel-ozbudun-temel-demirer/

[9] Bkz: i) Temel Demirer, “Devlet, Siyasal ‘Suç’, Hukuk(suzluk) ve Terör(ist)”, Rojnameya Newroz, Yıl:7, No:247, 23 Şubat 2014…

[10] “Halk düşmanı bir polisi bulunmayan, halkın üzerinde yer alan bürokrasisi olmayan bir devletin gereğini savunuyorum.” (V. İ. Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1969.)

[11] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.

[12] V. İ. Lenin, Karl Marx ve Marksizm Üzerine, çev: Mazlum Beyhan, Yordam Kitap, 2013.

[13] Ernesto Che Guevara, Politik Yazılar, çev: Nadiye R. Çobanoğlu, Yar Yay., 2005, s.60.

[14] “Ücretli köleliğin olduğu bir toplumda tarafsız bilim aramak, işçi ücretlerinin artırılması için sermayenin kazancının azaltılması şeklindeki bir sorunda fabrikatörlerden tarafsızlık beklemek gibi aptallığa varan bir saflıktır.” (V. İ. Lenin, Karl Marx ve Marksizm Üzerine, çev: Mazlum Beyhan, Yordam Kitap, 2013.)

[15] aktaran: Attila Aşut, “… ‘Terör’ Kavramı Üzerine”, Birgün, 30 Temmuz 2018, s.6.

[16] Ömer Ağın, “Terör Nedir, Terörist Kimdir?”, Gündem, 20 Ağustos 2015, s.6.

[17] W. Goethe, Goethe Der ki, çev: Gürsel Aytaç, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 534, 2’inci baskı, 1986, s.165.

[18] Jale Özgentür, “… ‘Kapitalizm Ortadan Kalkmalı’ Diyen Ali Koç’a Zeynep Bodur’dan Destek”, Hürriyet, 21 Kasım 2015, s.22.

[19] Bkz: i) Temel Demirer, “… ‘Faili Meçhul’ -Olmayan- ‘Kayıp’(lar)”, Kaldıraç Dergisi, No:175, Şubat 2016…

[20] Zülal Kalkandelen, “Bahçelievler’de Katledilen Gençlerin Anısına Saygıyla…”, Cumhuriyet, 9 Haziran 2024, s.4.

[21] Alican Uludağ, “Çatlı’ya 15 Yılda 9 Pasaport”, Cumhuriyet, 22 Mart 2011, s.6.

[22] Cem Emir, “Kimlikleri Silinenlerin Yeni İsimleri Verildi”, Radikal, 4 Eylül 2010, s.12.

[23] Oral Çalışlar “Özal Suikastında Ergenekon İzleri…”, Radikal, 22 Eylül 2010, s.11.

[24] Ömer Şahin, “Meclis Yeşil’in Dosyasını Yeniden Açıyor”, Radikal, 22 Aralık 2011, s.16-17.

[25] “Cezai Ehliyeti Tam Değil”, Cumhuriyet, 1 Ekim 2011, s.7.

[26] Nurperi Değirmenci, “Katilleri Bulun”, Cumhuriyet, 2 Nisan 2011, s.8.

[27] S. Çiftyürek, “Kürtler Üzerinden Emperyal Büyüme” Hedefi Çökünce, Öcalan Kasetleri Piyasaya Sürüldü!”, 11 Şubat 2014… https://www.ilkehaber.com/yazi/ocalan-kasetleri-9844.htm

[28] Hasan Aygün, “45. Yılında Çorum Katliamı ve Halkın Direnişi”, 27 Mayıs 2025… https://www.avrupademokrat8.com/45-yilinda-corum-katliami-ve-halkin-direnisi-hasan-aygun/

[29] “Madımak’ı Ateşe Verenler İktidarda”, Birgün, 3 Temmuz 2022, s.7.

[30] Dilan Esen, “Belleğimizde Bir Yara, Suruç”, Birgün, 24 Ekim 2021, s.7.

[31] Kayhan Ayhan, “Beyazıt Meydanı Adalet Bekliyor”, Birgün, 16 Mart 2023, s.7.

[32] Bkz: i) Temel Demirer, “Devlet(ler) ve Faşizm(ler)”, Kaldıraç Dergisi, No:133, Haziran 2012; ii) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Derin” Milliyetçiliğin Siyasal İktisadı, Ütopya Yay., 2006…

[33] Fikret Başkaya, “Asıl Terör Devlet Terörüdür”… https://ozguruniversite.org/2016/11/07/asil-teror-devlet-terorudur-fikret-baskaya/

[34] Mesut Hasan Benli, “Susurluk’un Tutanakları”, Radikal, 22 Eylül 2011, s.10-11.

[35] Cüneyt Özdemir, “Leoparın Kuyruğunu Tutma!”, Radikal, 25 Mart 2011, s.8.

[36] Dinçer Gökçe-Enis Tayman, “Çarkın’dan Tarihî Çark: Ben İki Abdullah Sevdim”, Radikal, 24 Mart 2011, s.14-15.

[37] Alican Uludağ, “Devlet Biliyor”, Cumhuriyet, 20 Ağustos 2011, s.8.

[38] Hatice Yaşar, “Öldürmedim Öldürttüler”, Star, 25 Mart 2011, s.20.

[39] İsmail Saymaz, “Devletin 19 Yıllık ‘Efeoğlu Yalanı’…”, Radikal, 20 Eylül 2011, s.18.

[40] “Çarkın: Dev-Sol Operasyonu İtirafı”, Cumhuriyet, 15 Eylül 2011, s.8.

[41] Mesut Hasan Benli, “O Cinayetleri MGK Biliyordu”, Radikal, 7 Haziran 2011, s.20-21.

[42] Mesut Hasan Benli, “Faili Meçhul Mermi”, Radikal, 9 Haziran 2011, s.20.

[43] Deniz Zeyrek, “Mehmet Eymür’e Yeşil Fırçası Atmış”, Radikal, 20 Aralık 2011, s.14-15.

[44] “JİTEM’ciden Kanlı İtiraflar”, Evrensel, 27 Temmuz 2011, s.7.

[45] Mesut Hasan Benli, “Ölüm Listesinden Çıkmak İçin Para Ödediler”, Radikal, 3 Kasım 2011, s.14-15.

[46] “İnfaz Sonrası Savaş Buldan’ın Üzerinden Çıkan Paraları Ağar’a Vermişler…”, Taraf, 7 Aralık 2011, s.9.

[47] “Faili Meçhul Cinayetlerin Odağındaki İsim Ağar: ‘Konuşamıyorum’…”, Sesonline, 9 Aralık 2011.

[48] İsmet Berkan, “Susurluk’u Unutma, Unutturma!”,Hürriyet, 2 Temmuz 2011, s.24.

[49] Eduardo Galeano, Zamanın Ağızları, çev: Bülent Kale, Çitlembik Yay, 2004.

[50] Aydın Engin, “Ortalık Toz Duman”, Cumhuriyet, 21 Ekim 2015, s.12.

[51] Bkz: i) Temel Demirer, “Mafya Cumhuriyeti”, Ülkede Gündem, 20 Ağustos 1998/ Özgür Politika, 21 Ağustos 1998/ İktibas Dergisi, Yıl:16, No:237, Eylül-1998; ii) Temel Demirer, “Uyuşturucu Cumhuriyeti”, Ülkede Gündem, 27 Ağustos 1998/ Özgür Politika, 28 Ağustos 1998/ İktibas Dergisi, Yıl:16, No:238, Ekim-1998; iii) Temel Demirer, “Mafya, Siyaset, Sanat”, Kaos Çocuk Parkı Dergisi, Yıl:1, No:2, 2022; iv) Temel Demirer, “Mafyasız Kapitalizm Ol(a)maz”, 31 Mayıs 2021’de PİRHA’da yayınlandı… https://temeldemirer.blogspot.com/2021/06/mafyasiz-kapitalizm-olamaz.html; v) Temel Demirer, “Mafya Düzeni ve Sol: Soru(n)lar ile Sorumluluklar”, Odak Dergisi, Nisan 2024… https://temeldemirer.blogspot.com/2024/05/mafya-duzeni-ve-sol-sorunlar-ile.html

[52] “… ‘Türk Escobar’ Ürfi Çetinkaya’nın İstanbul Maden İhracatçıları Birliği Başkanı olan oğlu Rüstem Çetinkaya’nın sahibi olduğu şirket ise bakanlıktan ‘yatırım teşviki’ almış.” (Uğur Şahin, “… ‘Türk Escobar’ın Oğlu Teşvik Almış!”, Birgün, 28 Şubat 2024, s.6.)

