Aktüel Dünya

Kültürel Rölativizm

ELİF AKGÜL ATEŞ

Görelilik kuramı, 16. yüzyılda Galileo Galilei tarafından ortaya atıldı. Bu prensibe göre, mutlak bir referans sistemi yoktur. 17. yy. da Newton görelilik kuramı, hareket yasalarını mutlak uzay ve mutlak zamana göre ifade etti. Yani zaman mutlak ve değişmezdir, her şey zamanın sınırlayıcılığı  içinde gerçekleşir ve diğer olgulardan bağımsızdır.

1905 yılında Einstein’ın geliştirdiği Rölativite (görelilik ya da izafiyet) teorisi, Newton mekaniğinin temeli olan mutlak uzay ve mutlak zamanın, yani herkes için aynı işleyen tek zamanın var olmadığını, uzayın ve zamanın gözlemciye bağlı olarak değiştiğini gösterdi. Buna göre zaman mutlak ve değişmez değildir. Uzay ve zaman bir bütündür, birbirinden bağımsız olarak ele alınamaz, ancak bütün varlığa anlam yükleme ve varlığın fiziki olaylarını yorumlama rölatiftir.

Rölativite teorisi bilim alanında yeni bir çağı müjdelerken, felsefe alanında da arayış ve dönüşümleri beraberinde getirdi. Buna göre mutlak değer taşımayan ve gerçekliği kişiden kişiye göre değişen tüm olgular rölatif olarak nitelendirilir. Bu bağlamda Newtoncu determinist (neden sonuç) felsefe büyük sarsıntı geçirecekti.

20. yüzyılın başlarında Franz Boas’un Rölativite teorisi ışığında geliştirdiği ‘Kültürel Rölativizm’, sosyoloji alanında farklı bilim yapma biçimleri üzerinde bir tartışma alanı yarattı. Toplumsal yaşamda, kitleler arası iletişimde yaşama bakışta yeni bir kapı araladı.
Kültürel Rölativizm, “Kime göre, neye göre?” gibi soruların evrensel bir yanıtı olmayacağını savunur. Birine göre yaşamsal olarak kabul edilen bir gerçeklik, bir başkasına göre hiçbir anlam ifade edemeyebiliyor.

Gerçeklik doğru’dan ayrılır
Tarih boyunca tüm filozoflar gerçeklik peşinden koşmuşlar. Herbiri kendine göre bir gerçeklik geliştirmiş. Heraklitosa göre gerçeklik ateşte bulunur. Augustine göre tanrı, Habese göre devinim, Mark’sa, Lenine göre sınıfların varlığıdır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a göre gerçeklik halkların ve kadının hakikatidir.

Nesnel anlamda bir gerçeklik söz konusu değildir, var olan gerçekler herkes için doğru olan mutlak değerleri ifade etmeyebilir. Çünkü doğrular görecelidir, toplumdan topluma, bireyden bireye, tarihsel dönemden döneme göre değişiklik göstermektedir. İçinde bulundukları şartlar ve durumlar onların dünyaya bakışlarını, onu algılama anlamlandırma ve yorumlama dolayısıyla yaşamla olan bağlarını belirler.

Toplumların dil, kültür  ve inançları, sosyal yapılarına uygun gerçekliktir.  Bu gerçeklik düzeyi bir halkın varlık gerekçesi kendi hakikatidir. Hakikat değişmeyendir.

Kimi felsefecilere göre gerçeklik doğrudan ayrılır. Çünkü doğruda değer yargıları vardır. Bu anlamda insanlığın temel ortak değer olarak kabul ettiği evrensel değerler birer gerçekliktir, göreli değildir. Kaybolmayan ve hakikat olan, algıya bağlı değişmeyen gerçekliklerdir. Philip K. Dick’e göre  “Gerçeklik, ona inanmayı bıraktığın vakit, kaybolup gitmeyendir.”  Çünkü gerçekliğin varlığı algıya bağlı değildir” diyor. Bu tespiti pekiştirmek için şunu belirtebiliriz: Kürt halkının varlığı bir gerçekliktir, inkar edilmesi bu gerçekliği değiştirmez.

Kültürel Görecelik toplumların bir gerçekliğidir
Kültür, insanın doğal ve sosyal çevresi ile karşılıklı ilişki içinde yarattığı anlamlar ve değerler bütünü olarak tanımlanır. İnsanın yaşam biçimini düzenleyen normlar bütünüdür. Bu değerler topluluğun, inanç biçimleri, ahlak, adet, örf, gelenek-göreneklerini kapsar. Bu değerler bir halkın DNA’sını şekllendiren gerçeklikleridir. Ama başka bir halka göre genel kabul görülmeyebilir. Bu durumda kültürel görecelikten bahsetmek gerekir.

Farklı kültürlerin aynı olay karşısında geliştirdiği farklı ahlak yargıları vardır, dolayısıyla her toplum kendi kültürel görüşlerine dayanarak kendi yargılarını geliştirir. Toplum ve bireyler arasındaki farklılıklar iletişim süreçlerinde bakış açılarını farklılaştırır, göreceli hale getirir. Olaylara yaklaşımda farklı yorumlama ve anlamladırma gerçekleşir. Buna göre toplumsal işleyişte tüm insanlar için birebir doğru olan mutlak değerler bulunmamaktadır.

İşte Kültürel Görelilik (rölativite), normlar bütününün kültürden kültüre farklılık gösterdiğini belirler. Dolayısıyla her kültür, birbirinden köklü farklılıklar gösteren etik ve ahlaki değerlerin yargılanamazlığı gerçekliğine dayanır. Buna göre her kültür özerkliği, özel şartları içinde anlam kazanır. Yani kültürlerin yorumlanması ancak kendi anlam dünyasının ve bağlamlarının bilinmesine bağlıdır.

Kültürel Görecelik, nesnel gerçekliğin insanın zihninden, duygularından, arzularından bağımsız olması gerektiğini varsayar. Ancak bu öngörü toplumların kendi kültürel değerlerine, duygu dünyasına göre yargılarını oluşturmaları gerçekliğiyle çelişmektedir. Çünkü insan düşünebilme yetisi ile sosyal bir varlıktır. Kültürü yaratırken, kültürde onu biçimlendirir.

Bir toplumun ahlaki, etik değerleri kendi hakikatine dayanır. Bu hakikat her bir topluluğun varlığının temelini oluşturur. Farklı kültürlerin sahip oldukları ahlaki yargılar, etik değerler birbirinden farklıdır. Bu çerçeveden bakıldığında evrensel bir ahlak standardı yoktur. Bir toplum açısından doğal görülen bir olgu, bir başka topluluk açısından ahlak dışı görülebilmektedir çünkü.

İşte bu zeminde şekillenen toplumsal hukuk kanunlarla özdeşleşmiş olsa da, kültürün bir ürünü olan geleneksel anlayıştan ayrı tutulması mümkün değildir. Çünkü hukuk insan ilişkilerinin düzenlenmesini öngören bir unsurdur.

Her toplumun özellikleri, tarihsel süreçlerden süzülerek zaman ve mekan boyutuyla sürekli dinamik bir farklılık göstererek, değişip dönüşmekte, işlevselliğini yitirmiş özellikleri ise yok olmaktadır. Bu tıpkı doğal evrim teorisinin işlevini yitirmiş organların zamanla kaybolması gibidir. Aynı toplumsal yapı içinde toplumsal değişim dönüşüm paralelinde kimi bilgiler işlevini yitirmiş organ gibi yok olur, genel kabul gören durumlar varlığını sürdürür. İşte tarihin derinliklerinden süzlen gerçeklikler evrensel değerlerdir. Halklar varlıklarını bu gerçeklikler üzerinden şekillendirir ve sürdürür.

Kültürel çeşitlilik, insan özgürlüğünün en önemli bileşenidir. Olaylara bakış biçimlerini, toplumsal örgütlenme biçimlerini, psikolojik ve ahlaki değerlerini, geleneklerini temsil eder. Dolayısıyla kendini tanıma, geniş boyutlu bakabilme kültürel özgürlüğün ön koşuludur.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, tek tip toplum yaratma politikalarını şöyle eleştirir; ‘Ülkeler ve toplumlar ancak çok kimlikli ve çok kültürlü bir toplumsallık içinde demokratikleşerek gelişebilir. Kültürel, kimliksel farklılıkların eşitliğinin sağlanması, özgür bir toplumun yaratılması, demokratik zihniyet dönüşümün ve anlayışın geliştirilmesi ile mümkündür.’

EB / Aktüelsanat

portal için içerik derleyici
Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu