Aktüel Yorum

KANSER

Geçen yüzyılın, ve görünen o ki içinde bulunduğumuz yüzyılın da artarak devam eden ve edecek baş belası.
Adını duyunca bile insanın içini ürperten ve artık  her yerde duyduğumuz, yaşlı genç demeden herkesin envai çeşidine yakalandığı, yakalanabileceği bir illet.
Senelerdir birçok yerde yazılıp çiziliyor hakkında. Ve aşağı yukarı hepsinde aynı şeyler yazıyor. Yani aslında tüm güvenilir kaynaklar kanserin ve kanser hastalığının artışındaki sebepler konusunda hemfikir.
Peki neden değişen birşey yok o zaman? Devletler, hükümetler, bakanlıklar neden el atmıyor? Ben kanserin tedavisinden değil, kansere sebep oluğu neredeyse kesinleşmiş etkenlerin ortadan kaldırılmasından bahsediyorum.
Ya da yoksa kanser hastalığını yenmek, toplum sağlığını tehdit eden faktörleri ortadan kaldırmak, ya da en azından minimale indirmek gibi bir amaç söz konusu değil mi?
Aids’in en yaygın olduğu dönemlerde bile katolik kilisesi neden prezervatiflere karşıydı mesela?
Kısacası, sorum bu artışın bilinçli olarak mı teşvik ediliyor olduğudur.
Benim şahsi görüşüm bu. İnsanlar bilinçli olarak hasta ediliyor.
Zehirleniyoruz.
Yavaş yavaş ama göz göre göre.
Gıda endüstrisi zehiri, ilaç endüstride panzehirini satıyor. Ama sonuç olarak hastalıkla yaşayan da ölen de, aptal yerine konup kaz gibi yolunan da biz oluyoruz.
Günümüzün birçok hastalığı suni üretilmese bile bilinçli olarak yayılmışa benziyor. Kuş gribi, domuz gribindeden tutun da ebolaya kadar…
Bir uçuk mesela… Herkes hayatında en az bir kez uçuk yaşamıştır. İlaç endüstrisi neden bir uçuk aşısı icat edemez? En azından 10 sene insanı uçuktan koruyan bir aşı mesela? Çünkü her uçuk için bir tüp uçuk kremi satmak daha karlı iş de ondan. Düşünsenize sürekli dudağı uçuklatan bir kişi ömrü boyunca kaç tüp uçuk kremi satın alır.
İlaç endüstrisinin bu hileli oyunları o kadar çok ki, say say bitmez.
Bu arada kanser hastalığının sebeplerine değinmişken… Hangi kaynağa bakarsanız bakın, en büyük etkenlerin başında hep şeker geliyor. Bildiğiniz o tatlı beyaz zehir.
Kansere sebebiyetinin yanında kanser hücrelerinin en önemli besin maddesi.
Envai çeşit karaciğer, böbrek vesair organları hastalığa boğmasının yanında gıda endüstrisinin en önemli katkı maddesi.
Her bokun içinde bu var. Hele hele ambalajlanmış, hazır gıda maddeleri…
İstisnasız her konservenin, salamın, sosisin acı, ekşi farketmeksizin herşeyin içinde bu var.
Sanırım bir tuzun içinde şeker yok. O derece yani. Cola, tatlandırılmış limonatalar, tatlılar… Bunlara değinmeye bile gerek yok. Bildiğin zehir. Şeker, boya, bilmemne aroması, ismini, cismini bilmediğimiz, latincesi yazılmış bir sürü katkı maddesi.
Yani bir paketin içindekiler bölümünde  “şeker” ibaresi geçmese bile o şekerin başka bir türü, yani aynı bokun yeşili başka bir bilimsel terim altında o ürünün içinde yer alıyor.
En basiti ekmek.
Ben köyde büyüdüm. Günaşırı ekmek yapılırdı . İçine sadece su, un, tuz ve maya girerdi. Bu kadar. Bazı ekmek çeşidinde maya bile olmazdı. Şimdi bakıyorsun ekmek paketinin üstüne bunların haricinde on çeşit katkı maddesi var.
Neden kardeşim?
Günlük satılan, günlük tüketilen ekmeğin içinde bunca katkı maddesi neden var?
Ekmek başlı başına bir zehir zaten. Geniyle oynanmış buğdaydan, kepeği alınmış, sindirim sonrası vücutta karbonhidrattan yine şekere dönüşen, besin değeri sıfır bir gıda maddesi.
Fakirin en önemli gıda maddesi. Türkiye toplumu zaten dünyanın en çok ekmek tüketen halkı olarak Guinnes Rekorlar Kitabı’na girmişti seneler önce.
Ekmek ve şeker ikilisi insan beynine en çok zarar veren, aptallaştıran gıda maddelerinin başında geliyor.
Sabah akşam yediği simidin, poğaçanın yanına parmak kadar çay bardağının içini yarısına kadar küp şekerle dolduran bir toplumun IQ seviyesi ne olur?
Varsa yoksa ekmek ve tatlı.
Makarnayı bile ekmekle yiyen bir toplum hele.
Bir fırına giriyorsun camekanlar çeşit çeşit ekmekle dolu. Ama hepsi aynı undan, sadece şekli değişik o kadar. Kimi çiçek şeklinde, kimi somun, kimi pide… Ama besin değeri olarak bakınca hepsi aynı.
Daha bunun tulumbası var, şekerparesi var, Kemal Paşası var, baklavası var. Var oğlu var işte.
Şekerden ve karbonhidrattan uzak duracaksın arkadaş.
En azından besin değeri sıfır karbonhidrattan. Geni bozuk buğdaydan hariç başka sağlıklı, organik yetişmiş tahılların kepekli ekmeklerini tüketmeye çalışacaksın. Markette pahalıysa al bir çuval tahılı, öğüttür ve kendin pişir ekmeğini. Günlük 5 saatini Facebook’ta geçiren bir toplumun pekala haftada iki kere fırına ekmek atmaya zamanı olur diye düşünüyorum.
İster light, isterse zero olsun kola ve benzeri içecekler içmeyeceksin. Fastfood’dan uzak duracaksın. Hele hele çocuğunu bu zehirlerle ödüllendiren ebeveynler benim gözümde sorumsuzdurlar. Git çocuğuna kendi limonatasını yapmayı öğret.
Çok ciddi söylüyorum çocuğuna bira içirsen daha faydalıdır. Bira için veya içirin demiyorum ama sırf içinde minimal alkol içerdiği için bile haram sayılan, (boza mesela) hor görülen birçok içecek bu endüstriyel zehirden kat be kat daha zararsız hatta yerine göre faydalıdır bile.
Bir insan çocuk yaşta nasıl diyabete yakalanır arkadaşlar?
Bu ne sorumsuzluktur?
Bir zamanlar bu zehir endüstrisinin öve öve bitiremediği birçok şeyin sonunda tamamen zehir olduğu çıkmadı mı ortaya?
Eroin bile 1958 senesine kadar Almanya’da çoluğa çocuğa verilen legal bir ilaç(!)tı !!!
Zamanında zeytinyağının sağlıksız olduğu yalanını halka yutturan aynı endüstri Türkiye halkına onlarca yıl neyüdüğü belirsiz, geni bozuk Amerikan mısırından üretilmiş yanmış, pis yağları “sağlığa ve çocuk gelişimine faydalı nebati yağ” diye yedirdi. Keza meşhur Amerikan yardımlarıyla gelen (Marshall’di galiba) süt tozu denen boklavat da aynı şekilde bu halkın çocuklarına okullarda zorla içirildi. Halkın beyni uyuşturuldu, zehirlendi. Hatta “zeytinyağlı yiyemem amman, basma da fistan giyemem amman” türküsünün bu sebeple o yıllarda psikolojik algı malzemesi olarak radyolarda yayınlandığı rivayet edilir.
Bizi hasta eden en başta yediklerimiz, içtiklerimizdir. Burası kesin. Onun gerisinde birçok başka sebepler olsa da beslenme en başta geliyor.
Milenyum başlarında “bilinçli beslenme” dalgasını yeni bir ticaret konseptine dönüştüren furya bu bilinci “bilinçli zehirlenme”ye çevirdi.
Organik, vejeteryan, vegan cart curt…
Adam bildiğin kimyasallardan plastik peynir üretip “vegan peyniri” diye gagaladı.
Hem de iki katı fiyatına!
Geniyle oynanmış soyayı karıştırdı kimyasalla, vegan peyniri yaptı. Zengin cahillere afiyetle yedirdi.