[53] V. İ. Lenin, Emperyalizm Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, İnter Yay., 1995, s.48.

[54] V. İ. Lenin, Emperyalizm Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, İnter Yay., 1995, s.91.

[55] “Putin: IŞİD G20 Üyeleri de Dahil 40 Ülkeden Destek Alıyor”, Birgün, 17 Kasım 2015, s.4.

[56] M. Necati Özfatura, “Terörün Kaynağı”, Türkiye, 23 Aralık 2016, s.10.

[57] Şili’de yaşanılanlar, hem tüm bölgeyi etkileyen sonuçları hem de Şili halkına yaşattıkları açısından hafızalardan silinmiş değil. Şili’nin seçimle iktidara gelmiş Marksist Devlet Başkanı Salvador Allende 11 Eylül 1973’te ABD tarafından tezgâhlandığını tüm dünyanın bildiği bir darbeyle öldürülmüş, yönetimi de devrilmişti.

Allende sadece ülkesinde değil, dünyada seçimle işbaşına gelen ilk Marksist liderdi. Şili’deki sol partilerin bir araya gelerek oluşturdukları Halk Birliği’nin (Unidad Popular) başkan adayı olarak 1970’te seçimi kazanarak Devlet Başkanı olduğunda halkın “Yoksulların Babası” sıfatını haklı çıkaran uygulamalara girişti. Halkının Yoksulların Babası dediği Allende’ye, dönemin ABD Başkanı Richard Nixon “Onun bunun çocuğu” diyordu. Duyduğu nefreti hiç saklamamıştı ABD emperyalizminin başı. ABD’nin Allende’yi devirmek için ne dolaplar çevirdiğini, ne kadar para harcadığını ABD Ulusal Konseyi’nin yıllar sonra açıklanan kayıtlarından öğrendik tüm ayrıntısıyla.

Allende elbette düşmandı ABD’nin gözünde. Oysa ABD için doğrudan bir tehlike ya da tehdit değildi. Ama Marksist Allende’nin millileştirme politikası, toprak reformu, gelir adaletsizliğini ortadan kaldırmaya yönelik uygulamaları ülkede faaliyet gösteren ABD şirketleri ITT ile Anaconda Copper şirketlerini zor durumda bırakmıştı. ABD’nin buna izin vermesi beklenmezdi hâliyle. İkinci bir neden de Küba gibi bir sosyalist ülkeyle boğuşmaktayken bir de Şili’de benzerine katlanamayacak oluşuydu.

ABD’nin ilk işi Şili’ye verdiği tüm kredileri kesmek oldu. Yıllar sonra 7 milyon doları bulduğunu öğrendiğimiz bir harcamayla “karalama kampanyası” başlattı Allende için. ABD ile Şili sermayesinin kısıtlamaları sonucu temel gıda maddelerine ulaşılamayınca Şili halkı ellerinde tencerelerle sokaklara söküldü. ABD nihayet içinde her zaman kendisine sadık “dostları” bulunan Şili ordusunu devreye soktu. Ama bundan önce, Allende’nin bilerek ya da bilmeyerek kendisine genelkurmay başkanı olarak Augusto Pinochet adlı generali ataması da bir dönüm noktası olarak anımsanmalı.

Memleketin muhafazakârları da tabii ki Allende’nin düşmanıdır. Ülkenin uğursuz Hıristiyan Demokratları orduya, Allende’yi devirsin diye çağrı bile yapmıştır. Paramiliter sağcı çeteler solcuları, aydınları katleder. Nihayet 11 Eylül 1973’te, üç yıllık başkanlığına son vermek için La Moneda başkanlık sarayına faşist Pinochet’nin hava kuvvetlerine mensup uçakları bomba yağdırır. Allende, kendisine bağlı olan sadık dostlarına saraydan ayrılmalarını, kendisinin ise savaşacağını söyler. Dediğini de yapar. Elde silah, faşistlere karşı savaşırken yaşamını yitirir.

Pinochet’nin yıllar süren iktidarı sonucu kırk bine yakın Şilili hayatını kaybeder. Bunlardan en akılda kalıcı olanı barış şarkılarının büyük sesi Victor Jara’dır tabii. Akıllarda kalan bir başka ses de Allende’ye aittir. Başkanlık sarayı kuşatıldığında radyodan halkına seslenen Allende, şunları söyler:

“Uçaklar üstümüzden uçuyor. Bizi öldürebilirler. Ama bilsinler ki biz buradayız ve bu ülkede, sorumluluklarına sonuna kadar sahip çıkan insanlar var. Ben bu sorumluluğu özgür ve demokratik seçimle işbaşına gelen bir cumhurbaşkanının bilinciyle üstlendim. Büyük tarih, baskı ve cinayetle yazılmaz. Bizi öldürebilirler. Ama yarınlar halkın ve emekçilerin olacaktır. Bu vatanı vatan yapan ilkeleri savunmanın bedelini, hayatımla ödüyorum. Size son kez hitap ediyorum. Uçaklar Magallanes radyosunun vericilerini bombaladı. Bu tarihsel geçiş anında, halkıma sadakatimi hayatımla ödeyeceğim. Ama yüz binlerce Şilili’nin bilincine düşen tohum er geç yeşerecek. Onların silahları ve güçleri var. Ama toplumsal ilerleyişi şiddet ve cinayetle durduramazlar. Bu ülkenin geleceğini kuracak gençlere sesleniyorum: Şili’de faşizmin geçmişi uzun. Tüm terörist suikastlar, havaya uçurulan köprüler, yıkılan demiryolları, patlatılan petrol kuyuları onların eseriydi. Hepsi satın alınmıştı. Tarih önünde yargılanacaklar.

Az sonra sesimi artık duymayacaksınız. Ama hep sizinle olacağım. Beni vatana sadık bir onurlu insan olarak hatırlayın.

Yaşasın Şili! Yaşasın halk! Yaşasın emekçiler!” (Mustafa K. Erdemol, “İki 11 Eylül: Allende ve İkiz Kuleler Saldırısı”, Birgün, 11 Eylül 2016, s.5.)

[58] “Bu ölüm ‘Guantanamo’da işkencelerin işe yaradığının kanıtı’ olduğunu anlatıyor, Avrupa alkışlıyor.” (Tarık Ali, “Altın Yumurtlayan Tavuğu Öldürmek”, The Guardian, 4 Mayıs 2011.)

[59] Ben Burgis, “Trump ‘Antikapitalizm’i Siyasal bir On-Suç Olarak Niteliyor!”, 10 Şubat 2025, çev: Sibel Özbudun… https://jacobin.com/2025/10/trump-classifies-anti-capitalism-as-a-political-pre-crime

[60] “Roma’da ‘Derin’ Örgütler Baki”, Radikal, 18 Temmuz 2010, s.15.

[61] Aslı Kayabal, “Borsellino Cinayeti: ‘Yargıcı Derin Devlet Öldürdü’…”, Cumhuriyet, 22 Temmuz 2010, s.10.

[62] “Soruşturma Yargıya Uzandı”, Cumhuriyet, 17 Temmuz 2010, s.10.

[63] John Berger, Bir Fotoğrafı Anlamak, çev: Beril Eyüboğlu, Metis Yay., 2015, s.31.

[64] “Polis iktidarın kendisi için tehdit oluşturduğunu düşündüğü ezilen sınıflara karşı kullandığı bir şiddet aygıtıdır.” (Jeremy Bentham)

[65] Henri Lefebvre, Yaşamla Söyleşi, çev: Emirhan Oğuz, Belge Yay., 1995, s.70.

[66] Aktaran: Alex Haley, Malcolm X., İnsan Yay., 8. baskı., 2016, s.76.

[67] John Steinbeck, Bitmeyen Kavga, çev: Gün Zileli, Oda Yay., 1996.

[68] Bkz: i) Temel Demirer, “Mülkiyet, İktidar, Devlet, (=Demokrasi) ve…”, Rojnameya Newroz, Mayıs 2016… https://edebiyatbahcesi.net/kose-yazisi/1635/mulkiyet-iktidar-devlet-demokrasi-ve1

[69] Jean-Jacques

Temel Demirer

hâlâ “tek yol devrim” gerçeğine bağlı olan(lardan); ve nihayet “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek!” diyen(lerin) safındaki sıradan, vasıfsız, herhangi biriyim... 54 tevellütlüyüm... Kemal’den olma Necla’dan doğmayım... Çorum ili Kale mahallesi nüfusuna kayıtlıyım... Okur yazarım... Ve nihayet hâlen “sakıncalı” dedikleri(nden) ve GBT’lerindeyse sabıkalıyım...
Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu