NFK: GEÇMİŞ DEĞİL, BUGÜN(DÜR)![*]
“İnsan mı paraya bağlı,
para mı insana bağlı
Bu, insana bağlı.”[1]
Nazif Gürdoğan’ın, “NFK Anadolu’nun yarınıdır,”[2] deyişi bir “dilek/ temenni”den öte bir anlam taşımasa da; Necip Fazıl Kısakürek’in (NFK) geçmiş değil, bugün olduğu bir hakikâttir!
AKP ve Gülen Hareketinin ana omurgasını oluşturan İslâmcı muhafazakâr milliyetçiliğin tabusu, kutsal ve dokunulmaz figürü NFK hakkında “Üstad, tanınıyor ama çok bilinmiyor,”[3] denilmesine bakmayın…
“Reis” Recep Tayip Erdoğan’ın (RTE) büyük üstadı, düşünce babası, ilham kaynağı NFK’dır. Onun amaçlarını, mana dünyasını anlamak için biraz da kendisine başvurmalı.
O, siyasal hedeflerini, sistematik biçimde ortaya koyduğu “İdeolocya Örgüsü” kitabında, bir Başyücelik Devleti istiyordu.
Başyücelik Devleti’nde “Mebuslar Meclisi” olmayacak, bir “Yüceler Kurultayı” kurulacaktı. Yüceler Kurultayı üyelerini “Halk seçmeyecek, hak seçecek”ti (nasıl olacaksa?) Devleti bu seçkinler grubu yönetecekti. “Gerçek aydın egemenliği” tesis edilecekti.
Devletin başı, Yüceler Kurultayı’nın seçtiği Başyüce olacaktı. Başyüce beş yıllığına seçilecekti. Başyüce, “Herhangi bir devlet reisi değil, milletini tek şahıs içinde birleştiren baş örnektir.” Her ne kadar kanunlar Yüceler Kurultayı tarafından yapılsa da, “Başyüce’nin her emri, kanunu tamamlayıcı ve belirtici ayrı bir kanundur. Kanunun bir şey söylemediği yerde Başyüce’nin emri, kesindir.”
Hükümet, Başyüce tarafından atanır. “Başyüce’nin bir emriyle hükümet değişir.” “Bütün hükümet dizgesi onun adına iş görür. Adalet onun adına dağıtılır. Başyüce, ordunun başıdır.” Başyüce görevden çekilmeye karar verirse, yerine başka birini aday göstererek, Yüceler Kurultayı’na “en tesirli” biçimde yol gösterebilir.
NFK’in Başyücelik Devleti’nde; kadına “el ve ayaklarından başka hiçbir noktasını çıplak olarak gösteremeyecek derecede” örtünme zorunluluğu getirilecekti.
Cinayetin cezası idam, hırsızlığın cezası kol kesmeydi.
Evlilik dışı cinsel ilişkiler ve eşcinsellik, meydanlarda “müthiş merasim işkencesi” ile cezalandırılacaktı.
Heykel ve dans yasaklanacaktı.
Basın özgürlüğü kaldırılacaktı.
Basın ve sinema devlet sansürüne tabi olacaktı.
Üniversitelere esasen erkekler alınacak, “kızların daha fazla ev kadını olarak yetişmelerini temin için, bir iki kız üniversitesinin kurulması kâfi” olacaktı.
İşçinin “grev, boykot ve her türlü direnmesi” yasaklanacaktı. İşçi hakkını arayamayacak, işçinin hakkını ancak devlet kurumları savunabilecekti.
Başyücelik Devleti’nde, siyasi partiler, dernekler, sendikalar kapatılacaktı; “Bu zaaf ve menfilik kurumlarının hiçbirisine yer yok”tu.
NFK’a göre, “İnsan hür değildir; hür olan eşek veya köpek”tir.
Başyücelik Devleti etnik temizlik yapacaktı: “Türk vatanının yalnız Müslüman ve Türklerle meskûn, yalnız Türkler ve Müslümanlardan ibaret hâle gelmesi, hain ve muzlim unsurlardan baştanbaşa temizlenmesi için her türlü tedbir alınacaktır.”
Yahudiler, Rumlar ve Ermeniler ülkeden kovulacaktı. Rum ve Ermenilerin Müslümanlığa dönmesine izin verilecekti. Yahudilerin ise dönmelerine bile izin verilmeyecek, geçmişte dönmüş olanların da mallarına el konulacak ve ülkeden kovulacaklardı.
Kürtler ve Türk olmayan diğer halklar içinse; Türkler “Tavus kuşuna” benzetilerek, açıkça asimilasyon savunulmuştur: “İsterse karga veya devekuşu yumurtasından çıkmış olsun, neticede bütün şartlarıyla tavus kuşu olabilen her varlık, tavus kuşunun bütün hakkına maliktir.” Yani Türk olmayan, ancak aslını inkâr eder, Türk’e benzemeye çalışırsa, varlık hakkı bulabilecekti.[4]
İktidar kadrolarına hâkim unsur, NFK’ın “dininin ve kininin davacısı gençlik” diye tanımladıklarından oluşmaktayken; “üstad” buydu ve bugün(ler)deki birilerini andırıyordu!
Diyeceğim, bugünlerin “övgü” nesnesi, modası olması rastlantı değildir!
Onun hakkında neler denmiyor ki?![5]
Mesela… “Yaşadığı döneme, eserleriyle damgasını vuran Türk edebiyatının usta ismi NFK’in etkisi bugün de bütün canlılığıyla yaşıyor. Başta şiir olmak üzere tiyatro oyunları, senaryo, hikâye, anı, deneme, makale, biyografi gibi edebiyatın hemen her alanında verdiği eserleriyle 79 yıllık hayatını sanata, şiire ve hakikâte adayan NFK’in eserlerini okuyarak yetişen nesiller, yıllar geçtikçe Üstad’ın fikirlerinin yol açıcı etkisini daha iyi kavrıyor ve ona olan vefa borçlarını düşüncelerini hayata geçirerek ödüyorlar,”[6] gibi…
Ya da “üstad’ın bütün yazıları edebiyatın, fikrin ve düşüncenin mümtaz nümûneleri olarak bize tad vermiştir.. polemikleri, felsefî ve edebî beyanları, hattâ siyasi sevkiyatı, türkçemizin nefis metinleri hâlinde vücud bulmuştur.. büyük doğu dergisi (1943-1978) zekânın, düşüncenin, kültür ve san’atın zengin bir hazinesi olarak türk entelektüelini ve türk halkını beslemiştir,”[7] ifadesindeki üzere Osman Akkuşak’ın…
Bunların doğru olmadığı kanaatindeyim…
“Neden” mi?
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin, “Körler çarşısında ayna satma,/ sağırlar çarşısında gazel atma”; Şükrü Erbaş’ın, “Şükür cehalet bitti!/ Kimse okumuyor, herkes yazıyor./ Kimse öğrenmiyor, herkes biliyor./ Kimse susmuyor, herkes konuşuyor./ Kimse çekilmiyor, herkes ortada./ Kimse kederlenmiyor, herkes şenlik,” dizelerini anımsatarak; “sağcı entelektüel” tanımlamasının ciddiye alınmaması gerektiğini düşünüyor ve Edward Said’in, “Bütün entelektüel hilelerin en bayağılarından biri, bir başkasının kültüründeki bozukluklar hakkında ahkâm keserken kendi kültüründeki tam tamına aynı uygulamalara mazeretler bulmaktır.”
“… ‘Doğu’ ve ‘Batı’ gibi hayali yapılar, hele hele ikincil ırklar, Doğulular, Zenciler vs. türü ırkçı özler kurulmasıyla mücadele etmeye çalıştım. Sömürgeciliğin tekrar tekrar yağmaladığı ülkelerin aslında masum olup mağdur edildiklerini filan iddia etmek şöyle dursun, bu tür mitik soyutlamaların da bunlardan kaynaklanan suçlama edebiyatının da yalan olduğunu altını çizerek belirttim; kültürler cerrahi müdahalelerle Doğu ve Batı gibi geniş ve çoğunlukla ideolojik karşıtlıklar halinde ayrılamayacak kadar iç içe geçmişlerdir, içerikleri ve tarihleri birbirine bağımlı ve melez bir nitelik sergiler.”
“Düzenin adamları belli çıkarları gözetirler, oysa entelektüeller şovenist milliyetçiliği, şirketleşmiş düşünce müsveddelerini ve sınıfsal, ırksal ve cinsel imtiyazları sorgulayan kişiler olmalıdırlar. Çoğunlukla başkalarının gerçekliğini görmemizi engelleyen birer perde işlevi gören, yetiştiğimiz ortamın, sahip olduğumuz dilin ve milliyetin sağladığı ucuz kesinliklerin ötesine geçebilme riskini göze alabilmek demektir evrensellik.”[8]
Kendine “entelektüel/ aydın” diyen hiçbir sağcıda bu özelliği göremezsiniz; NFK’de dâhil…
Dünya tarihi, görüşlerini ifade etmekten çekinmeyen ve kendilerine yönelen tehditlere, baskılara boyun eğmeyip, evrenselliği “es” geçmeyen entelektüellerin/ aydınların öyküleri ile dolu. Pek çoğunun, doğru bildiklerini inkâr etmektense ölüme yürümeyi seçtiği gibi…
M.Ö. VI. ve V. yüzyılda yaşamış büyük filozof ve matematikçi Pisagor tıpkı Madımak’taki aydınlar gibi yakılarak öldürüldü, okulu ateşe verildiğinde.
M.Ö. V. ve IV. yüzyıllarda Antik Yunan’da linç edilerek öldürülen filozof ve matematikçi Hypatia… Görüşlerinden taviz vermediği için ölüme mahkûm edilip, zehir içerek yaşamına son veren Socrates… M.S. XVI. yüzyılda engizisyon emriyle kitaplarıyla birlikte yakılan Miguel Servet… Kralın istediği yasaya onay vermediği için ölüme mahkûm edilen siyasetçi-filozof Thomas More… XVIII. yüzyılda Devrim Mahkemesi tarafından Danton ile birlikte ölüme gönderilen bilim insanı Antoine Lavoisier… XX. yüzyılda faşistlerin katlettiği İspanyol ozanı Federico García Lorca, Nazilere boyun eğmedikleri için gaz odalarına gönderilen sayısız bilim ve sanat insanı, ve daha niceleri…
Bu ve benzeri örneklerden hareketle entelektüel/ aydın, devlet ve siyasi iktidarlarla köprüleri ata ata, bu yolla konumunu ve işlevini güçlendirip düşünce ve duruşunu temellendirir.
Bu nedenle iktidara, devlete angaje birilerinin entelektüel/ aydın sıfatıyla lanse edilmesi mümkün değildir.
NFK’İ NHR İLE “MUKAYESE” Mİ?!
Kimileri NFK’i, “Bu sorunun cevabını şimdiden verilmeli./ Döndürmedi rüzgâr beni havada yaprağa/ ben kattım önüme rüzgârı…/ Ve sen ki en yıkılmazları yıkabilirsin/ gözüme bakabilir/ elimi sıkabilirsin./ Ve sen ki/ Sen,/ Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım/ 19 Yaşım” dizeleriyle müsemma Nâzım Hikmet Ran (NHR) ile “mukayese etmek” gafletiyle malûldür…
Unutulmasın: “Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter/ pirinç de öyle/ şeker de öyle/ kumaş da öyle/ kitap da öyle/ büyük insanlıktan başka herkese yeter./
Büyük insanlığın toprağında gölge/ yok sokağında fener/ penceresinde cam/ ama umudu var büyük insanlığın/ umutsuz yaşanmıyor.”
“Sosyalizm,/ Yani şu demek ki dayı kızı/ Sosyalizm/ Senin anlayacağın yani/ El kapısının yokluğu değil de/ İmkânsızlığı./ Ekmeğimizde tuz/ Kitabımızda söz/ Ocağımızda ateş oluşu hürriyetin/ Yahut, başkası yel de/ Sen yaprakmışsın gibi titrememek/ Bunun tersi yahut…
Sosyalizm/ Devirmek dağları elbirliğiyle/ Ama elimizin öz biçimi/ Öz sıcaklığını yitirmeden./ Yahut, mesela/ Sevgilimizin bizden ne şan, ne para/ Vefadan başka bir şey beklemeyişi…
Sosyalizm/ Yani yurttaş ödevi sayılması bahtiyarlığın/ Yahut, mesela/ -bu seni ilgilendirmez henüz-/ Esefsiz/ Güvenle/ Emniyetle/ Gölgeli bir bahçeye girer gibi/ Girebilmek usulcacık ihtiyarlığa/ ve hepsinden önemlisi/ Çocukların ama bütün çocukların/ Kırmızı elmalar gibi gülüşü…” dizelerindeki “Nâzım Hikmet’in şiiri kişiliğiyle bütünleşirken, ne yazık ki, Necip Fazıl’ın şiiriyle kişiliği arasında ulaşılmayan bir uçurum var”dır;[9] NFK, “Başyüce”nin komuta ettiği bir düzen hayal etmişti. Bu ütopyasını ayrıntılandırdığı Büyük Doğu dergisi Adnan Menderes’in örtülü ödeneğinden epey destek aldı.
NHR ise TKP’nin Orak Çekiç gazetesini Galata köprüsünde bağıra bağıra satandı…
NFK’i, NHR “mukayese” abesle iştigal, dahası saçmayken; “Sevgili Necip, inandığın Allah’ın aşkına, o kudretli kalemini iktidara payanda yapacağım diye camii direğine çevirme, o kudretli kelimelerini üç kuruşa parselleme üç tanesi üç kuruş etmeyecek ciğersizlere. Sevgili Necip, elinde sur-u israfil var, onu borazana çevirme,”[10] diye uyarıyordu NHR…
NFK’DEN…
Bilmeyen yoktur: Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) üye ve yöneticileri, NFK’in düşüncelerine hayrandırlar. Toplantılarında, törenlerinde, tiyatro oyunlarında NFK’a öncelik tanırlar.
NFK, 1975’te MTTB’nin düzenlediği Milli Gençlik Gecesi’nde okuduğu “Gençliğe Hitabe”si MTTB’li gençler arasında ağızdan ağıza dolaşır. NFK, şöyle demişti o gün:
“Devlet ve milletinin 7 asırlık hayatında dört devre… Birincisi iki buçuk asır… Aşk, vecd, fetih ve hâkimiyet…
İkincisi üç asır… Kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet…
Üçüncüsü bir asır… Allah’ın, Kur’an’ında ‘belhüm adal-hayvandan aşağı’ dediği cüce taklitçilere ve batı dünyasına esaret…
Ya dördüncüsü?…. Son yarım asır!.. İşgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde planında kurtarıldıktan sonra ruh planında ebedî helâke mahkûmiyet… İşte tarihinde böyle dört devre bulunduğunu gören… Bunları, yükseltici aşk, süründürücü satıhçılık, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi…
Beşinci devrenin kapısı önünde nur infilakı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik… Gökleri çökertecek ve son moda kurbağa diliyle bütün ‘dikey’leri ‘yatay’ hâle getirecek bir çığlık kopararak ‘mukaddes emaneti ne yaptınız?’ diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik…
Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlik…
Halka değil, Hakka inanan; meclisinin duvarında ‘Hâkimiyet Hakkındır’ düsturuna hasret çeken, gerçek adaleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bilen bir gençlik…”[11]
Recep Tayyip Erdoğan’ın (RTE) da AKP’nin gençlik kongresindeki seslenişinde alıntıladığı ‘Gençliğe Hitabe’de, gençliğe “destanlık savaş” çağrısı söz konusudur.
NFK’in ‘Büyük Doğu’ başlıklı yayın organında ifade ettiği “İslâm İnkılabı”na müteallik düşünceleri böyle…
‘Büyük Doğu’dan “Başyücelik Emirleri”ne ilişkin örnek vermek gerekirse:
Basın (matbuat) konusunda: “Bu emrin neşriyle beraber ‘matbuat hürriyeti’ isimli millî ve içtimaî felâket vesilesi kaldırılmıştır. Bundan böyle matbuat, bilinen mânada hür değildir.
Yukarıda sayılan yayın vasıtalarının kadrolaştırdığı, roman, şiir, piyes, hikâye, tenkid, tetkik, siyaset, ilim, fikir, haber, röportaj, vesaire gibi bütün ifade nevileri (çeşitleri), neşirlerinden evvel (yayımlanmalarından önce) kendi kendilerini devlete tasdik ettirmek (onaylatmak) ve neşir ehliyet ve liyakatini, alâkalı devlet teşekkülü marifetiyle hüccetlendirmek mükellefiyeti (belgelendirmek yükümlülüğü) altındadır”…
Heykel meselesinde: “Şeytani insan benliğinin madde üzerinde putçuluk sanatı olan heykelin bizim sanat telakkimizde hiçbir yeri yoktur. Ve bizim heykellerimiz, (…) ‘suratsız’ abidelerimiz ve kitabelerimiz olacaktır”…
Adalete ilişkin: “Bütün kanunlar Allah’ın hükümlerine ve ona uygun olarak insani selim duygu ve düşünceye dayanır. Ve Allah’ın kanunlarına karşı akli, ruhi, ilmi hiçbir itiraz ve temyiz makamı bulunmaz,” denilirken; NFK’in düşünceleri arasında “çok çocuk sahibi olma”nın teşvikinden “dans yasağı”na, “idam cezası”nın yaygınlaştırılmasından “sinema filmleri”nin tamamen “devlet kontrolü altına sokulması”na kadar birçok proje vardır.[12]
Bunların hayata geçirilebilmesiyse, elbette totaliter bir yapının kurulmasıyla mümkünken; söz konusu emirleri hayata geçirmesini beklediği gençliği de şöyle tarif ediyor:
“Bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, çıkartma kâğıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, fuhş albümü gazetesi, (…), hâsılı, güya kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden silkip atabilecek, (…), tek başına onlara karşı durabilecek destanlık bir meydan savaşı içinde ve çetinler çetini bu işin ‘destanlık savaş’ını kazanabilecek bir gençlik…”
O günlerde aralarında RTE’ın da bulunduğu, takipçisi gençleri, “Nur infilâkı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik,” diye tasvir eden NFK hitabesinin sonunda bir vasiyette bulunarak der ki:
“Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim şudur: Tabutumu öz ellerinle musalla taşına koyarken, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymayı unutma ve bunu tek vasiyetim bil!”
Evet, “o” genç adamlardan biri RTE’dı![13]
Bu kadar değil; devamla “Amerikan politikasını korumakla mükellefiz… Amerikan siyasetini tutmak biricik yol… Amerika’dan nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalı. Yoksa bir Amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasında mütalaa ettiği kadından ileri geçemeyiz. Dış siyasetimizde Amerikan siyaseti ve iç bünyemizde Amerikanizm politikasını kendimize tecezzi etmez (birbirinden ayrılmaz) bir siyaset vahidine (tekliğine) göre ayarlamakta büyük ve her işe hâkim bir mânâ gizlidir,”[14] diyen NFK şunların da altını çizmişti:
- “Komünizm Yahudi tuzağı” (Dünya Bir İnkılâp Bekliyor’dan)
- “Memleketimizde sayısı, 50-60 bini geçmediği söylenen komünistler, bütün insan çeşitleri içinde bu dünyanın en sefil ve en ucuza kazanılmış örnekleridir… Şahsiyetlerini teslim etmedeki ucuzluk… maddi menfaat de cabası…” (Hitabelerden)
- “Komünist kokusu veren her ferdi yumurtasına kadar yakmalı!… kavunu dibinden koklarcasına komünist kokusu veren veya kokusunun kokusunu veren her ferdi hesaba çekmek…” (Moskof’tan)
- “Eğer benim elimde olsa yeni bir mübadele siyasetinin taraftarlığını yapar… nankörlük edenleri memleketten çıkarırdım… ekalliyetlerin (azınlıkların) Türk milletinin başına ördüğü çorap artık canına tak etmiştir.” (Büyük Doğu, 9 Mart 1951)
- “(Alpaslan Türkeş’e darbe teklifi) Sizin Silahlı Kuvvetler ve gençler arasındaki gücünüzle, benim Büyük Doğu Derneği’ndeki gücümüzü bir araya getirip memleket idaresini ele alalım…” (Alpaslan Türkeş’in Anıları, Sabah, 25 Aralık 1995)
- “İçi alev alev Müslüman, dışı pırıl ırıl Türk ve içi dışına hâkim, dışı içine köle, yeni Türk neslinin maya çanağı olmak ehliyeti hangi topluluktaysa ben oradayım…” (1977 Seçim Beyannamesi)[15]
- “Demokrasya, getirdiği prensiplerle, icap ederse kendisini tepeletmek yolunu da açık bırakan (…) telakki ve teşkilâtın ismidir. (…) Biz kanuna aykırı şekilde ‘İslâmı getirin’ demiyoruz. ‘Demokrasyayı getirin, ötesi kolay!’ diyoruz”![16]
Dahası da var NFK, Şeyh Sait’i, “Oyuna gelmiş cahil din adamı” diye tanımlarken;[17] Dersim Katliamı’nı da bir “ulusal mesele” olarak değil, Müslüman sorunu olarak irdeler![18] Yanıp yakılışı, kıyılanların “Müslüman” olmasıdır.
Ve nihayet “12 Eylül klasik bir darbe değildir… Şahlanıştır… Gerçek Müslümana düşen görev darbeyi desteklemektir…” der NFK -tıpkı Fethullah Gülen gibi![19]-:
“Hareketin mahiyeti… Malum klasik darbelerden biri değildir… Bu hareket olmasaydı, yıl değil, ay değil, belki hafta ve gün hesabiyle Türkiye’nin çöküşü gerçekleşebilirdi… 27 Mayıs 1960 ile 12 Eylül 1980 Hareketi arasında şu fark vardır ki, ilki milli iradeye tam zıt ve fikirsiz bir gece baskını olmuşken, ikincisi milli ihtiyaca tam uygun bir imdat davranışı olmak istidadındadır… 27 Mayıs 1960 hareketi ‘millete rağmen’ diye belirtilirken, 12 Eylül 1980 müdahalesi ancak ‘millet için’ formülüyle ifade edilebilir.”
“Hükümetten ziyade onu mefluç kılan partilere ve fesad ocağına döndürdükleri Meclis’e yönelik bir davranış… Hedefi de bölücülük, komünizm ve din nikabı altında dolayısiyle gayet tabii olarak ‘devlet ve cumhuriyeti koruma ve kollama’ atılışı… Bir iç darbe değil, iç şahlanıştır. İsyan değil, ıslah…”
“Vatanı kurtarmak için, bu son hareketin son çare olduğunu 6-7 aydır müdafaa eden ordu mecburdur. Orduya davetiye çıkarmayan siyasilere de sitem eder; ‘Ben olsaydım orduya ‘gel bu işi sen yap!’, hatta ‘beni de yakala!’ teklifinde bulunmayı en akıllı tedbir sayardım.”
“Darbenin Başbakanı Bülent Ulusu, ‘bahriyelilere mahsus bir nezaket, yumuşaklık ve uysallık içinde’dir… Başbakanın iki konuşması üzerinde dikkat ettiğim nokta onun ‘başarımızı Allah’tan niyaz ederim’ sözleri oldu. Bu sesi özlüyorduk.”
“Hakkın tayini, türlü oyunlara getirilen yığınlara değil, hakka bağlı bir otorite merkezine ait olması gerekir. Biz dünya görüşümüz icabı, hak ve hakikât saltanatından gayri bir sistem tanımayanlardanız.”
“Diyarbakır’da ‘şeriatin kestiği parmak acımaz’ diyen Devlet Başkanı şeriati hak ve hakikât manası dışında kullanmış olmayacağına ve ayrıca ‘anarşiyi kökünden temizlemedikçe gitmeyeceğiz’ dediğine göre gerçek Müslüman’a düşen vazife ona şöyle cevap vermektir: Dediklerinizi yapın da, başımızdan hiçbir an eksik olmayın!”[20]
SİYASAL YAŞAMI
NFK bizde çoğu mütevazi kökenden gelen İslâmcı düşünürlerin aksine varlıklı bir ailenin çocuğuydu ve hayata gözlerini Çemberlitaş’ta bir konakta açmıştı. Hariciye nazırlığına kadar yükselmiş bir paşanın damadı olan dedesi, Mecelle yazarları arasında yer almış, fakat aynı zamanda Fransız kültürüyle de beslenmiş, Légion d’Honneur sahibi bir hukukçuydu. Bu atmosferde küçük Necip de ilk derslerini, kendisine aynı zamanda babalık yapan dedesinden aldı ve yine aile kültürünün etkisiyle -mahalle mektebi ve Numune mekteplerinin yanı sıra-Fransız Frerler okulu ve Amerikan Koleji gibi okullarda da okudu.
Fırtınalı ve çelişkilerle dolu hayatına “tadsız ve haşin” bulduğu “Papazlar Okulu”nun veya sevmekle birlikte haylazlık yüzünden “kovulduğu” Amerikan Koleji’nin itici etkileri mi damgasını vurmuştu?..
Yine de anlaşılıyor ki NFK’ın Doğu ile Batı kültürleri arasında bocaladığı ilk tahsil yıllarından sonra girmiş olduğu Bahriye Mektebi, kendisi için kültür planında adeta doğuş yılları oldu. “Kafa Kâğıdı” adını verdiği yaşam öyküsünde, NFK, Nâzım Hikmet’ten iki yıl sonra girdiği ve Yahya Kemal, Aksekili Ahmet Hamdi, Hamdullah Suphi gibi hocalardan ders aldığı bu okuldan söz ederken “Ne oldumsa bu mektepte oldum!” diyecektir.[21]
Bahriye Mektebi’ni tamamlamadan Darülfünun felsefe bölümüne geçen NFK, buradan sonra da kazandığı bir bursla Fransa’ya gitmiş ve Sorbon’da Bergson’un hüküm sürdüğü yıllarda, felsefe okumuştur. Ne var ki bu maceranın da bir yılda tamamlandığını ve yazarın 1925’te ülkesine bir felsefe tutkunu olarak değil de kumar tutkunu olarak döndüğünü görüyoruz.
Yine de kolayca tahmin edebiliriz ki şairin pek sözünü etmek istemediği Paris parantezi boşuna olmamış, özellikle felsefesinde “sezgi” ve mistik duygulara özel bir yer veren Bergson’un derslerini dinlemesi kendisi için kalıcı etkiler yapmıştır. İlerde felsefe düşmanlığı yaptığı ve “Biz felsefeyi dalaletin, inkârın ve fikir kargaşalığının insana getirdiği hâl olarak tarihi bir sayıklama manzumesi, aldanışlar tablosu olarak görmekte mazuruz,”[22] derken bile, Bergson’u ayrı bir yere koyacaktır.
NFK düşünce ve duygu hayatındaki asıl kırılmayı, 1934 yılında, Ağacamii’nde, İslâm alimi Abdülhâkim Arvâsi Efendi ile tanışması ile yaşadı. Şeyhle ilk karşılaşmaları ve bir süre devam eden buluşmaları genç şairi gerçekten de derinden sarsmıştı. Öyle ki, yazar, daha sonraki bir şiirinde Arvâsi’yi “Bana yakan gözlerle bir kerecik baktınız; ruhuma büyük, temel çivisini çaktınız” diye anacak, “O ve Ben” adlı eserinde de “Kurtarıcım, müjdecim, mürşidim, şeyhim, nurum, ruhum, canım, efendim, topyekûn hayatım!” dediği Van’lı mürşidine “Köpeğin olarak kendi köpekliğimden kurtulayım; insan olayım!” diye yalvaracaktır. Açıktır ki, özgür düşünceli ve bağımsız iki aydın arasındaki ilişkiden çok, “bir müridin mürşidine müridane bakışını” dillendiren yukarıdaki satırlar, aslında yazıldığı günlerde de yadırganacak nitelikteydi.[23] Oysa öyle görünüyor ki sorunun psikolojik planda başka bir boyutu daha vardı.
NFK tüm hayatı boyunca Arvâsi Efendi’den saygı ve ihtiramla söz etmiştir. Bununla beraber yazarın eserleri incelenirse neredeyse tüm referanslarının batılı kaynaklar olduğu görülür. Yazdıklarında Arvâsi’den ya da ünlü İslâm düşünürlerinden alıntılar yok denecek kadar azdır. Gerçekten de genç Necip, okuma hayatına Michel Zevaco ve Alexandre Dumas ile başlamış; Amerikan kolejinde öğrendiği İngilizce’yi ilerlettikten sonra “Lord Byron, Oscar Wilde, hatta Shakespeare’i” asıllarından okumuş; roman denilince de Paul ile Virginie’yi, Graziella’yı, Marcel Proust’u, Tolstoy’u, Dostoyevski’yi anmıştır. Puccini müziği, Max Linder filimleri ve babasıyla Tepebaşı Tiyatro’sunda seyrettiği ve “tek seyredişte adeta ezberledim” dediği Çardaş Fürstin opereti de anıları arasındadır.
NFK bu konuda gayet açıktır: “Türk muharrirlerinden hiçbiri beni sarmıyor” (s.158). Ne “vatan ve millet davulcusu” Namık Kemal; ne “Yahudi işi tahrip kalıbından çıkma” II. Meşrutiyet yazarları ve bu arada “bir tefekkür asliyet ve şahsiyetine malik olmayan” Ziya Gökalp; ne aşağılayıcı bir tonda anlattığı Yahya Kemal ve tabii ne de “beni Stalin yarattı, diyen Nâzım Hikmet”.[24] NFK’a göre Kanuni’den sonra Osmanlı kültürü çürüme yoluna girmiş ve izleyen dönemde adını anmaya değecek pek yazar kalmamıştır. Siyasette ise durum biraz farklıdır ve bu soysuzlaşma döneminde, yazar, “Ulu Hakan Abdülhamit” ve “Büyük vatan dostu Vahidüddin” parantezlerinden özlemle söz eder…
NFK 1947 yılına kadar “edebiyatçı” idi…[25] Büyük Doğu dergisinin başlangıçtaki yazarlarına ve İnönü Armağanı adaylığına bakarsanız CHP’ye pek de uzak olmadığı söylenebiliyordu.
NFK’ın 26 Kasım 1938’de Cumhuriyet’te çıkan ve Mustafa Kemal’e övgüler sıraladığı makalesini de okuyabilirsiniz.
İşte o yazıdan iki cümle: “Hiçbir Türk, devlet reisine bütün dünyanın bu türlü bir saygı göstereceğini ümit edemezdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun yarı dünyaya sahip olduğu devirlerde bile böyle bir ihtirama (saygıya) hedef olabilmiş hükümdar yoktu.”
18 Nisan 1947 tarihi Kısakürek’in yenidünyasının başlangıcı oldu denebilir. 1947’de İnönü Armağanı’nın katılımcılarından biriydi.
CHP’nin, özel bir yasa ile koyduğu İnönü Armağanı’nın İ. Galip Arcan, Prof. Sabri Esat Siyavuşgil, Ali Süha Delilbaşı, Bedrettin Tuncel, Kenan Akyüz, Lütfü Ay, Atıf Okay’dan oluşan seçici kurulu birinciliği, Kısakürek’in “Sabır Taşı”, ikincilik Ahmet Muhip Dıranas’ın “Gölgeleri” ile İlhan Tarur’un “Bir Gemi” adlı eserlerine oy çokluğu ile verildi. Ama CHP yönetimi ödülü iptal etti.
Kısakürek, dergisinin o sayısında çok sert bir açıklama yayımladı. CHP yönetimi ile seçici kurulu ağır biçimde eleştirmekle kalmadı, “ödülü hileli bir biçimde iptal eden parti yönetimine dava açacağını” da belirtti.[26]
NFK’nın siyasi kavgası Büyük Doğu dergisiyle başlayıp, esas olarak da Menderes döneminde etkili bir siyaset figürü olarak ortaya çıkmıştı. Bu yıllarda kendisini Menderes’e yol göstermek isteyen, onu belli bir politikayı uygulamaya kışkırtan bir yazar olarak görüyoruz…
NFK, çileli geçen 27 Mayıs döneminden sonra, mukaddesatçı gençliğin umudu olarak sahne alacak ve bu arada siyasal düşüncelerini de İdeolocya Örgüsü başlıklı bir kitapta kuramlaştıracaktır.
İslâmcı düşünür tüm siyaset felsefesini ortaya koyan bu eserde nasıl bir rejim ve ne gibi değerler savunmuştur? Daha önce anlattıklarımızdan da kolayca anlaşılacağı gibi NFK demokrasiden nefret ediyordu. “Komünizma, faşizma ve nazizma”yı eleştiriyor, fakat “ya demokrasiler?” sorusuna da “hastalığın başı onlar!” diye yanıt veriyordu.[27] İdeolocya Örgüsü[28] başlıklı kitabında da totaliter bir sistemin kurumsal ve kültürel dayanaklarını ortaya koymuştur.
1968 yılında yayınlanan bu kitapta Türkiye için, Kanuni’den beri beklenen “gerçek bir inkılap”la yürürlüğe konulacak yepyeni bir siyasal sistem önerilmektedir. Bu sistem “halkın değil, Hak’kın egemenliği”ne dayanacak ve üç ana organdan oluşacaktır. Kısakürek seçkincidir ve kendisi için “millet” sadece her türlü yabancı unsurdan temizlenmiş bir temeldir: “Türk vatanının yalnız Müslüman ve Türklerle meskûn, yalnız Türkler ve Müslümanlardan ibaret hâle gelmesi, hain ve muzlim unsurlardan baştan başa temizlenmesi için her türlü tedbir alınacaktır” (s.334). Temel organlara gelince bunlar da, 1) Yüceler Kurultayı; 2) Başyüce; ve 3) Başyücelik Hükümeti olmak üzere üç daldan oluşmaktadır. Bunlardan (günümüzde İran’daki Velayeti Fakih konseyini anımsatan) Yüceler Kurultayı bir çeşit “âkiller meclisi” olup, amacı, yaptığı genel yasalarla “milleti, en iyi düşünenlerinin ve en iyi yapanlarının kadrosunda özleştirmektir” (s.285). Kısaca Kurultay, beyin ve vicdandır; irade ise, bu Kurultay’ın beş yıl için seçtiği (ve bir çeşit Müslüman “Führer” izlenimi veren[29]) Başyüce tarafından temsil edilmektedir. Başyüce, “bütün salahiyetler beşeri haddin en üstünüyle eline teslim edilmiş”, “milletini tek şahıs içinde yekûnlaştıran” bir önder, bir “timsal”dir (s.291). Hükümet üyelerini Başyüce seçer ve “Başyüce’nin bir emriyle hükümet değişir”. Görüldüğü gibi bu sistemde genel seçim yoktur ve “milli irade”yi zaten Yüceler Meclisi temsil etmektedir. “Başyüce seçimi gibi tabii hâller dışında” ise, Yüceler Meclisi ancak “millet iradesinin tecellisi aranan vaziyetlerde” söz sahibi olacaktır.