Ben yaşanan onca “organik skandal” sonrası şahsen paranoyanın eşiğindeyim.
Arkadaş  beni o yumurtanın organik olduğuna, o yumurtayı bahçede beslediğim tavuğun götünden düşerken  kendi gözlerimle   görmedikten kelli inandıramazsınız!
Hele bir de her organik yumurta paketinden bir tane üzerinde tavuk boku ve tüy yapıştırılmış yumurta çıkmaz mı…
Evet biz çocukken sabah kahvaltılık yumurtayı kümesteki tavuğun altından alırdık sıcak sıcak. Evet genellikle üzerinde tavuk bokuna yapışmış tüyler olurdu.
Ya bir düşünsenize; organik yumurta paketleyen firmalarda bir işçi çalışıyor. Bu işçinin görevi yumurtanın üstüne tavuk boku ve tüy yapıştırmak. !!!
Absürdistan’a hoşgeldiniz.
Yumurtadan yeni çıkmış erkek civcivlerin canlı canlı direkt kıyma makinasına atılıp bu kıymadan yapılan karışımın gene o tavuklara yem olarak verildiği bir endüstriden bahsediyorum.
Sonra basıyorsun antibiyotiği, basıyorsun hormonu.
Doğal şartlarda 28 günde yumruk büyüklüğünü geçmeyecek tavuk bir bakmışsın bu hormonlarla hindi gibi olmuş.
Etten ziyade vücudu su topladığı için şişmiş. Yani tavuk eti diye fakir halka sunulan ucuz et bu işte.
Düşünün tavuk döner ve ayranı 1 (bir !) liraya satan dönerciler vardı bir ara.
Allasen hanginiz inanır o dönerin içinde tavuk eti olduğuna?
Ciddi söylüyorum o dönerin yerine bir liranın kendisini ye, daha zararsızdır.
Organik tavuk etinin kilosu 30,00 Euro markette. Aradaki farkı görüyor musunuz?
Normal şartlarda, mantıklı düşünen bir insan hiçbir suretle tavuk eti yemez. Aslında hiçbir eti yememelidir. Vejeteryan yaşamak haddizatında en mantıklı opsiyon. Ama bunu Türkiye gibi kebap kültürüyle hemdem olmuş bir toplumda imkanı yok beceremezsin.
En azından az ama bilinçli tüketmelisin etin her türlüsünü. Haftada bir, yada iki haftada bir ye ama içi kanserojen madde ile doldurulmuş çakma et yerine temiz et ye.
Balık desen keza aynı. O atom endüstrisinin çöplüğüne dönmüş okyanuslarda avlanan balık sizce ne kadar sağlıklıdır?
Kamuoyuna sızmadan kaç milyon varil petrol, kaç yüzbinmilyon ton atom çöpü denizlere boşaltılıyor biliyor musunuz?
Yani balık da birçok insanın ciddiye almadığı yok omega 3, yok bilmemne vitamini ayağına bilmeden tükettiği son derece kanserojen bir gizli zehirdir.
Şu anda elimizde tuttuğumuz, hatta geceleri yastığımızın altına koyup yattığımız, günün her saati cebimizde taşıdığımız akıllı telefonlardan yayılan dalga ve radyasyonun etkilerine değinmeye bile gerek yok.
GSM operatörlerinin evlerimizin üzerine kurduğu antenlerin yaydığı dalgaların insan üzerindeki etkisini henüz kimse bilmiyor.
Eğer şu an etrafımızdaki elektronik aletlerden yayılan dalgaları görebiliyor olsaydık emin olun ki insanlar bu dalgalardan bir metre ötesini bile göremezdi.
En azından bu modern şehirlerin hepsi için geçerli.
İmkan olsa cep telefonlarının bile çekmediği yerlerde yaşamak gerekir.
Ama kim Facebook’suz bir günden fazla yaşayabilir ki değil mi?
Ya düşünüyorum da, geçen bu e-devlet zımbırtısı üzerinden soyağacımdaki ataların doğum-ölüm tarihlerini buldum. Dedemin babaannesi mesela 90 olmuş. İstisnasız hepsi 80’i geçmiş.
Dedemin babaannesi yaşarken 1. Abdülmecid padişahmış lan! İnsan soruyor o zaman; bu insanlar onca savaşın, kıtlığın içinde ne yedi içti de böyle uzun yaşadı? Doktor bile yok.
Hayır, bu insanlar neyi YEMEDİ İÇMEDİ de böyle uzun yaşadı?
Asıl cevap bu sorunun içindedir bence.
Ha bütün bu yeme-içme vesair etkenlerin yanında bir önemli etken de kişinin kendi iç dünyasıdır.
Stres, sinir, endişe, korkular…
Pozitif enerjini sünger gibi emen cahil, geri zekalı insanlardan uzak duracaksın.
O da Türkiye’de baya zor gibi.
Gündelik kullandığımız ve tükettiğimiz ürünler…
Kozmetik, bakım, temizlik malzemeleri. Envai çeşidinden… Seç beğen. Hepsi zehir içeriyor.
Diş macunları mesela. Çoğu zehirli maddelerle dolu. Günde üç kere dişini fırçaladığın, diline, damağına, tükürüğüne temas eden diş macunu mesela. Halis muhlis zehir içeriyor. Gidin araştırın. Florid denen madde zehirden başka birşey değil. Ve daha birçok adını sanını bilmediğimiz katkı maddesi, dil temasıyla sindirim sistemine giren, kana karışan zehir içeriyor diş macunları.
Ve bu florid denen zımbırtı ta Nazi Almanya’sı döneminde insanları uysallaştımak için yapılan deneylerde kullanılmış. Etkisi kanıtlanmış olmalı ki halihazırda bu florid gene en çok antidepresan ilaç endüstrisinde kullanılıyor.
Varın artık sebebini siz düşünün.
İnsanları hantallaştıran, uysallaştıran ve kim bilir daha kaç çeşit hastalığa sebep olduğu bilinmeyen bu zehirle sen günde üç defa dişlerini fırçalıyorsun.
Eben sen o zehirle dişlerini temizliyorsun.
Bir tüp diş macununun bir çocuğu öldürmeye yetecek kadar zehirli olduğunu okumuştum. Derinine inmedim. Ama yüzde yüz inanıyorum.
İnternette bütün bunları yalanlayan, insanlarla komplo teorisyeni diye alay eden büyük bir kesim mevcut. Bu kesimin de kimler tarafından ortama bırakıldığı malumunuzdur herhalde.
Adamların “aaa haklısınız ya, biz diş macunlarıyla sizi zehirliyorduk. Nasıl ortaya çıkardınız sizi gidi akıllılar siziii” diyecek halleri yok sanırım.
İnternette evde ulaşılması çok basit, tamamen doğal ve yan etkisiz malzemelerle kendi diş macununuzu yapabileceğiniz tarifler var. Hem daha ucuz, hem de sağlıklı ve içinde katkı maddesi yok.
Şampuanlar için de aynı şey geçerli. Hatta kendi şampuanınızı yapabileceğiniz harika tarifler okudum. Rengini, kokusunu zevkinize göre ayarlayabiliyorsunuz. Hem çok çok ucuz, hem de kendi şampuanını yapmak zevkli bir şey. Yani aynı zamanda zevkli bir uğraş.
Çamaşır deterjanları, yumuşatıcılar falan… Hepsi aynı bok.
Bu konuda bir mucize varsa o da sirkedir. Organik, şekersiz elma sirkesi. Sabahları hazım için bir kaşık ılık suyla içebilirsin, ayak mantarını da tedavi edebilirsin, çamaşırların için yumuşatıcı olarak kullanabilirsin… Bu liste o kadar uzun ki aklınız durur. Birçok şey için kullanılabiliyor. Sıfır yan etki, çok ucuz.
Karbonat da keza her eve lazım alternatif bir mucize.
Günlük tükettiğimiz tüm ürünlerin zehir içermeyen alternatifleri konusunda ufak bir Google araştırmasıyla binlerce yazı ve makaleye, değerli tavsiyeler içeren linklere ve tecrübeye dayalı bilgilere ulaşabilirsiniz.
Son söz olarak…
Bütün bunlar uzun bir yaşamın sırrı mıdır bilmiyorum ama zaten uzun yaşamak da değil mesele.
Sağlıklı yaşamak.
Sevgi ve sağlıkla kalın.
Yalvaç Emre
Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu