
Kavramlara Felsefeyle Baktık
Kavramlarla, onların kaynaklandığı gerçeklik arasındaki ilişkiyi açıklamak, düşünce çalışmaları bakımından son derece elzem bir konudur. Kavram yani temsilin, temsil edileni birebir yansıtıp yansıtmadığı sorusu baş sırada konumlanır. Marksizmin optiğinden bakıldığında bu yansıtmanın, sınıflı toplumlarda “ideolojik” bir şekilde gerçekleştiği ileri sürülür. Nitekim Kavram başka, gerçeklik başka söyler. Algı ve olgu ilişkisi de böyledir. Son yıllarda Türkçede sıklıkla kullanılan bu kavram çifti de gösteriyor ki, olgu farklı bir dilden kendini açarken algı, daha farklı bir dilden kendini kitlelere açıyor. Misal, yoksulluk, işsizlik, despotizm, savaş ve sömürünün hüküm sürdüğü dünya düzeninin adı uygarlık, modern dünya, hukuk sistemi, sekülerizm oluyor.
Kitleleri, kendisine yabancılaştıran, uysal, mekanik kişilikler haline sokan, sığlaştıran, sürüleştiren, eğip büken sistemin adı eğitim oluyor. Kilise ve manastırlardan cami ve medreselere, okul ve üniversitelere dek yaşamı kuşatan temel kurumlar, çağdaşlık, eşitlik, özgürlük getiren kurumlar olarak sunuluyor. Peki gerçeklik / hakikat böyle mi? Bu hafta Komün TV’de böylesi bir sorunu tartışmaya açarak uygarlaşma sürecinde eğitim, okul, üniversite, yazarlık, kitap, öğretmen, imam, dinsiz ve okulsuz toplum gibi hayatımızın belirlenmesinde etkili olan konu ve kavramları ele aldık.
Programa, uygarlığın (kapitalizmin) krizine paralel olarak eğitimin de kriz içinde olduğu tezini ifade ederek başladık. Bu krizden dolayı burjuva eğitim sistemi belirli bir plan / müfredat anlayışına bağlı kalamıyor. Güya koşullar değiştiği için eğitim felsefeleri de değişiyor. Oysa biçimsel değişiklikler olsa da örneğin yüz yıldır kapitalist üretim ilişkilerinin etkin ve yaygın olduğu koşullarda yaşıyoruz. Buna rağmen burjuva toplumu birçok alanda olduğu gibi eğitim alanında da plan yapamıyor. Çünkü plan, kapitalizmin doğasına uygun değildir. Bu sistemde pazar, rekabet, sömürü, sermaye ve nihayet savaş, çatışma hüküm sürmektedir. Eğitim ve öğretim kurumları da bu işleyişe göre içeriklenir ve form kazanır.

Esasici eğitimin niteliğini açıkladığımız program, daimici, ilerlemeci ve yeniden kurmacılık gibi eğitim felsefelerinin ne olduğunu açıklayarak sürdü. İlk ikisinin elitist olduğu ve genellikle öğretmen merkezci olduğu vurgulandı. Yine Esasici ve daimici eğitim felsefelerinin genellikle Platoncu, Aristotelesci olduğuna da gönderme yapıldı. Buna göre ilerlemeci ve yeniden kurmacı anlayışları ise çağdaş felsefelerle açıklamak gerekirdi ki sunumda faydacı ve varoluşçu felsefelere vurgu yapmak durumunda kaldık.
Okul ve eğitim gibi sistemin şişirdiği balonların etimolojisine baktığımızda hiç de pozitif, özgürlükçü bir çağrışım söz konusu olmuyor. Sunumda da üzerinde durduğumuz gibi okul, skolastik eğitimden geliyor ki, uygar toplum açısından hiç de tasvip edilmez. Amma ve lakin skolastik kökünden gelen okul sözcüğü, oldukça albenisi yüksek olan bir sözcüktür. Skolastik eğitim denilerek küçümsenen eğitimin kökünde de aslında okul var. Zira Latincedeki scholl, Türkçeye okul olarak çevriliyor. İngilizlerin scholl dediğine Fransızlar ekol diyor. Buna göre Türkçeye de Fransızcadan geçmiş olduğu düşünülebilir. Araplar ise bildiğim kadarıyla okula mektep diyor. Okul gibi eğitimin de kökeni pek parlak değildir. Eğip bükme gibi bir fiilden geliyor ki, insanı bozduğu, deforme ettiği, doğasına yabancılaştırdığı gibi bir anlam içeriyor. Oysa bu olgu durumunu sınıflı toplumun egemen sınıfları boyayıp parlatıyor ve kitlelere enjekte ediyor. Uygarlık ve modernizm de öyle.
Eskiye göre yeni olana uygar deniliyor. Yani sınıfsız, komünal toplumlar barbar olarak betimlenirken sınıflı, devletli, hukuklu, mülklü yeni toplumlar da uygar sayılıyor. Yani sınıflı, zulüm dünyasına uygar deniliyor. Türkçede, Uygur Türklerinin adından esinlenilerek uygarlık deniliyor. Arapçada “medeni” denilmektedir. Modern de yeniyle, “moda”yla ilgilidir. Eskiye oranla yeni olana modern deniliyor. Latince bir terim olduğunu düşünüyorum. Türkçede de benzer bir biçim ve telafuzla kullanılıyor.
Modern dünya, modern kadın, modern eğitim, modern bilim denildiğinde çok olumlu bir kavramdan ve olgu durumundan söz edildiği gibi bir duygu veriyor insana. Oysa modern silahlar, modern savaş uçakları, modern işkence aygıtları, modern sömürü biçimleri, modern kölelik türünden ifadeleri düşünürsek modern kavramının marifeti daha iyi anlaşılır oluyor. Şu nokta çok önemli ki her çağda modern buluş, pratik, disiplin ve düşünceler öncelikle egemen sınıfların çıkarı gözetilerek hayatımıza girmektedir. Örneğin okul, kilise, cami, hastane, hukuk, adliye, üniversite… Bunlar, insanlık özgür olsun, yaşam standardı yükselsin, dünyaya barış gelsin düşüncesiyle inşa edilmez. Uygar dünyanın (sınıflı, savaşlı, sömürücü dünya) ayakta kalması, egemen sınıfların saltanatının sürmesi için gerçekleşir.
İnsanlığın, uygar ve modern değerlerden yararlanması, ikincil ve münferit bir sonuçtur. Demek ki uygar ve modern kavramları denildiğinde tek boyutlu değil, kavramlara en azından çift boyutuyla da (fazlası da olmalı) bakmak kaçınılmaz oluyor. Çünkü modern okullar gibi modern adliye ve hapishaneler, hukuk fakülteleri, üniversite ve çok masum görünen hastaneler de esasta sermayenin ve sömürünün çıkarı için kurulur ve onun için vardır. Kapitalizm hasta bireyler istediği gibi daha fazla sağlıklı bireyler ister. İşgücüne ve modern kölelere ihtiyaç duyar. Kreşlerden, kliniklere, Kuran kurslarından yüksek okullara kadar tüm uygar kurumlar bunun için yürürlükte kalıyor.
Sunumda da altı çizildiği gibi milli eğitime ayrılan bütçenin ve diyanete ayrılan bütçeden az veya çok olmasının bir kıymeti harbiyesi bulunmuyor. Hatta savaşmak ve savaştırmak için var olan savunma bakanlıklarına ayrılan bütçenin boyutu da önemli değildir. Tüm bu kurumlara ayrılan bütçenin varlığı ve büyüklüğü, temel olarak proletaryanın ve ezilen kitlelerin zararınadır. Üstelik emekçilerin katkısıyla oluşan maddi imkanlar (bütçe) fiziksel ve ideolojik silahlara dönüşüyor ve kitleleri kıyımlardan, katliamlardan geçiriyor.
Eğitimin gerekli olduğu ama “okulcu eğitim”in hiç de gerekli olmadığını belirttiğimiz programda okulsuz koşullardaki entelektüel ürün ve şahsiyetlere de değinildi. Felsefenin temellerini atan Thales’ten Sokrates’e dek kurucu filozofların hiç de okul ve üniversite eğitimi görmediğini biliyoruz. Nicholas Malebranche ile Sokrates’in kim olduğu topluma sorulsa insanlar Sokrates’i bilir diğerini bilmez. Oysa okullu olan Malebranche’tır. Thales ve Gassandi’yi soracak olsak kuşkusuz ki Thales ismi öne çıkar. Oysa “okulsuz” olan Gassandi değil, Thales’tir.
Yunus Emre mi, Tahsin Yücel mi? biçiminde sorunsak topluma, edebiyat profesörü olan Yücel’in Yunus Emre’yi öğreten /anlatan bir hoca, aydın olduğu ortaya çıkar. Yunus’u herkes bilir. Dolayısıyla uygar / modern ideolojilerin, modern olmayan döneme ve değerlere yukarıdan bakması anlamlı görünmüyor. İddia ediyorum ki, çağımızın uygar mantığı eski toplumları, – teoloji, hurafe, gerici, dinsel, karanlık- sıfatlarıyla itham ettiği gibi geleceğin uygarlığı da bugünkü dünyayı gerici ve karanlık olmakla itham edecektir. Hatta geleceğin toplumuna ait olan iddia, burjuvazinin söyleminden daha etkili ve inandırıcı olacaktır. Yine de bilmek gerekir ki enternasyonal proletarya ve ezilen dünya halkları açısından dünya, sınıfların hüküm sürdüğü bir dünya olduğu müddetçe eski – yeni her türden uygarlık sömürü ve zulüm uygarlığı olacaktır.
Eski ve yeni açısından bakınca eski – yeni arasındaki mücadelenin temelde egemen sınıfların kendi aralarındaki mücadele olduğu görülmektedir. Feodalizm ile kapitalizm arasındaki mücadele / sınıf savaşı emek ve sermaye arasındaki bir savaş değildir. Onunla bağlantısının olması, esas durumu değiştirmez. Uygar dünyada düzen içi seçenekler ve savaşlar sömürenlerle sömürülenler arasındaymış gibi gözükür. Okullarda, medyada, kilisede, camide bu yönlü eğitimler verilir. Eğitim kurumları bu tür söylem ve ideolojilerin taşıyıcısı olur.
Amerikan siyaset modeli etkilidir dünyada. Büyük sermayenin iki tane etkili partisi vardır: Demokratlar ve Cumhuriyetçiler olarak biliniyor. Seçimlerde insanlar “özgürce” oy verirler. Hangisi kazanırsa kazansın iktadardaki her zaman büyük sermayedir. Ülkemizdeki gidişata, 1950’lerden itibaren direksiyona İngiliz emperyalizmi yerine Amerikan emperyalizminin geçmesiyse birlikte, bu ikili sistem daha görünür olmuştur. İki faşist kamp arasında bir mücadele varmış gibi bir “algı” oluşmuştur ve çok etkilidir. Bunlara dinci görünümlü, Muhammed’i rehber alan kamp ile laik görünümlü Mustafa Kemal’i rehber alan kamp denilebilir. Bu görünümler sermaye ilişkilerini maskelemekten başka bir işlev görmez. Hangi faşist kamp kazanırsa kazansın, gerçekte kaybeden emekçi sınıflar olurken iktidara gelen ise büyük sermaye olur. Dinsel ve milli eğitim, her türden üretim güçleri ve üretim ilişkileri de buna paralel olarak biçim ve içerik kazanır.
Marx ve Engels’in okulu fabrikaya benzetmeleri anlamlıdır. Marx’ın eğitim sorununu, eğitimcilerin eğitimesi sorunu olarak görmesi daha da anlamlıdır. Moderatörün Marx’ın, eğitim, yazarlık ve kitap ile olan ilişkisini sorması da, sunuma yeni bir boyut atmıştır. Yazarlar ve eğitimciler için şöyle söyledi Marx: Şimdiye kadar, eğitim filozofları ve yazarlar dünyayı yanlızca yorumladılar oysa dünyayı değiştirmek gerekir. Marx ve Marksizmin sınıf teorisi bir şiddet ve devrim yapma teorisi olduğu bilinir. Buradan eğitim kurumlarındaki ve sosyal yaşamdaki şiddet sorununa gelindi. Sınıflı toplumda her türden şiddet ve çatışma, sınıf çatışmasının bir parçasıdır. Öğretmenin öğrenciye karşı şiddeti de aile içi şiddet de buna dahildir. Her türden eğitim kurumu sınıf mücadelesinin değişik biçimler kazanarak sürdüğü mekanlardır.
Uygarlığın bütün kurumları gibi eğitim kurumları da sermayenin yönetiminde var oluyorsa öğrencilerin her türden gideri sermaye tarafından karşılanması gerekir. Ulus devletler bunu kısmen yapsa da yetersizdir. Tüm giderlerin sistematik bir biçimde karşılanması gerekir. Çünkü eğitim kurumlarında tekniker haline gelen bireyler, kendilerini sermayenin hizmetine sunarlar. Yakın hedef olarak böylesi bir talep önerilmekle birlikte uzak hedef olarak okulsuz bir dünya ve özgür bir uygarlık talep edilmelidir.