Seçime dayanmayan bu siyasal sistem militaristtir ve temel dayanağını orduda bulmaktadır: “İslâm inkılâbı orducudur” ve bu inkılâbın “rüyasını gördüğü ordu(nun) ismi Altun Ordu’dur” (s.268). Bu durumda subaylar da sistemde ister istemez ayrıcalıklı bir yere sahip olacaklardır: Özenle yetiştirilecek subaylar, “orducu Büyük Doğu idealinin icrâda mihrak şahsiyetidir” ve “Büyük Doğu militarizması, bütün insanlığa icabında tam bir vicdan hürriyeti, icabında da operatör bıçağı gibi cebir ve zorla tatbik edilecek bir ideal manivelasıdır” (s.130). İlginçtir ki, İslâmcı düşünür, Menderes’le ilgili kitabında da D.P. liderinin en büyük hatalarından birinin “Harbiye’den başlayarak ordunun içine girmek, oraya yeni bir mâna, bir çift göz ve kulak yerleştirmek gerektiğini” anlayamamak olduğunu yazmıştı.[30]
RTE 2013’ün Şubat’nda AKP Gençlik Teşkilâtına da Üstad’ın “Gençliğe Hitabesi”nden, “dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik” isteyen satırlarını okumuştu. Bu satırları izleyen (ve Erdoğan’ın okumadığı) cümlede de, NFK “Halka değil, Hakka inanan; Meclis’inin duvarında ‘Hâkimiyet Hakkındır’ düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bilen bir gençlik” özlemini ifade ediyordu.[31]
Özetle NFK, Adnan Menderes’ten Celal Bayar’a, Süleyman Demirel’den Turgut Özal’a, Necmettin Erbakan’dan Alparslan Türkeş’e kadar çok çeşitli sağcı siyasetçilere ilişkin beklentileri olan, onları etkilemek için türlü sistematik çabalar içine giren biri olarak biliniyor. Örneğin Adnan Menderes’ten günlük çıkartacağı Büyük Doğu Gazetesi için yardım istiyor, Menderes’in desteğini alıyor. Gazetenin amacını da, “sadece Menderes’i tutmak, onu partisi içinde ve dışındaki düşmanlarına karşı müdafaa etmek…” olarak açıklıyor…
NFK, Erbakan ile çalışmak istiyor ancak Milli Nizam kurulurken kendisini aldatmasını asla affetmiyor ve ona “Büyük Doğu idealinin düşük çocuğu” yakıştırması yapıyordu.[32]
Necmettin Erbakan önderliğinde kurulan Milli Nizam Partisi’ne ve onun devamı olan Milli Selamet Partisi’ne büyük muhabbet besledi. Ancak Erbakan’ı yönlendirmesinin mümkün olmadığını görmesi ve sunduğu aday listelerinin seçilebilecek yerlere konmaması sonucunda Erbakan’a ve MSP’ye savaş atı. Yollarını ayırdığı dönemde Erbakan için “Şeriat dostlarının baş belası”, “Ruh hastası”, “Don Kişot”, “Hokkabaz”, “Sahte etiketçi” gibi tanımlamalar yaptı.[33]
Bütün bu sağcı politikacılar içinde, “mason” olarak tanımladığı Demirel’den nefretini hiç gizlemiyor. Turgut Özal’a ise ANAP’ın kuruluş sürecinde tam bir danışmanlık yapıyor. Özal’a akıl verirken, “Mukaddes gayeye erişmek için… her yola başvurma(nın) mubah ve hatta emir olduğuna” dikkat çekerek, ABD ile işbirliği yapmasını ve İslâm dünyasıyla “Amerikalıları ve Sovyetleri gocundurmayacak” şekilde işbirliği yapmasını öneriyor.
NFK, asıl teveccühünü Alparslan Türkeş’e gösteriyor. Türkeş’i, 1977 seçimleri öncesinde yayınladığı, “Türk Milletine Beyanname” nedeniyle “24 ayar altın” olarak tarif ediyor. Bildiri sonrasında NFK da, bir bildiri yayınlayarak, “Bugünden itibaren MHP, nazarımda bambaşka bir mâna ve hüviyet sahibidir” ifadesini kullanıyor. Türkeş için, “Kendine göre bir plân ve strateji sahibi olduğu hissini verdi ve bilhassa en mühim eseri olarak, ruhun fikri kuvvetinden ziyade adale ve hareket gücüne bağlı bir gençlik örgütleştirmeyi bildi” ifadesini övgüyle kullanıyor…
‘70’li yıllarını, “motor ve adale kuvveti olarak” gördüğü ülkücülerle, “beyin ve kalb merkezi” diye nitelediği MTTB’nin birleşmeleri için çabalamakla geçiriyor. Muhtemelen aklında, tıpkı Müslüman Kardeşler Örgütü’nün Mısır’da başvurduğu işçi ve emekçi hareketini sindirme yöntemini kullanmak geçiyor ve bu “adale kuvveti”ni Türkeş’in “ülkücüler”inde gördüğü için hayranlık ifadesinde bonkör davranıyor. Özal’a akıl verirken de, Türkeş’e olan hayranlığını dile getirirken de, aklında, günün birinde kurulacak “Şeriat” esaslı İslâm devletinin hayalinden vazgeçmedi.[34]
NFK’İN “BÜYÜK DOĞU”SU!
NFK’in ‘Büyük Doğu’su, malum, bazen dergi, bazen gazete hâlinde çıkan, ama dünyaya bakış açısı değişmeyen bir yayın organı… “İslâm İnkılabı”nın gerçekleşmesini istiyor. Cumhuriyet’e karşıydı… Abdülhamid ile Vahdettin”e saygılı, Mustafa Kemal ile İnönü”ye kızgındı… Başbakan Adnan Menderes”e -konjonktüre bağlı olarak- bazen eleştiriler, bazen övgüler yağdırıyordu.
Büyük Doğu”nun, “en büyük tehlike” olarak gördüğü kesimler, “komünist”ler, “Yahudi”ler, “dönme”ler, “mason”lar, “Ermeni”ler ve diğer “gayrimüslim”lerdi…
1 Eylül 1943 tarihli ‘Büyük Doğu’nun ilk sayısında şöyle bir soru vardı: “Tanrı’ya inanıyor musunuz? Kimliğimizi Batı’da, Batılılaşmada aramak gidişine inanıyor musunuz?”
Bu iki soru birbiriyle örtüşünce, ‘Tanrı’ya inanmayanlar Batılılaşma yozlaşmasında benliğini yitiren insanlardır’ gibi bir sonuç ortaya çıkarken NFK’in kırklı yıllardaki çıkışı, 1950’de Demokrat Parti’nin yönetime gelmesiyle tırmanışa geçti.
“Adnan Menderes’in Demokrat Parti İzmir Kongresi’ndeki sözleri, NFK’ın ona destek vermesi, ‘Büyük Doğu Cemiyeti’ etrafında toplanan ‘mukaddesatçı’ kitleyi arkasına almak bakımından, Menderes için de büyük bir güç kaynağı olacaktır:’
Şimdiye kadar baskı altında bulunan dinimizi baskıdan kurtardık. İnkılap softalarının yaygaralarına ehemmiyet vermeyerek ezanı Arapçalaştırdık. Mekteplerde din derslerini kabul ettik. Radyoda Kur’an okuttuk. Türkiye bir Müslüman devletidir ve Müslüman kalacaktır. Müslümanlığın bütün icapları yerine getirilecektir.”[35]
Özetle NFK, bir yanıyla İslâm’ın kurtuluşu uğruna bayrak açan bir “dava adamı”dır.
Bu bağlamda Büyük Doğu, “Biz ne lâikiz diyoruz, ne lâik değiliz diyoruz. Birinden biri, ama söylemiyoruz. Lâiklik, ne iyidir, ne kötüdür diyoruz. Dikkat edin onu da söylemiyoruz. Ama diyoruz ki, lâiklik dünya hükmü olan bir din hakkında kabil-i tatbik değildir. Evet, sevgili gençler, daima benim gibi konuşmaya çalışın. Çünkü davamız çeşm-i bülbül kadar naziktir, yere düşürüp kırmayalım,” diyen NFK’in formülasyonundaki pragmatizmdir.
15 Haziran 1951 tarihli Büyük Doğu’da yayımlanan Büyük Doğu Partisi’nin ana nizamnamesinde “Cumhuriyetin en ileri gerçek mefkûreleşmiş nevii” olan “Başyücelik Devleti”ni takdim etti kamuoyuna. Bu nizamnameden anlaşıldığı kadarıyla bu devlet eleştirdiği Kemalist Cumhuriyet gibi militarist esaslara göre tanzim edilmişti. CHP’nin Altı Oku’na karşılık Büyük Doğu Mefkûresinin ‘Dokuz Umde’si (Ruhçuluk, Ahlâkçılık, Milliyetçilik, Şahsiyetçilik, Cemiyetçilik, Keyfiyetçilik Nizamcılık, Müdahalecilik, Sermayede Tahdit) vardı. CHP’nin Ebedi ve Milli Şef’inin karşılığı İslâmi bir ulu olan ‘Başyüce’ idi. TBMM’de ‘Hâkimiyet Milletindir” yazarken, Yüceler Kurultayı’nda “Hâkimeyet Hakkındır” yazacaktı.
Başyücelik Devleti’nde sosyal hayatın parazitleri İslâm hukukundaki ‘kısas’ yöntemi ile yola getirilecekti. Cinayetin bedeli şehir meydanlarında idamdı. Hırsızlığın cezası kolun kesilmesiydi. Faiz, dans, heykel, zina, fuhuş, kumar, içki, uyuşturucu ve her türlü keyif verici madde yasaktır Sinema devletin kontrolünde olacak, kahvehaneler kapanacaktı.
HAKKINDA
Hakkında birçok iddia ve tevatürün söz konu olduğu, ona dair Ahmet Hakan’ın bile, “NFK daha çok geçmişin siyasal ihtişamına meyletmişti. Yeniden fetih arzuları, yeniden üç kıtada at koşturma hayalleri, yeniden Batı’ya boyun eğdirme hırsları, yeniden hükmetme rüyaları falan,”[36] türünden betimlemelerine maruz kalan; Prof. Dr. Taner Timur’un, “Şairin teokratik totalitarizmi ve etnik temizliği açıkça savunan fikirleri piyasada serbestçe dolaşıyor ve okunuyor. Bu durumda iktidara demokrasiyi ilerletmek vaadiyle geldiği söylenen bir siyasi kadronun NFK aşkını her yönüyle bilmek ve sorgulamak durumunda değil miyiz?” diye sorup, demokrasiden nefret ettiğini belirttiği[37] NFK İslâmcı çevrelere göre “Üstad-ı Azam”, “Sultan’üş Şüera”, abidevi bir şahsiyet, eşi menendi bulunmaz bir mütefekkir, hatta bir dâhi…
Bir diğer bakış açısıyla da “Gençlik yıllarında Hâkimiyet-i Milliye’de irtica karşıtı yazılar yazan, içki, kadın ve kumar müptelası, bohem bir şair…”[38]
İlk devrede yazdığı şiirlerin çoğunu, “hidayete erdikten” sonra reddeden şairin gençlik yıllarında elden ele dolaşan ancak hiçbir kitabına almadığı şiirlerinden birini Oktay Akbal’ın ‘Şairler ve Ben’ başlıklı yapıtından aktarırsak:
“Bu akşam bir ateş duyup etimde/ Kadın kadın diye içimi oydum/ Ruhuma bir serin yer istedim de/ Alnımı mermerin üstüne koydum.
Birden karanlıklar sökülüverdi/ Odama bir hayal dökülüverdi/ Karşımda gerindi bükülüverdi/ Onu gözlerimle çırılçıplak soydum
Artık ben ne günah olsa işlerim/ Yumuşak yastığa geçti dişlerim/ Bir an kadar sürdü can verişlerim/ Ey kadın bu akşam sana da doydum.”[39]
Bunlara bir de Ayşe Hür’ün, ‘Necip Fazıl’dan Menderes’e Yalvaran Mektuplar’ındaki, “Sürünmekteyim, 10 bin lira lütfedilirse” gibi ifadelerin yer aldığı, “Benim yaptığımı yapanlara hükümetler ve rejimler servetlerini ve nimetlerini yağdırır” sitemini de ekleyelim.
Necip Fazıl’ın, bir dönem içki ve kumar düşkünü bir hayat sürdüğü bilinirken kendisinin de bu geçmişini “çöplük” olarak değerlendirdiği sık sık dile getirilirdi.
Gazeteci Amberin Zaman da şöyle yazmıştı:
“Başbakanla 2002 yılında The Economist adına mülakat yaptığımda (henüz AKP iktidar olmamıştı) adet yerini bulsun diye sordum “en çok sizi hangi dünya lideri, figürü etkiledi, ilham verdi?”. Biraz düşündü: “NFK dedi”![40]
Oysa NFK’severler, onu fazla bilmedikleri için kendisini dik duruşlu biri zannederler. Mesela RTE şöyle demişti: “Herkesin kalemini sattığı ya da kiraladığı bir ortamda, bu dönemde de var ya, NFK kalemini titretmiyordu.”
Hatırlatıp, sormadan geçmeyelim: “Şu mektupları kim yazdı?[41]
‘Müsteşar Bey’den 2500 lira ve ‘Mecmuanı çıkar da görelim ve sonra yardım edelim’ cevabı aldım. İlk defa bir itimatsızlık sezer gibiyim. Ben parayı alır da mecmuayı mı çıkarmam veya çıkarırım da uygunsuz bir istikamet mi tutarım? Ben ki her şeyi uğrunuza riske etmiş, her defa mükemmel eseri vermiş ve bu kadar tecrübe ve çileden geçmiş bir adamım.’
‘Benim yaptığımı yapanlara hükümetler ve rejimler servetlerini ve nimetlerini yağdırır. Bütün bunlara karşı 15 bin lira zarar çarpıtılmış ve daha nice kasıt ve sabotaja karşı yalnız bırakılmış olarak sürünmekteyim. Haftalardır Ankara’nın bu ücra ve münzevi otelinde cinnet buhranları içinde çırpınmaktayım. Bütün istediğim zarara birkaç bin zamla 20 bin lira temininden ibarettir. Bunca muvaffakiyetten sonra uğratıldığım bu hâl ve düştüğüm şeref kırıklığı hayatıma mal olabilir.’
‘Reklam ve sair ihtiyaçlarım için 10 bin lira lütfedilirse… Ayda 6 bin lira tahsis olunursa… Akis, Kim, Form gibi mecmuacıklarla bütün muhalefet matbuatını saf fikirle çürütücü, muazzam bir içtimai ve edebi, ideoloji, bina edici ve yüreklere nüfuz edici bir mecmua kuracağıma emin olunabilir.’
NFK bırakalım kalemini kiralamayı, kalemini kiralamak için dilenmiş bir adamdır.”[42]
Altan Öymen de ‘Öfkeli Yıllar’ başlıklı çalışmasında[43] onun Tevfik İleri aracılığıyla, Başbakan Adnan Menderes ile nasıl görüştüğünü ve Büyükdoğu’nun günlük gazeteye dönüşmesi için kendisine nasıl para verildiğini şöyle anlatır:
“Başvekâletten çıkınca doğru Tevfik İleri’ye koştum ve Başvekille bütün konuşmalarımızı tek tek anlattım ve müjdeyi verdim.
– Evet, dedi arkanızdan telefon etti ve o da kısaca anlattı… Siz gelir gelmez kendisini telefonla aramamı istedi.
… Telefon ahizesi Tevfik İleri’nin kulağında:
– Her şeyi anladım. Kendisine anlatır ve onun adına teşekkür ederim.
Tevfik İleri ahizeyi yerine bıraktı ve mes’ut gözlerle bana baktı:
– Size söyleyemediği bir sözü bana söyletiyor. Öğleden sonra Başvekâlete gidecek ve Müsteşar Salih Korur’u göreceksiniz. Size Beyefendi’nin emriyle 5000 lira takdim edecek. Bu gazetenin kuruluncaya kadarki masraflarınız ve rahatınız içindir…”
Ne var ki sonra parayı almak için gittiği Ahmet Salih Korur, Necip Fazıl’ı hiç memnun bırakmamıştır. Necip Fazıl o bölümü de şöyle anlatır:
“… Ankara masonlarının üstadı olan mumaileyh bizden ziyade efendisine beslediği gizli nefret hissiyle paraları her sayışta yüzümüze bir tokat atarcasına elindeki desteden 5000 lira ayırdı ve önümüze doğru itti:
– Al!
Onca kasadarlığı bana ‘sen!’ diye hitap etmesine yetiyordu…”
Ve Necip Fazıl, daha sonra verilecek olanlardan ayrı olarak, gazete çıkana kadar rahatı için verilen 5000 lirayı alır.
Bu olaydan sonra da Necip Fazıl gazetesinde iktidarı öven muhalefete söven yazılar yazmaya koyulur.[44]
Ha bu konuya ilişkin bir de Ahmet Hakan’ın, “Doğrudur, Başvekil’den para istemiştir. Peki parayı alınca minnet etmiş midir? Ne gezer… Başvekil dahil kimseye minnet etmemiştir. Eyvallahsızlardandır o,”[45] satırlarıyla çürümeyi estetize etme girişimi var ki, buna cevap bile vermeye bile değmez![46]
Kaldı ki “NFK, Yassıada’da örtülü ödenekten para aldığını itiraf etti. Bu paraları muhalefete karşı yayın yapmak için istiyor ve alıyordu. Bunun adı kalem kiralama değilse ne olabilir?”[47]
Rasih Nuri İleri’nin ‘Örtülü Ödenek’ kitabındaki “Yassıada tutanakları” sadece alınan büyük parayı değil kirli medya-iktidar ilişkilerini de deşifre ederken; şöyle bir diyalog da kayıtlara geçmişti:
“Mahkeme Başkanı: Örtülü ödenekten size muazzam yardım yapılmış. Nasıl oldu hangi sebeple hizmete mukabil aldınız?
Kısakürek: İzin verirseniz notlarıma bakayım…
Rakamlar tutanaklarda geçer:
“Başkan: Cem’an ne kadar oluyor tahminen?
Kısakürek:140 bin lira civarında…”[48]
Şimdi burada Ahmet Telli’nin, “Ismarlama sözcüklere bel bağlamadım hiç mi hiç/ bu yüzden kötü bulunup geri çevrildiği de oldu/ uşaklaşmadı hiçbir şiirim/ -onurumdur bu-” ya da Behçet Aysan’ın, “sen bu şiiri okurken/ ben belki başka bir şehirde ölürüm…” dizelerini anımsamamak mümkün mü?
Ve bir şey daha: “Ben geçmişimi dürdüm, büktüm, çöpe attım” diye serzenişte bulunur. Ancak 22 Mart 1951’deki polis baskını öyle olmadığını gösterir. İstanbul Emniyeti, Taksim Pire Mehmet Sokağı, 14 numaralı apartmanda rulet masaları etrafında, aralarında Zurnik ve kumarhane sahipleri Seyfi ve Fevzi Gürel kardeşlerin de olduğu 19 kişiyi yakalar. Esas sürpriz, mekânda Büyükdoğu Dergisi’nin sahibi ve başyazarı NFK’in bulunmasıdır. ‘Üstat’, “Komplo” der, “Buraya mecmuama kumar aleyhinde haber yazmak için gelmiştim.”
Her şey orta yerdeyken; Sezai Karakoç kumarhane işini Necip Fazıl’a yakıştıramayıp, şöyle der: “Gelişen Büyük Doğu Cemiyeti’ni dağıtmak ve oluşan itibarı yok etmek için basın, karanlık güçler ve hatta hükümet el ele vermiş, üstadı kumarhanede yakaladıklarını ilan etmişlerdi”![49]
TOPARLARSAK…
Toparlarsak RTE’ın NFK’e olan hayranlığı malûm. Bunu her fırsatta ortaya koyar.
Başta RTE olmak üzere AKP yönetiminin NFK’ın çeşmesinden su içtiği “sır” değildir.
Özetle onların NFK tarafından şekillendirildiği meydanda.
Kaldı ki NFK ödül töreninde, dönemin Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, onun gösterdiği hedeflere ulaşmakta bakanlığının ihmali olduğunu ve bunu gidereceklerini söylemişti.
O hedef neydi? RTE’nin tekrar etmekten çok hoşlandığı, yine şairin ifadesiyle “Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlik…”
Özetle karşımızda NFK’in, “Başyücelik Devleti” diye tanımladığı şeyi “kurtuluş formülü” olarak görenler/ gösterenler var.
Devlet başkanının adı belli: Baş Yüce… Fena hâlde İtalyan faşizminden mülhem ve İslâmi soslu bir totalitarizm…
Durum bu ve burada duruyorum/z…
29 Temmuz 2023, 20:43:11, İstanbul.
[*] Kaldıraç Dergisi, No:266, Eylül 2023…
[1] Özdemir Asaf.
[2] Nazif Gürdoğan, “Necip Fazıl Anadolu’nun Yarınıdır”, Yeni Şafak, 15 Ocak 2013, s.12.
[3] Yusuf Genç, “Yeni Türkiye Yolunu Necip Fazıl Açtı”, Yeni Şafak, 17 Ağustos 2014, s.7.
[4] Alp Altınörs, “Biraz da Necip Fazıl”, Gündem, 10 Mayıs 2016, s.3.
[5] “NFK’in hüzün dolu son yıllarını avukatı Muhammet Emin Özkan, avukatlık hayatının en onurlu yerini NFK’ın teşkil ettiğinin altını çizerek, düşüncelerinin şimdiki Müslüman entelektüeller için bile lüks olduğuna işaret edip, hâlâ tam anlamıyla NFK’ın düşüncelerinden konuşulamadığını söylüyor: “Üstad şehirli biriydi. Halkın içinden gelmiş bizler şehirlileşemedik. Avukatlığa başladığım yıllarda bana ilk “Sokrates’in Savunması’nı okudun mu?” demişti. Vefatından sonra okudum ve yüz kere okumuşumdur. Ne demek istediğini daha sonra anladım. Okumayan bir milletiz. Gelecek nesiller yapacak bu tahlilleri.” (Ayşe Tosun, “Üstad NFK’ı 79 Yaşında Cezaevine Koyacaklardı”, Zaman, 25 Mayıs 2010, s.3.)
[6] Elif Kaya, “Ülke Genelinde NFK Haftası”, Zaman, 25 Mayıs 2010, s.21.
[7] Osman Akkuşak, “Necib Fazıl Bibliyografyası”, Yeni Şafak, 7 Temmuz 2014, s.19
[8] Edward Said, Entelektüel: Sürgün Marjinal Yabancı, çev. Tuncay Birkan, Ayrıntı Yayınları 2011, s.13-17.
[9] Mustafa Şerif Onaran, “Necip Fazıl Olayı”, Cumhuriyet Kitap, No:1012, 9 Temmuz 2009, s.22.
[10] aktaran: Tevfik Taş, “Kısakürek… Kokain Filan”, Evrensel Pazar, 13 Ekim 2013, s.3.
[11] aktaran: Işık Kansu, “MTTB İktidarda”, Cumhuriyet, 30 Kasım 2012, s.7.
[12] Aktaran: Altan Öymen, “Necip Fazıl’ın Siyasi Tezleri”, Radikal, 23 Şubat 2012, s.10.
[13] Özgür Mumcu, “Necip Fazıl’ın Genç Adamı: Erdoğan”, Radikal, 10 Ekim 2013, s.8.
[14] Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu Dergisi, No: 20, 17 Temmuz 1959.
[15] Bilim ve Ütopya Dergisi (Gericiliğin Üstadı Necip Fazıl), No: 225 Mart 2013.
[16] aktaran: Kadri Gürsel, “Necip Fazıl Merkezli Matbuat Kriterleri”, Cumhuriyet, 19 Aralık 2017, s.10.
[17] Miyase İlknur, “Oyuna Gelmiş Cahil Din Adamı”, Cumhuriyet, 23 Temmuz 2003, s.6.
[18] “Dersim isimli vatan parçasında cereyan eden bazı münferit şekavet ve isyan hâlleri, bunların tedip ve tenkili bahanesiyle bütün o bölgenin, bütün masum sekenesiyle kökünden kazınması gibi bir harekete vesile olmuş ve birkaç yüz veya birkaç bin sergerdenin kanuna zıt vaziyeti, on binlerce saf ve masum Müslümanın çocuk, genç, ihtiyar, kız, kadın, hasta, alil, ısırgan otu yolunur gibi doğranması işinde sebep (!) rolüne çıkmıştır.”
Yaşananlardan örnekler veren NFK şunları yazar:
“Babalarını arayan ve yanına gitmek istediklerini söyleyen iki masum çocuğun Hozat Kaymakamı tarafından süngületilerek babalarının yanına gönderilmesi… Kendisinin öğretmen ve köy halkıyla alâkâsız bir şahıs olduğunu iddia ederek alevler içinden fırlamak isteyen bir gencin kalasla itilip alevler içine atılması ve karşısında sigara içilmesi… Buğday sapları üstünde yakılan, daha evvel kurşunlanmış bütün bir köy halkı… Bir dere içinde boğazlanan ve bu fiili yerine getirecek celladın bulunması bir hayli zorluğa yol açan yirmi masum…
Murat suyunun kandan kıpkızıl aktığını görenler olmuştur.
Son inkılap, kansızca ve aç gözce teslim aldığı Anadolu bütününü, teslim aldıktan sonra yıldırmak (!) için Dersim’i (poligon) olarak kullanmış ve bu (poligon)un hedefleri içine gebe kadınların çıkık karınlarına ve ağzı süt kokan çocuklara kadar en aziz eşyayı merhametsizce dahil etmiş ve onbinlerce cana kıymıştır.
Bugünkü sahte hak ve hürriyet kahramanlarının bilfiil başında bulunduğu ve en büyük mesuliyet hissesini taşıyan Dersim faciası, yarının tarih savcıları elinde, büyük amme davası olarak açılacak olan bir numaralı dava dosyasını gösteriyor…” (aktaran: Oral Çalışlar, “Necip Fazıl’da Dersim Acısı”, Radikal, 26 Mayıs 2012, s.14.)
[19] Fethullah Gülen hareketinin ‘Sızıntı’ dergisinde darbeden bir ay sonra Ekim 1980’de yayınlanan 21. sayısındaki ‘Son Karakol’ başyazısında 12 Eylül darbesi için “ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz,” denilmişti. (http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/son-karakol.html)
[20] aktaran: İhsan Dağı, “Necip Fazıl, 12 Eylül ve Türk Sağı”, Zaman, 29 Mayıs 2012, s.25.
[21] Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâgıdı, Büyük Doğu Yay., 2011, s.135. (Aksi belirtilmedikçe izleyen alıntı sayfaları metin içinde verilecektir).
[22] Necip Fazıl Kısakürek, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, Büyük Doğu Yay., 2016, s.17.
[23] Bu alıntıları NFK Web sitesine borçluyuz.
[24] Bu alıntılar da yazarın Kafa Kâğıdı adını verdiği anılarından alınmıştır.
[25] NFK ilk hapis cezasını, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının başlattığı mücadele hakkında yazdıkları yüzünden alır… Türklüğe hakaret, rejimi kötülemek ve şeriat propagandası yapmak suçlarından 1947’de iki kez hapse giren NFK, 1950’de de Şapka Kanunu’na muhalefetten yargılandı. Menderes’in artık zulüm gören Müslümanların kurtarıcısı olduğunu ilan eden Fazıl, Büyük Doğu ideolojisini ve örgütlenmesini birlikte gerçekleştirebilecekleri önerisinde de bulunur. (Miyase İlknur, “Hareket Ordusu İstanbul’da”, Cumhuriyet, 22 Temmuz 2003, s.9.)
[26] Orhan Erinç, “Necip Fazıl’ın Kaleminin Kirası 147 Bin 500 Lira”, Cumhuriyet, 23 Aralık 2017, s.6.
[27] N. F. Kısakürek, Tanrıkulundan Dinlediklerim, Büyük Doğu Yay., 1999 (Eser, yazarın 1943-1959 yılları arasında Büyük Doğu dergisinde aynı başlık altında yayınladığı yazılarından oluşmuştur).
[28] N. F. Kısakürek; İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yay., 18. Baskı, 2010.
[29] Buradaki “Führer” benzetmesine Necip Fazıl hayranlarının fazla itiraz etmeyeceklerini düşünüyorum. İslâmcı şair koyu bir Yahudi düşmanıydı; Yahudileri Kanuni’den itibaren Osmanlı çöküşünün başlıca aktörleri arasında görüyordu ve Hitler’i Abdülhamit ve Menderes gibi en sevdiği şahsiyetlerle birlikte anmakta bir sakınca görmüyordu. Gerçekten de N. Fazıl’a göre Yahudilerin en çok korktukları şahıslar “Abdülhamit ve Hitler’den ibaret kalmıştı” (Başmakalelerim, 3, s.214). Aynı şekilde, 1954 seçimlerinden sonra da D.P.’nin gurura kapıldığını söylüyor ve “gururu olmasa ve hadiselerin iç mimarisi içinde kendi zaafını seçebilecek bir duygusu olsaydı, Hitler’in batmasına imkân var mıydı?” diye soruyordu. (Başmakalelerim, 1, s.256).
[30] N. F. Kısakürek; Benim Gözümde Menderes, s.491.
[31] Taner Timur, “Necip Fazıl Demokrasiden Nefret Ediyordu!”, Demokrat Haber, 3 Ocak 2013… http://www.demokrathaber.net/guncel/necip-fazil-demokrasiden-nefret-ediyordu-h14557.html
[32] Necip Fazıl Kısakürek’in genç nesillerce pek bilinmeyen tarafı, Milli Görüş kadrolarına yönelttiği eleştiriler ve Alparslan Türkeş’le ilişkisidir.
Necip Fazıl hakkında geniş yayın yapan, onun Büyük Doğu dergisinin tıpkıbasımlarını veren gazeteler dahi onun Milli Görüş’e yönelttiği eleştirilerden bahsetmezler.
Bu vesileyle Kısakürek’le Türkeş’in görüşmelerinden bahsetmek gerek…
Necip Fazıl, Türkeş’le görüşmelerinde merhum Erbakan ve ekibini ağır sözlerle eleştirirdi. Şunu da söylerdi:
“Bunları yüzlerine kaç defa söyledim; yazıp yayınlayacağım da…”
Öyle de yaptı.
Necip Fazıl’ın Erbakan ve arkadaşlarına yönelttiği ağır eleştirilerini internette bulabilirsiniz. (Taha Akyol, “Necip Fazıl ve Türkeş”, Hürriyet, 5 Kasım 2014, s.20.)
[33] Miyase İlknur, “Komplo Kuramları”, Cumhuriyet, 24 Temmuz 2003, s.6.
[34] Yüksel Işık, “Sağın Akıl Hocası”, Radikal İki, 16 Eylül 2007, s.5.
[35] Alaattin Karaca, Necip Fazıl Adnan Menderes İlişkisi, Mektuplar ve Belgeler, Lotus Yay., 2009.
[36] Ahmet Hakan, “Hep Necip Fazıl Okudular Yahya Kemal Okumadılar”, Hürriyet, 23 Temmuz 2012, s.5.
[37] Taner Timur, “Necip Fazıl Demokrasiden Nefret Ediyordu!”, Demokrat Haber, 3 Ocak 2013… http://www.demokrathaber.net/guncel/necip-fazil-demokrasiden-nefret-ediyordu-h14557.html
[38] Miyase İlknur, “Bir Şairi Polemiklerde Tanımak…”, Cumhuriyet, 21 Temmuz 2003, s.9.
[39] Oktay Akbal, Şairler ve Ben, Çağdaş Yay., 1999.
[40] “Ayşe Hür’ün Necip Fazıl Tweet’leri Sarstı”, Demokrat Haber, 3 Ocak 2013… http://www.demokrathaber.net/medya/ayse-hurun-necip-fazil-tweetleri-sarsti-h14556.html
[41] NFK, Peyami Safa, Orhan Seyfi Orhon ve Yusuf Ziya Ortaç gibi yazarlar Adnan Menderes’ten para istemek için mektuplar yazdı… (“Başbakanım 10 Bin Lira Lütfedilirse…”, Radikal, 3 Ocak 2013, s.38-39.)
[42] Özgür Mumcu, “Kiralık Kalem”, Cumhuriyet, 21 Aralık 2017, s.3.
[43] Altan Öymen, Öfkeli Yıllar, Doğan Kitap, 2008, s.461-465.
[44] Ali Sirmen, “Necip Fazıl Onları Yazmak İçin Para Alıyordu”, Cumhuriyet, 21 Aralık 2017, s.4.
[45] Ahmet Hakan, “Size Necip Fazıl’ı Anlattım”, Hürriyet, 4 Ocak 2013, s.4.
[46] Çizme’de bir süre önce örtülü ödenekten Mussolini’nin finansman sağladığı aydınların listesi yayımlandı…
Şair Sibilla Aleramo’ya 168 bin liret… Alfonso Gatto’ya 24 bin liret… Giuseppe Ungaretti’ye 144 bin liret…
Bunlar büyük şairlerin listesi. Gazetecilerinki farklı. Bayağı restoran mönüsü gibi… Değişik yemek fiyatları gibi, tüm yazarların, sanatçıların etiketi değişik.
Gazeteci tarifesi genelde şairlerden daha geniş kitlelere hitap ettikleri için olsa gerek çok daha yüksek!
Gazeteciler, şairler, sanatçılara Mussolini faşizminin biçtiği bu parasal rayiçler, iki yıl kadar önce Çizme’de, “Mussolini’nin entelektüelleri-faşizmin finanse ettiği kültür” adıyla çıkan bir kitapta, enine boyuna masaya yatırıldı.
Giovanni Sedita isimli bir tarihçinin imzasını taşıyan kitap, aydın-iktidar ilişkisinin gen haritasını betimlediği için ilgi çekmişti.
Mussolini’nin aydınları, Menderes’in aydınları gibi, kendi adlarına mektup yazıp “Duçe”den tek tek yardım dilenmek durumundaydı…
“Duçe” de Menderes gibi, sanatçıları peşinden koşturarak bizzat satın aldığının bilinmesini istemiyordu…
“Duçe” de tıpkı gene Menderes gibi, aydınlara akıtılan paraların dökümünü tutmuştu.
Tıpkı bizde ortaya çıkan kayıtlarda şimdi belgelenmiş olduğu gibi; 1932-1943 yılları arasında Mussolini faşizmi de İtalya’da 906 aydın, 387 gazete, dergi ve ajansa o dönemde gizlice 600 milyon liret dökmüştü… (Nilgün Cerrahoğlu, “Necip Fazıl ve Kalemini Satan Aydınlar”, Cumhuriyet, 5 Ocak 2013, s.12.)
[47] Melih Aşık, “Faziletli Şair…”, Milliyet, 26 Eylül 2013, s.14.
[48] Rasih Nuri İleri, Örtülü Ödenek, Scala Yay., 1996.
[49] aktaran: Mustafa Şerif Onaran, “Necip Fazıl Olayı”, Cumhuriyet Kitap, No:1012, 9 Temmuz 2009, s.22.